Allahu Teâlâ Tevbe Suresinde şöyle buyurmaktadır:
“ONLAR ALLAH’IN NURUNU AĞIZLARIYLA SÖNDÜRMEK İSTİYORLAR, ALLAH DA RAZI OLMUYOR. FAKAT KÄFİRLER İSTEMESELER DE ALLAH NŪRUNU TAMAMLAMAYI DİLİYOR.”
Burada ayetin başında geçen “Onlar” kimdir?
Bu ayete baktığımızda, Kur’an ile tefekkür ve tedebbür ettiğimizde, sadece bir kelime ile ilgili “Allah’ın Nuru” kelimesiyle ilgili İnşaAllahu Teâlâ tedebbür yapacağız.
Tedebbür ile Nurullah Subhanehu ve Teâlâ:
Soru: ayette geçen “Onlar” kimdir?
Cevap: “Münafıklar”.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanından kıyamete kadar gelen ve gelecek olan münafıklar. Müslümanlar arasına saklanıp Müslüman olarak adlandırılan ama olmayan münafıklar. Bu kâfirlerin bir metodudur. Müslümanların arasına karışıp böylece İslâm’ı yok etmek planı.
Onlar her vakitte Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, ancak Müslümanlar arasında Müslümanlar gibi görünüyorlar.
Münafıklar namazda doğrudan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ın arkasında ilk sıradalardı. Ajan olarak Müslümanların cesaretini kırmak, kendine olan güvenlerini sarsmak için. Eğer bir şansları olsa, anında Müslümanları yok ederlerdi.
Kur’an’da 114 sure var ve hepsi de Besmele ile başlıyor, Tevbe suresi hariç. Tevbe suresi Besmele ile başlamıyor.
Besmele bir ayettir. Kur’an’da Besmelenin her surenin başında ayet olarak sayılmaması nasıl olur?
Kur’an’da ilk vahyedilen ayet:
” OKU, SENİ YARATAN RABBİNİN İSMİYLE.”
(ALAK, 1)
Besmele ile oku…
O halde Kur’an nasıl Besmelesiz okunur?
Nasıl olur da bazı imamlar Besmelenin her sure başında ayet olmadığını iddia ederler? Nasıl olur da ayet olarak sayılmaz?
BESMELE
Nurullah’ın bu kelimesi ile tedebbür yaparak farklı noktaları anlatacağız. Nûrullah kelimesine varana kadar Tevbe suresine bakmalıyız.
1. Soru: Besmele bir ayet midir?
2. Soru: Tevbe Suresi neden Besmele ile başlamıyor?
3. Soru: Tedebbür ile bakınca “Nurullah” kimdir / nedir?
1. Sualin cevabı: Evet, Besmele her surede bir ayettir.
Sureyi okumaya başlarken başında, Eûzu Billahi mine’ş-şeytani’r- racim deniyor. Mesela Kur’an’dan bir sure okurken eğer sureyi başından okumuyorsak da EŪZU çekiyoruz.
Besmele çekmek ise müstehâp ve menduptur (sevilen, beğenilen yapılması sevap, yapılmazsa günah olmayan şeyler) ama farz değildir. Fakat istiaze (Eûzu Billahi mine’ş-şeytâni’r-racim) farzdır. Allahu Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
“KUR’ÂN OKUYACAĞIN ZAMAN, KOVULMUŞ ŞEYTANDAN ALLAH’A SIĞIN (İSTİĀZE YAP).” (NAHL, 98)
Yani istiaze (eûzu) çekmek Allah’ın bize bir emridir, yani farzdır, eğer Allah sana Kur’ân’ı okumadan önce istiâze getir diyorsa, bunu yapmak zorundasın. Bir sureyi okumaya başlasan ve o surenin sadece bir ayetini okusan da Kur’an’ın herhangi bir yerini okusan da fark etmez, EÜZU çekmek zorundasın.
Bir sureyi okumaya başlıyorsan sure başında İstiâze ve Besmele ile başlamak zorundasın fakat herhangi bir surenin herhangi bir yerini okuyorsan sadece istiâze yeterlidir. Kur’an’da bu şekilde belirtilmiştir. Bazı imam ve âlimler neden Besmelenin âyet olmadığını söylüyorlar? Halbuki bütün Kur’ân Besmele ile başlıyor.
