Kur’an’da kafirlerin, müşriklerin, hatta şeytanların ve onların sonuncusu olarak İblisin cennete girmesi, ruh ve ruh hakkında araştırma ve insanı yaratış (insanı yaratma) türleri:
Basın mensubu bir kardeşten bana gelen bir sual ve bu suale cevap:
Sual: Şirk koştuğu, küfre düştüğü ya da isyan ettiği (günahkâr olduğu) için insan sonsuza kadar cehennemde mi kalacak?
Cevap: Aşağıdakileri söylemekle başlıyor ve sonra açıklıyoruz:
Cehennem fanidir. Sonu vardır. Kapıları bir bağ ile birbirine bağlı olup, bu kapıları rüzgârlar uçurup dağıtır. Bunu ikinci ciltte (Kur’anî Meseleler Çevresinde / KUR’AN TEDEBBÜRÜ İLE ALLAH ve Evren) ele almıştım. Aynı şekilde eserlerde yer almıştır. İbni Teymiyye dedi ki: “Orada bitkiler biter.” Oradaki herkes azabını tamamladıktan sonra, ebedi olarak cennete girer. Cennete girenlerin sonuncusu İblistir. Bunu tefsirde naklî ve akli olarak delillerle ve ayrıntılı bir şekilde açıklamıştım. Bunları aşağıdaki gibi özetle zikredelim:
Nakli Delil: İbni Kesîr Allahu Teâlâ’nın şu ayeti çevresindeki tefsirinde şöyle dedi:
“LABISINE FIHA AHKÂBĀ”
“ORADA ÇAĞLAR BOYU KALACAKLARDIR.” (NEBE-23)
Yani: Orada çağlar boyu ikamet edecekler. Ayetteki çağlar anlamında أَحْفَابًا (ahkaba) olarak gelen kelime yani أَحْقَابُ (ahkâbun) kelimesi, حقب (hukbun) çağ kelimesinin çoğuludur. Zamanın sınırlı bir sürecidir. Bu sürecin uzunluğu hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
İbni Cerîr, İbni Humeyd’den, o Mihran’dan, o Süfyân-ı Sevri’den, o Ammar ed-Duhnî’den, o Sâlim bin Ebî el-Cad’dan naklen dedi ki: Ali bin Ebi Talib hicri hilali için dedi ki:
“Allah’ın indirdiği kitaptaki el-Hukbu’yu (الحقب çağ) ne kadar görüyorsunuz?” Dediler ki:
“Onu her senesi on iki ay, her ayı otuz gün, her günü de bin yıl olan seksen yıl kadar görüyoruz.”
Ebû Hureyre, Abdullah bin Amr, ibni Abbas, Saîd bin Cubeyr, Amr bin Meymûn, el-Hasen, Katâde, ar-Rabî’ bin Enes, ed-Dahhak’tan benzer şekilde rivayet edilmiştir. Ayrıca el-Hasen ve es-Suddîden rivâyetle: “Yetmiş sene.”
Abdullah bin Amr’dan rivayetle: “El-Hukbu )الحقب çağ kırk senedir. Onun her günü sizin saydıklarınızla bin yıl gibidir.”
Aynı şekilde müfessirler Allahu Teâlâ’nın “Orada çağlar boyu kalacaklardır.” sözü hakkında dediler ki: “Orada bu el-Ahkab (الأحقَابُ) yani çağlar bittiğinde, cehennem ateşi yok olur (sona erer.)”