Allahu Teâlâ Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) Besmele ile başlamasını emretti. O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“İKRA’ BİSMİ RABBIKE’L-LEZÎ HALAK” – ” OKU, SENİ YARATAN RABBİNİN İSMİYLE.”
(ALAK, 1)
Yani Kur’an’dan bir ayet okunduğunda ya da ayetin herhangi bir kısmı dahi okunduğunda istiâze ile başlanmalıdır ve mendûb olarak Besmele de çekilebilir. Fakat ayeti başından okurken farz olarak hem istiáze getirilmeli hem Besmele çekilmelidir.
Farz olduğuna dair bizim gerekçelerimiz:
- Kur’an Besmele ile başlıyor ” OKU, SENİ YARATAN RABBİNİN İSMİYLE.” (ALAK, 1)
- Peygamberimiz Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliğinin vahyedilmesi Besmele ile başladı yani Kur’an Besmele ile başladı.
Allah’ın Kelâmı ile insanların konuşmasının arasındaki farkı belirtmek ya da altını çizmek için Besmele ile başlamak zorundayız.
Besmele Kur’an’da her surenin başında gelir, Tevbe Suresi hariç. Allahu Teâlâ Neml Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
“O (MEKTUP) SÜLEYMÂN’DANDIR VE RAHMÂN VE RAHIM OLAN ALLAH’IN İSMİYLE (BAŞLAMAKTADIR).” (NEML, 30)
BANA KARŞI BÜYÜKLÜK TASLAMAYIN VE TESLİM OLARAK BANA GELİN” (DİYE (YAZMAKTADIR).” (NEML, 31)
Ayrıca bilmek gerekir ki Belkıs’ın tahtı da Besmele vesilesiyle gelmiştir.
Süleyman (as) halkının ileri gelenleri, bakanları, ordusunun komutanları ve alimleri arasında kraliyet meclisinde oturdu. Belkıs hakkında düşünüyordu. Onun kendisine doğru yolda olduğunu biliyordu. Onu istemeden, korkuya sevk etmişti. Süleyman kendi kendine gücüyle kraliçenin gözlerini kamaştırmaya, onu hayretler içinde bırakmaya karar verdi. Böylece bu kraliçeyi İslam’a girmeye teşvik edecekti.
“(SONRA SÜLEYMAN MÜŞAVİRLERİNE) DEDİ Kİ: EY ULULAR! ONLAR TESLİMİYET GÖSTERİP BANA GELMEDEN ÖNCE, HANGİNİZ O MELİKENİN TAHTINI BANA GETİREBİLİR?” (NEML, 38)
Kraliçe Belkıs’ın tahtı çok ilginçti, güzeldi. Altından ve değerli mücevherlerden yapılmıştı. Tahtın hücresi, odası ve oturacak yeri, yapılışı ve üretimi açısından iki mucizeydi.
Burada:
“CİNLERDEN BİR İFRİT,” SEN YERİNDEN KALKMADAN BEN ONU SANA GETİRİRİM VE ŞÜPHESİZ BEN, BUNA GÜÇ YETİRECEK GÜVENİLİR BİRİYİM” DEDİ.”
(NEML, 39)
Cinlerden biri toplantı bitmeden önce: “Ben onu taşıyabilirim ve onun mücevherleri güvende olur.” dedi.
“KİTAPTAN BİLGİSİ OLAN BİRİ, “BEN ONU, GÖZÜNÜ KAPAYIP AÇMADAN ÖNCE SANA GETİRİRİM” DEDİ. SÜLEYMAN, TAHTI YANINDA YERLEŞMİŞ HALDE GÖRÜNCE ŞÖYLE DEDİ: “BU, ŞÜKÜR MÜ, YOKSA NANKÖRLÜK MÜ EDECEĞİM DİYE BENİ DENEMEK İÇİN, RABBİMİN BANA BİR LÜTFUDUR. KİM ŞÜKREDERSE ANCAK KENDİSİ İÇİN ŞÜKRETMİŞ OLUR. KİM DE NANKÖRLÜK EDERSE (BİLSİN Kİ) RABBİM HER BAKIMDAN SINIRSIZ ZENGİNDİR, COMERTTİR.”
(NEML. 40)
Kitap’tan bilgisi olan biri: “Ben göz açıp kapayıncaya kadar tahtı getirebilirim.”
Alimler “Kitap’tan bilgisi olan biri” ayeti hakkında ayrılığa düştüler. Onlardan bazıları bu ayette kastedilen kişinin Süleyman’ın veziri ya da Beni İsrail alimlerinden biri olduğunu söylediler.
Ve Allah’ın, kendisiyle dua edildiğinde cevap verilen İSM-İ AZAM’I kullanılarak getirildiğine inanıldı. Ve onlardan bazıları da tahtı getirenin Cebrail Aleyhisselam olduğunu söylüyordu.
Tahtı getiren Süleyman (as)’dan başkası değildi. Zira o Kitaptan ilim sahibiydi ve Belkıs’a yazdığı mektuptaki BİSMİLLAHI’R- RAHMANI’R-RAHIM sırrıyla tahtı getirdi.
Tahtı getiren Süleyman (as)’dan başkası olamaz. Zira mucize sahibi bir peygamberin karşısında öyle acayip bir işi kim yapabilirdi? Eğer yapsa bu Allah’a ve O’nun Peygamberine acziyet atfetmek olmaz mıydı? Bütün bu gerekçeleri bir arada değerlendirdiğimizde vaktin Nebisi ve mühür sahibi, asa sahibi ve hepsinden önemlisi de KİTAP’tan ilim sahibi ve BESMELE’nin vakıfı. O halde ne diyebilirsiniz? Elbette tahtı getiren Süleyman (as)’dı.
Taht Süleyman’ın önünde duruyordu. Süleyman, bu mucizeden sonra düşüncelere dalmıştı. Bu güç ve kuvvet kendisine ait değildi. Üstünlük ancak ‘Mülkün Malikine’ aitti ve O’nun mucizesiydi. Şükür mü edeceğini yoksa küfre mi düşeceğini görmek için kendisini bu kudret ile imtihan eden Allah’a şükretti.
İnsanlığın babası olan Âdem (as) Allah’ın ismi ile yaratıldı.
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
“BEN YER İÇİNDE BİR HALİFE YAPACAĞIM.”
(BAKARA. 30)
Bir başka ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
“ALLAH: “EY İBLİS, ELLERİMLE (KUDRETİMLE) YARATTIĞIMA SECDE ETMEKTEN SENİ ALIKOYAN NEDİR?” (SAD, 75)
Yani Âdem (as) Allah’ın ismiyle yaratıldı ve Allah adına yer içinde bir halife olmak için yaratıldı.
Havva Allah’ın ismiyle ve emriyle Âdem (as)’den yaratıldı. Âdem insanlığın ilk babasıdır.
Gelelim insanlığın ikinci babası olan Nûh (as)’a: Nuh (as) kendisinin peşinden gelenler (her canlıdan birer çift) ile birlikte gemiye bindiğinde, bütün dünya su altında kaldı; yukarıdan gelen yağmur ve aşağıdan kuyulardan /pınarlardan çıkan su ile her şey yerle bir oldu ve su altında kaldı.
İnsanlığın ikinci babası olan Nûh (as) nasıl kurtarıldı? Elbette Besmele ile. Allahu Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
“(NUH), “BİNİN ONA. ONUN YÜZÜP GİTMESİ DE DURMASI DA ALLAH’IN İSMİYLEDİR (BESMELE). ŞÜPHESİZ RABBİM ÇOK BAĞIŞLAYANDIR, ÇOK MERHAMET EDENDİR.” DEDİ.” (HUD, 41)
Demek ki bu Allah’ın ismiyle yani Bismillah ile başlanılmış (gemiye binilmiş) ve Bismillah ile sonlandırılmıştır (gemiden inilmiş). Gemi ve içindekiler BESMELE ile kurtuldular. Evet Besmele sayesinde insanlar kurtuldu ve o insanlardan sonrası nesiller meydana geldi. Böylece Nuh (as) insanlığın ikinci babası oldu.
Halk (insan, hayvan vesaire) Besmele sayesinde kurtuldu yani gemi durdu ve içerisindeki mahlukat Allah’ın nimeti olarak berekete kavuştu.
ONA DENİLDİ Kİ “EY NÛH! SANA VE SENİNLE BİRLİKTE BULUNANLARDAN BİRÇOK ÜMMETE BİZDEN SELÂM ET VE BEREKETLERLE (GEMİDEN) İN.” (HUD, 48)
Besmelenin anlamı ALLAH’TAN, ALLAH İLE, ALLAH’A.