Ayrıca Allahu Teâlâ Beyyine suresinde. Kafirler ve mü’minler hakkında aşağıdaki gibi şöyle buyurmaktadır:
“ŞÜPHESİZ KİTAP EHLİNDEN VE MÜŞRİKLERDEN OLAN KAFİRLER, “ORADA KALICILAR” OLARAK CEHENNEM ATEŞİNİN İÇİNDE OLACAKLARDIR. İŞTE ONLAR YARATILANLARIN EN ŞERLİSİDİR. İMAN EDİP SALİH AMELLERDE BULUNANLAR İSE; İŞTE ONLAR DA, YARATILMIŞLARIN EN HAYIRLILARIDIR. RABBLERİ KATINDA ONLARIN ÖDÜLLERİ, “İÇİNDE EBEDĪ KALICILAR” OLMAK ÜZERE ALTINDAN IRMAKLAR AKAN ADN CENNETLERİDİR ALLAH, ONLARDAN RAZI OLMUŞTUR, ONLAR DA ALLAH’TAN RAZI (HOŞNUT) KALMIŞLARDIR. İŞTE BU, RABBİNDEN İÇİ TİTREYEREK KORKU DUYAN KİMSE İÇİNDİR.” (BEYYİNE, 6-8)
Ayetten anlıyoruz ki cennet ebedidir fakat cehennem ebedi değildir.
Sahâbeden (ra) bazıları da benzer şekilde söylediler.
Akli Delil:
Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini tedebbür ettikten sonra (sonuç olarak) şu bilgilere ulaştık. Allahu Teâlânın adaleti mutlaktır.
“SENİN RABBİN HİÇ KİMSEYE ZULMETMEZ.” (KEHF.49)
Allahu Teâlâ Fussilet Suresinde şöyle buyurmaktadır:
“KİM BİR SALİH AMEL İŞLERSE KENDİ LEHİNEDİR. KİM DE BİR KÖTÜLÜK EDERSE KENDİ ALEYHİNEDİR. SENİN RABBİN KULLARA ZULMEDİCİ DEĞİLDİR.”
(FUSSILET, 46)
Eğer bu iki ayeti tedebbür edersek, anlarız ki Allah âdildir. İyilik yapanı ödüllendirir. Kötülük yapanı cezalandırır. Yani kim iyi bir amel işlerse onu bulacak. Kim kötü bir amel işlerse onu bulacaktır. Bu, itikat, yakin (kesin inanma) ve mutlak teslimiyetle -nakli olarak ulemanın birliği iledir.
Bunun için eğer insanın ruhuna bakarsak, onun Adem’in (as) yaratılışından önce yaratılmış olduğunu görürüz. Aynı şekilde bütün insî ve cinni ruhların da (insan ve cinlerin ruhlarının da)…
Bu insi ve cinni ruhlar, Alemu’z-Zerr olarak isimlendirilen Alemu’l ervah’ta yani ruhlar âlemindeydi. Bu âlem, zamanın ve Ademin yaratılışından önce Allahu Teâlânın Rububiyet, Uluhiyet ve Vahdaniyetine şahit oldu ve bütün ruhları içine aldı. Bu ruhlar âlemin yaratılışından itibaren ebediyete (yani sonsuzluğa) dâhil oldu ve ölmeyecek. Yani ruhlar yaratıldığından itibaren, ebediyete dâhil olmuştur. Ruh, yaratıldığından beri Allah’ı birler bir şekilde yani Allah’ın tekliği üzere bekler. Ta ki insan ana rahminde yaratılıncaya kadar… Sonra Allah’ı birleyen ruh o belirlenen insana iner. Ruh Allahu Teâlânın tevhîdi (birliği) ve fıtratı üzere doğar. Ama büyüdüğünde, anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.
Sahih-i Muslim’de ve diğerlerinde de rivâyet edildiği gibi, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“HER ÇOCUK İSLAM FITRATI ÜZERE DOĞAR. ANCAK SONRADAN ANNE – BABASI ONU YAHUDİ, HRİSTİYAN YA DA MECUSİ YAPAR.”
O gün Allah şöyle buyurdu:
“ELESTU Bİ-RABBİKUM?”
“BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİL MİYİM?” (A’RAF,172)
Bu, bâtıl inançlardan selamettir (yani güvende olmak). Sahih (doğru) inançların kabulüdür.