Besmelenin içinde Rahman vardır, Allah tüm yaratılanlar için Rahman’dır- Rahmaniyet hem inananlar hem inanmayanlar için yani tüm mahlukatı kuşatıcıdır. Rahîm ise hususi mü’minler içindir. Rahîm dünyada hidayet ile, ahirette naim ile cennette sonsuza dek tecelli edecektir.
Besmele hakkında söylenecek çok şey var. Her surenin başında istiâzeden sonra söyleriz. Ulemadan bazılarının da dediği gibi bizler onu her surenin ilk ayeti olarak görüyoruz. Sadece İmam Malik (ra) ve İmâm Ebu Hanife (ra) farklı görüşteler.
Bizler bunu her surenin başında bir ayet olarak kabul ediyoruz, farz olarak her surenin başında ayet olarak mevcuttur, yalnız Tevbe Suresi hariç.
Kur’an’a başlarken Besmele ve herhangi bir yerinden okurken Besmele Çekmek beşer konuşmasıyla Allah’ın konuşmasını hemen fark ettirir. Bu şekilde okuyan Allah’ın himayesinde olur, rahmet ve bereketine erer. Bu şekilde okuyunca Allah ile beraber olunur, Kur’an’da olanlardan bolca faydalanılır.
Kitap serimizin ikinci cildinde Besmele konusuna değindik. Ona ek olarak bunları diyoruz.
Gelelim Tevbe Suresi’nin neden Besmele ile başlamadığı konusuna: Çünkü tevbenin anlamı Allah’a dönmek/gitmektir. Tevbe ile Allah’ın beraberliğine kavuştun demektir.
O’na Subhanehu adeta şöyle diyorsun: “Sana geldim Allah’ım, Senin karşındayım yaptıklarıma pişmanım ve bir daha günah işlemeyeceğim için söz veriyorum, beni affet Allah’ım.”
Demek ki tevbe edince Allah ile birliktesin ve Allah ile konuşuyorsun. Dolayısıyla ibadetin en yüksek yerine geldin demektir. Bu durum duadan daha üstündür.
Allah’ın seni bağışlaması için tevbe yapıyorsun ve yeni doğmuş bir insan oluyorsun. Sıfırdan başlıyorsun. Senin kitabın şimdi boş ve bembeyaz.
Demek ki Allah Subhanehu ve Teâlâya ibadette ve yakınlıkta en yüksek seviyedesin. O hâlde senin TEVBE hâlin Besmelenin ta kendisi olduğu için Besmeleye gerek kalmıyor. Sen zaten ALLAH ile birliktesin.
2) Bu suredeki ana konu münafıklar. Allah’ın sözünü tutmuyorlar. Münafıklar siz Müslümanları ve Nurullah’ı yok etmek istiyorlar.
Münafıklar Allah’ın düşmanlarıdır. Münafıklar size karşılar ve sizinle ne sözleşme yapıyorlar ne de söz verip tutuyorlar. Asla sözlerinde durmuyorlar. Eğer sizinle savaşırlarsa o hâlde siz de onlarla mübarek aylarda olsanız dahi savaşın.
Efendimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) ve kendisine tâbi olan Müslümanları Beytu’l-Haram’dan Medine’ye göç etmeye zorladılar. Paranızı ve eşyalarınızı bırakmak zorunda kaldınız. Bu savaştan daha da kötü bu mübarek aylarda.
Onlar tahta parçaları gibidirler; yan yana iken birbirlerinden destek alırlar, ancak bir tanesini çeker çıkartırsan hepsi tek tek düşer. Kendini onlardan koru. Bu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ümmeti için kıyamete kadar bir emirdir. Onlar ne sizin şerefinize ne onurunuza ne sözleşmenize ne de sözlerine sadık kalırlar.
Onlar Allah’tan korkmuyorlar. Nerede bulursanız onları öldürün, çünkü sizi asla rahat bırakmayacaklar. Bu dediklerim münafıklar için geçerlidir. Onlar kalplerinde saklamıyorlar bunu ağızlarıyla söylüyorlar. Bu nefreti kalplerinde tutamıyorlar kalplerinden taşırarak ağızlarından kaçırıyorlar. Biz bunlara rahmet ile nasıl yaklaşabiliriz?
Demek ki Besmele burada tevbe ile ve rahmet ile alakalıdır. Onların artık bunlarla bir alakası kalmamıştır. Bu nedenle Allah bu surede onlara merhamet edilmemesi gerektiğini söylüyor. Bu durum onların Rahman ve Rahim ile alakaları olmadığı anlamına gelir. İnanmayanlar için Rahîm yoktur, çünkü Allah mü’minlere Rahîm’dir.
Bu yüzden Allah mü’minler için şöyle buyuruyor:
“HARAM AYLAR ÇIKINCA, MÜŞRİKLERİ BULDUĞUNUZ YERDE ÖLDÜRÜN, ESİR ALIN, KUŞATIN VE ONLARI HER GEÇİT YERİNDE GÖZETLEYİN.”
(TEVBE, 5)
Yani burada Allah’ın mü’minlere demek istediği; Allah’ın nurunu devam ettirebilmek için her yerde onları takip edin. Onlara merhamet etmeyin ki Rahîm’ın merhameti sizinle ve sizin üzerinize olsun. Allah’ın rahmeti sizler için ve tüm arz içindir.
Allahu Teâlâ “müşrikler necis” diyor. Mescid-i Harâm’a bu seneden itibaren giremezler yani Mekke’ye. Bunun yanında Medine’de Haram bölgesidir. Onlar inançları yüzünden temiz sayılmadıklarından iki şehre de girmeleri yasaklandı.
Münafıklar bütün peygamberlerin imâmı olan Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı savaştılar ve nihayetinde kendisini ümmetiyle birlikte Medine’ye hicrete zorladılar.
Bu surede kastedilenler kimler ve ne istiyorlar ve neden bu sure Besmele ile başlamıyor? Evet bu noktaları izah etmeye çalıştık. Diğer soruya geçelim.
Besmele’nin hükmü her sureden önce ayet olarak okunmalı olduğunu da açıkladık.
Şimdi Nurullah’a ve münafıkların ağızlarına gelelim:
“ONLAR AĞIZLARIYLA ALLAH’IN NURUNU SÖNDÜRMEK İSTİYORLAR. HALBUKİ KÄFİRLER İSTEMESELER DE ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR.”
(SAF, 8)
“O (ALLAH), MÜŞRİKLER HOŞLANMASALAR DA (KENDİ) DİNİNİ BÜTÜN DİNLERE ÜSTÜN KILMAK İÇİN RASÜLÜNÜ HİDÂYET VE HAK DİN İLE GÖNDERENDİR.”
(TEVBE, 33)
Onlar Nûrullah’tan yani Allah’ın nurundan nefret ediyorlar ve Müslümanlardan da nefret ediyorlar. Yani sizlere de nefret duyuyorlar. Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kur’ân’dan da nefret ediyorlar.
Burada Nurullah kim? Nurullah burada Kur’an ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem). Çünkü Allahu Teâlâ Kur’an’da:
“VE SİZE APAÇIK BİR NUR İNDİRDİK.” (NISA, 174)
buyurmaktadır.
Demek ki Kur’an Nur olarak gönderildi ve Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) açıklandı. Anlamı Kur’ân Allah’ın Nuru, çünkü Kur’an Allah’ın Kelamı’dır.
“ANLAYIP DÜŞÜNESİNİZ DİYE O’NU ARAPÇA KUR’ÂN YAPTIK.” (ZUHRUF, 2-3)
Kelamullah bizim sözlerimiz gibi değil farklıdır. Fakat Kelâmullah sözleri ile gönderildiğinde insanların anlayacağı bir dilde yapıldı, okuyabilelim diye insan lisanlarından bir lisan olan Arapça yapılarak gönderildi. Bu yüzden Kur’ân deniyor ve anlamı ise “Okunan”, aktif bir okuma anlamında. Bu sadece Kelâmullah için geçerlidir. Mushaf-ı Şerif’te bulunan, Kur’an’da bulunan, taşıdığımız ve tilavet ettiğimiz veya tecvidle okuduğumuz Kur’ân.