Alemu’z-Zerr (ruhlar âlemi) hakkında konuşmaya gelince, aşağıdakileri söylüyoruz:
Kur’ân’da Alemu’z-Zerr:
A’raf Suresinin 172. ayeti, Kur’an’daki misak (yani sözleşme) ayetlerinden kabul edilir. Öyle ki ulema bu ayetin konusunun ana ekseninin; insanın bu maddî âlemde var olduğu dönemden önce Rabbiyle yaptığı bir anlaşma ve sözleşme çevresinde döndüğüne inanmaktadırlar. Bu sözleşme, Allah’ın Rububiyet ve tevhidini tasdiklemiştir.
Ayet:
“VE İZ EHAZE RABBUKE MİN BENÎ ADEME MİN ZUHÜRİHİM ZURRİYYETEHUM VE EŞHEDEHUM ALA ENFUSİHİM ELESTU Bİ-RABBİKUM KALÜ BELA ŞEHİDNA EN TEKÜLÜ YEVME’L-KIYAMETİ İNNA KUNNA AN HAZĀ ĞAFILIN”
“HANİ RABBİN, ADEMOĞULLARININ SIRTLARINDAN ZÜRRİYETLERİNİ ALMIŞ VE ONLARI KENDİ NEFİSLERİNE KARŞI ŞAHİTLER KILMIŞTI: “BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİL MİYİM?” DEMİŞTİ DE ONLAR: “EVET (RABBİMİZSİN), BİZ ŞAHİT OLDUK” DEMİŞLERDİ. (BU) KIYAMET GÜNÜ: “BİZ BUNDAN HABERSİZDİK.” DEMEMENİZ İÇİNDİR.”
Ayette geçen zürriyet lafzı (Alemu’z-Zerr’de zikredilen) zerr kelimesinden türetilmiştir. Toz taneleri ve küçük karıncalar gibi çok çok küçük canlılar anlamına gelmektedir.
Allahu Teâlâ’nın, Adem’in zürriyetini onun belinden çıkardığını, onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap ettiğini, onların hepsinin de “Evet (Rabbimizsin). Şâhit olduk.” diye cevap verdiğini, sonra da onlardan kendisine kulluk etmeleri ve kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları hususunda söz aldığını ve sonra onların hepsini Adem’in beline geri döndürdüğünü ifade eden bazı rivayetler mevcuttur.
Bu sözleşme, Alemu’z-Zerr’de gerçekleşmiştir ve bu alem Alemu’l-Misak yani sözleşme âlemi olarak da isimlendirilir.
Ulema dedi ki: Alemu’z-Zerr, insanlığın babası Adem’den önce yaratılan ruhlar alemidir. Her ruh sahibini bekler. Ta ki sahibi ana rahminde yaratılıncaya ve dünya hayatında doğup ruh kendisine gelinceye kadar… İnsan büyüyünceye kadar Allah’ın birliği üzeredir. Büyüdüğünde ise ya Allah’ın tevhidi yani birliği üzere kalır ya da onu değiştirir ve şirke düşer.
Dolayısıyla yukarıdan anlıyoruz ki, ruh insandaki vaktini tamamlar. Sonra Allahu Teâlâ insanı vefat ettirir. Ruh ondan ya tevhid ve (kulluk) nuru artmış olarak ya da onu kaybetmiş ubudiyet (kulluk) nuru artmış ya da onu kaybetmiş ve şirkle inkar karanlıklarına dönüştürmüş şekilde çıkar. Ruh, tek başına haşr gününü bekleyerek Allah’ın ilmi ile ruhlar âlemine döner. Sonra sahibine döndürülür. Ebediyette ona eşlik etmek üzere ona (sahibine) girer. Some ya nimetlendirilir ya da onunla azaba uğrar.
Bunun için diyoruz ki; ruh yaratıldığından itibaren, zamandan öncesinde tevhid ehlidir. Zaman dünya hayatına hastır. Ruhun zamansal olarak yaşı zamandan öncedir. Zamandan sonra da ruh ebedîdir. Dolayısıyla ruh, akıl ve idrakın, hatta içinde bulunduğu sahibinin yaratılmasından öncedir. Bu yüzden akıl, ruhu idrak etmek veya yaratılış ve zaman açısından sınırlılığı sebebiyle ruhu kuşatmaktan âcizdir. Bu nedenle El-Hakk Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“SANA RUH HAKKINDA SORUYORLAR. DE Kİ: “RUH RABBİMİN EMRİNDENDİR (İŞLERİNDENDİR). SİZE İLİMDEN YALNIZCA AZ BİR ŞEY VERİLMİŞTİR.”