Allah’ın Kelâmı insan diline dönüştürülmüştür ve o dil Arapça’dır. Niçin böyle olmuştur? Okuyalım diye ve bu yüzden Okunmuş Kur’an deniyor. Kelamullah Allah’ın konuşmasıdır. Bu yüzden Kur’ân başka hiçbir kitaba isim olarak konulmadı. Âdem (as)’den kıyamete kadar Kur’an isminde bir kitap bulamazsın. Kur’an Allah’ın Kelâmından başka hiçbir şeye isim olmamış ve olamayacaktır da, buna Allah müsaade etmeyecektir. Asla bir kitap yazıp bu Kur’an denilmemiştir. Hiç kimse sahip olduğu bir eşyaya veya oğluna Kur’an ismi vermemiş ve verememiştir. Kimse kendini Allah ile kıyaslayamaz! Bu Allah’ın ismini alıp kendine vermek gibidir.
İnsanlık tarihinde asla olmamış ve olamaz. Hiç kimse “Allah” ismini bir mahluka koyamaz, bu mümkün değildir.
Rahman Suresi’nin birinci ve ikinci ayetleri:
“ER-RAHMAN. KUR’ÂN’I ÖĞRETTİ.” (RAHMAN, 1-2)
Biz bunun üzerine tefsir yaptık ve neden Rahman Suresi’nin Kur’an’ın gelini olduğunu ikinci cilt kitabımızda anlattık. O kitabı ve bölümü açıp okuyabilirsiniz.
Allah Nuruna tecelli yaptı. O Allah ki nasılsız ve neredesiz. Ve O bilinmekliğini sevdi ve istedi. Kendi Nurundan aynaya tecelli etti. Misal aynada güneşi görüyorsun fakat aynadaki güneş yukarıdaki güneş değildir. Aynadaki güneş yukarıdaki güneşin ancak tecellisidir. Bu güneş ayna misali sadece durumu akla yaklaştırmak için bir örnektir. Yoksa Allah her şeyden münezzehtir.
Örnek
Allah nasılsız, neredesiz. Diyelim ki güneş ve aynadaki gölgesi. Aynaya baktığında içinde güneşi görmezsin. Allah neredesiz ve nasılsızdır. Onunla hiçbir şey aynı değil. Sonra aynaya tecelli geldi, O’nun Nûru aynen aynadaki ışık gibi. Bu ışık Nur’du yani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem).
Ve sonra Allah o Nûr ile konuştu ve o Nûr üstüne tecelli etti. Bu Kelâm Nür’du sonradan Kur’an yapıldı. Yani Allah’ın Nûru ile ilgili Kelâmı Nurullah üzerinde Nurullah’tı. Fakat ilk önce Nurullah sonra tecelli olarak Kelâm Nur’u. Allah o Kelâma tecellî yapıldıktan sonra O Nur Allah’a secde ve hamd yaptı. Bu yüzden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk Hamid ve ilk yaratılandır, çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:
“DE Kİ: “EĞER RAHMAN’IN BİR ÇOCUĞU OLSAYDI, BEN İLK KULUM (YANİ O OĞUL BENİM OLMAM GEREKİRDİ).”
(ZUHRUF, 81)
Kur’an ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böylece bir oldular. İlk Nur Allah’ın tecellisi. Allah nasılsız niteliksiz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine tecelli yaptı ve sonradan bu insani lisan yapıldı. Allah’ın kelâmı olarak, kelime olarak Arapça dilinde yapıldı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın Nurundandır. Onun işareti / alâmeti Kur’an’dır. Kur’an Nur ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da Nur. Eğer Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın Nuru ise o halde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’an’dır, Allah’ın kelâmıdır.
Hz. Aişe (ra)’ye Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ı sordular: “Bize Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ı anlat… dediler” Hz. Aişe (ra) cevapladı: “O yeryüzünde yürüyen bir Kur’an’dır.”
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“ŞÜPHE YOK Kİ SİZE ALLAH’TAN BİR NÜR VE APAÇIK BİR KİTAP GELDİ.” (MAIDE, 15)
Nur Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kitap Kur’an’dır. Ve Kur’an’ın bir başka yerinde Nur olarak geçiyor:
“…SİZE APAÇIK BİR NUR İNDİRDİK.” (NISA, 174)
Demek ki Kur’an Nur ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Nur’dur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk Nur ve Kelâmullah Kur’an olarak ona alâmet olarak verilendir. Yani Nur üstüne Nur verilmiş demektir. Bu cümle Nur Suresi’nde geçmektedir. Bu yüzden Nûr Suresi Nur Suresi olarak adlandırılmıştır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Nûr, Kelâmullah Nûr ve Kur’ân Rasulullah’a işâret/ alâmet olarak verildi, çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Nûr üstüne Nûr. Nûr Suresi’nde buyurduğu gibi:
“…ALLAH NŪRUNA DİLEDİĞİNİ KAVUŞTURUR. ALLAH İNSANLAR İÇİN MİSALLER VERİYOR, ALLAH HER ŞEYİ HAKKIYLA BİLMEKTEDİR.” (NUR, 35)
Eğer sen Nûrullah’ı istersen Allah seni o Nûr’a yöneltir. Sizler için Arapça dilinde gönderildi başka dillere çevirin ve herkes kendi lisanında anlasın diye. Nûr üstüne Nûr kimdir?
Kur’an ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), zira O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’ân alamet olarak verilmiştir. Nur üstüne Nur verilmiştir.
“ŞÜPHE YOK Kİ SİZE ALLAH’TAN BİR NUR VE APAÇIK BİR KİTAP GELDİ.” (MAIDE, 15)
Nûrullah’ı yani Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ı ve Kur’ân’ı yok etmek istiyorlar. Fakat Allah buna izin vermeyecektir. Bu âyette Allah söz veriyor. Kıyamete kadar Allah’ın Nûru yani Rasûlu ve Kur’ân’ı kimse yok edemeyecek. Kıyamete kadar Allah tarafından himâye altındadırlar. Tüm Müslümanları öldürseler dahi, İslâm, Kur’ân ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ın güneşi batmayacaktır. Kâfirler istese de istemese de. Bu Allah’ın verdiği bir sözdür, ahir zamanda da Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kur’ân’ı her yerde parlayacak ve hüküm edecek aynen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ın zamanında olduğu gibi. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi:
“İSLÂM DİNİ GARİP GELDİ, (BAŞLADIĞI GİBİ) GARİP (GERİ) GİDECEK. NE MUTLU O GARİPLERE.”
Demek ki kıyamet gelmeden İslâm ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ın açıkladığı Kur’ân ve Sünnet Nûru kıyamete kadar devam edecek. Tüm dünyaya hükmedecek ve parlayacak ve arzdan gökyüzüne kadar İslâm Sancağı dalgalanacaktır.
Bu Allah’ın ipi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bir tarafını sen tutuyorsun ve diğer tarafını Allah tutuyor. Allah ile olan bağ Kur’an-ı Kerîm’dir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘ın buyurduğu gibi:
“EL-URVETU’L-VUSKA.”
BU BOĞULACAĞIN VAKİT BİR KİMSENİN SANA KURTULUŞUN İÇİN BİR İP ATMASI GİBİDİR. SENİ DENİZ KENARINA ÇEKER VE DENİZİN ORTASINDAN KURTARIR.”
Allah’ın kurtuluş ipi “Urvetu’l-Vuska”. Kur’an’da böyle geçiyor. Dünyadaki ve ahiretteki kurtuluş ve Allah’ın sağlam ipi. Allah’ın ipinin bir tarafını Allah tutuyor öteki tarafta sen varsın. İşte Allah ile bağ kurmak. Allah o ipe tutunduğun sürece seni kendisine doğru çeker. Çünkü bu en sağlam ip Allah’ın ipidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“ONUNLA (KUR’ÂN) HÜKMEDEN ADİL OLUR VE ONUNLA KONUŞAN HAKİKATİ KONUŞUR.”
Evet, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’ân-ı Kerîm hakkında böyle buyurdu. Demek ki O Allah’ın Nûrudur. Burdaki Allah’ın Nûru Kur’ân ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tır. İkisi birdir. Bu Nûrun gelmesi yakındır İnşaallahu Teâlâ. Tüm dünya istese de istemese de o Nûr tamamlanacaktır.
Bakın yaklaşık 8 milyar insan var. Yüksek teknolojileri olduğunu söylüyorlar fakat bir virüsle baş edemiyorlar. Bir virüsü yenemiyorlar ve korku içinde yaşıyorlar.
Allah Nurunu parlattığında bunu engelleyecek olan kimdir?
Subhanallah, Subhane en-Nûru’l Hakk ve salli ala seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed.
O’nun Nûru (sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem) kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün ailesi ve sahabesi ve ümmetindedir. Ve’l-hamdulillah, ve’s- salatu ve’s-selamu alâ Rasulullah,
Allahu Teâlâ en yücedir ve en iyi bilendir
Seyyid Magdy Dawoud