(ISRA, 85)
Burada El-Hakk Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“SİZE İLİMDEN YALNIZCA AZ BİR ŞEY VERİLMİŞTİR.” (İSRA, 85)
Yani ilim, anlayışlar ve beşerî akıl kudreti; kendisinden önce mevcut olan ve aklın görmediği âlemi gören ruhu idrak edemeyecektir.
İnsan aklının yaş ortalaması yüz seneye ulaşmaz. Öyleyse sınırlı nitelikleri ve kudretiyle nasıl idrak edebilir? Öyle ki ruh ve akıl tek bir bedende var olmasına ve beden her ikisine de sahiplik yapmasına rağmen… Allahu Teâlâ’nın yaratmasında nasıl ilâhî bir icaz var… Ki Allah şöyle buyurmaktadır:
“VE KENDİ NEFİSLERİNİZDE DE. YİNE DE GÖRMÜYOR MUSUNUZ?” (ZÁRİYAT, 21)
Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“SANA RUH HAKKINDA SORUYORLAR. DE Kİ: “RUH RABBİMİN EMRİNDENDİR (İŞLERİNDENDİR).” (ISRA 85)
Demek ki Allah Subhanehu, burada ruh hakkında araştırmanın ve onun hakkında tefekkür etmenin kapısını kapatmadı. Aksine ne olursa olsun sınırlı aklımızla da olsa bize ruh hakkında araştırmamızı söylüyor. Ruha ulaşamayacağız. O Allah’ın işlerinden bir iştir. İnsan onu görmekten ve onun mahiyetine, sırlarına ulaşmaktan acizdir. İnsana düşen, ruh hakkında araştırmanın insana haram olduğunu söyleyenlerin görüşünü reddetmektir. Hatta Kur’ân ayetleriyle ruhun durumunu tedebbür etmek bizim görevimizdir ki, Allahu Teâlâ’nın emrine itaat ederek kendi nefislerimizde olanları bilelim ve Allahu Teâlâ’nın bizdeki i’cazını görmek için onlara bakalım diye.
Sonuç:
Şu gerçektir ki, nakli olarak ve tedebbür olarak zikrettiklerimizi Kur’ânî delillerle suladığımızda, insanın ve cinlerin ruhunun (teklif, hesap, mükafat, ceza, Cennet, Cehennem ile yükümlü), A’raf suresi 172. âyette: “EVET. ŞAHİD OLDUK.” dediğinden beri mü’min olduğunu anlamaktayız.
İnsan ana rahminde yaratıldığı zaman, ruh ona Allahu Teâlâ’nın Vahdaniyetine şahit olarak ve Allah’ın birliği (tevhidi) üzere ruhlar aleminden iner. İnsan doğduğunda, ruh ona Allah’ın tevhidi üzere iner. Büyüyünceye kadar Allah’ın birliği yani tevhid hakikati üzere kalır. Büyüdüğünde kendi seçimiyle ya ruhun fıtratı olan tevhid üzere kalmaya devam eder ya da aklın seçimiyle muhalefet eder. (zıttına gider). Akla bağlı seçimle, emanete ihanet ederek şirk ve inkâra gider. Eğer aklın yönlendirmesiyle fıtrat üzere kalmayı seçer, bağlı seçimi de Allah’ın program (yolu) üzere olur ve Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) uyarsa, emaneti korumuş ve kendini kurtarmıştır.
Farz edelim ki burada insan aklı şirki ve inkârı seçti. Organları da gittiği yöne sürükledi. Ruh bu insanın içinde. Tevhid nûru, inkâr ve şirk olunca ruhtan çıkar gider. Öyleyse burada şunu kabul ediyoruz:
Bu insan, zamandan ve Adem’in yaratılışından önce ibadet etmiş ve Allah’ı birlemiş ruhunun yaşına rağmen, kendisini kapsayan her şeyle yüz sene de yaşasa onu müşrik görürüz. Eğer insan, ruhuyla ebedî olarak Cehenneme girse, ruha zulüm olur ve Allahu Teâlâ’nın adâletiyle çelişkili olur. Öyleyse Allah’ı birleyen isyansız (günahsız) ruh nasıl ebedî olarak Cehennemde kalabilir? Zaman ve mekânı aşan ve bu ikisinin yaratılışından önce var olan ruh, Allahu Teâlâya kulluk etmiştir!
İstisnasız her şeyi kuşatan Allahu Teâlâ’nın adâlet, izzet ve rahmetine göre; müşrik ve kâfirlerin ya da onların dışındaki diğer insan ve cinlerin sonsuza kadar Cehennemde kalmayacağını anlıyoruz. Hatta Cehennem de ebedi değildir ve fânidir. Cehennem ehli yaptıklarının karşılığını ödeyinceye kadar, çağlar boyu orada kaldıktan sonra, Allah’ın adâleti ve gazabını geçen rahmeti sonucu cennete girer. Ruhun, zamanı aşan bir süreçte Allah’ın Ulûhiyet ve Rubûbiyetini birlemesi ve yaptığı kulluk üzere, yine ruhun hakkı için Cennete girer. Dolayısıyla ruh bedene girmeden ve akıl baliğ olmadan önceki tevhid ehli oluşunun mükafatını elbette alacaktır.
Cinlerin, hatta şeytanların durumu da benzer şekilde. Onların ruhları da insanların ruhları ve Cehennemden çıkacak olanların sonuncusu İblis (Azazil) gibidir. Çünkü İblis, Adem ve zaman yaratılmadan önce meleklerin içinde dahi en çok kulluk edendi. Adem yaratıldıktan sonra İblis kibirlendi ve isyan etti.
Dünya hayatı boyunca insanlardan ve cinlerden birçoğunu saptırdı. Bu yüzden tå kıyamet gününe kadar onları saptırması ve kendisinin de sapkınlığı nedeniyle azap ile cezalandırılacaktır. Bu, azap olarak Cehennem ehlinin göreceği azabın en şiddetli, en çok ve en uzunu olacak. Cehennemden çıkacak olanların sonuncusu odur. Cennete giriş sebebine gelince; Allah’ın adâleti ve istisnasız her şeyi kuşatan rahmeti çerçevesinde (“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır”), sapkınlık etmesinden önce Allah’a yaptığı ibadetin karşılığının hakkı olarak- ona verilmesi içindir.
Sonra Cehennem ateşi söner. Toprağa dönüşür. Bir bağ ile birbirine bağlı olan kapılarını rüzgârlar uçurup dağıtır.
İbni Teymiyye dedi ki: “ORADA OTLAR BİTER”
Kıyamet günü onun üzerinde, kâfirler bunu gördüğünde anlarlar ve ne derler?
“KAFİR DER Kİ “KEŞKE TOPRAK OLSAYDIM!” (NEBE, 40)
Ulemadan bazıları dedi ki: keşke ben yaratılmasaydım. Daha doğrusu; keşke yaratılmamış olsaydım ya da Cehennem yok olduktan yani ateşi bittikten sonra kalan toprak olsaydım, hatta Cennete girmesem bile…
Öyle ki surenin isminin ve ayetlerin tedebbür mânası da bu mânâyâ çıkar ve buna işaret eder. Ki kâfır kıyamet günü ebedî yeniden yaratış aklıyla her şeyi bilecek. (El-Halku’l-Cedîd: yeniden yaratış)
“EFE’AYINA Bİ’L-HALKİ’L-EVVEL BEL HUM FI LEBSİN MİN HALKİN CEDID”
“İLK YARATMADA BİZ ACİZ Mİ KALDIK Kİ? HAYIR, ONLAR YENİ BİR YARATIŞTAN ŞÜPHE İÇİNDELER (KAF15)
İnsanı yaratış üçtür:
1. El-Halku’l-Evvel (Birinci yaratış):
Adem (as) hiçbir gelişme, doğma aşamasından geçmeden, tam bir adam olarak yaratıldı. Ondan da Havva (kendi sureti üzere) yaratıldı.
2. El-Halku’l-Ahar (Diğer/Başka Yaratış):
Mü’minün suresinde zikredildiği gibi, ben ve sen, bu ve onlar anne babadan doğarak ve gelişim aşamalarından geçerek yaratıldık.
“GERÇEKTEN BİZ İNSANI, BALÇIKTAN SÜZÜLMÜŞ BİR ÖZDEN YARATTIK, SONRA ONU GÜVENLİ VE SAĞLAM BİR MEKANDA BİR NUTFE KILDIK. SONRA O SU DAMLASINI BİR ALAK (EMBRİYO) OLARAK YARATTIK; ARDINDAN O ALAKI BİR ÇİĞNEM ET PARÇASI OLARAK YARATTIK; DAHA SONRA O ÇİĞNEM ET PARÇASINI KEMİK OLARAK YARATTIK; BÖYLECE KEMIKLERE DE ET GİYDİRİP (DONATTIK); SONRA “BİR BAŞKA YARATIŞLA” ONU İNŞA ETTİK. YARATICILARIN EN GÜZELİ OLAN ALLAH NE YÜCEDİR. SONRA BUNUN ARDINDAN SİZLER ELBETTE ÖLECEK OLANLARSINIZ. SONRA SİZ, KESİNLİKLE KIYAMET GÜNÜ DİRİLTİLECEKSİNİZ. ANDOLSUN BİZ SİZİN ÜZERİNİZDE YEDİ YOL YARATTIK VE BİZ YARATMAKTAN GAFİLLER DEĞİLİZ.” (MUMINÜN, 12-17)
3. El-Halku’l-Cedid (Yeniden Yaratış):
Bu yaratma, kıyamet günündeki dirilmede insanın ebediyet, ferahlık, azap, Cennet ve Cehennemi yüklenmesiyle olan yaratıştır. Allahu Teâlâ’nın Kâf suresinde buyurduğu gibi:
“İLK YARATMADA BİZ ACİZ Mİ KALDIK Kİ? HAYIR, ONLAR YENİ BİR YARATIŞTAN ŞÜPHE İÇİNDELER.” (KAF.15)
Doğal olarak bu üç tür yaratmanın her birinin kendine has nitelikleri ve mahiyeti (içine aldıkları) var ve şu anda konumuz bu değil.
Bu yaratmanın çeşitli olması, Allah’ı inkâr eden bir inkârcının hâşa ki Allah Subhanehu’nun aciz olduğunu iddia edememesi içindir. Öyle ki Allah, erkek olmadan tek bir kadından da bir insan yaratır. Allah Subhanehu ve Teâlâ Seyyidinâ İsa’yı (as) erkeksiz tek bir kadından yarattı. Öyle ki yine Ademi ne erkek ne de kadın, ikisi de olmadan topraktan yarattı. Onun neslini de sudan kıldı. Havva’yı (as) kadınsız tek bir erkekten yarattı. Yaratış türlerinin dairesini, yaratma şekil ve evrelerini tamama erdirmek için, kalan insanlığı senin benim gibi bir adam ve bir kadından yarattı.
Ki sonra bir inkârcı çıkıp da Allah’ın kudretsiz olduğunu ya da bu yaratma hususunda eksik olduğunu iddia edemesin diye… Böylelikle Allah’ın her türlü yaratmasını görmüş olduk. Allah Subhanehu’nun bizim bilemediğimiz çokça hikmeti vardır.
Rabbim, eğer Senin Kitabının ayetlerini tedebbürümde isabet ettirdiysem, bu senin fadlındandır. Eğer hata yaptıysam benim cahilliğimdendir. Rabbimiz eğer unutursak ya da hataya düşersek bizi sorumlu tutma…
Allahu Teâlâ en yücedir ve en iyi bilendir
Seyyid Magdy Dawoud