Kur’an-ı Kerim’de el-Medine şehir anlamında, el-Karye ise köy anlamında geçer. Allahu Teâlâ burada şehirdeki kadınlar buyurmaktadır. Karye’deki dememektedir.
El-Medine Kur’an’ı Kerim’de, tarihte ve lisanda ne anlamlara gelir?
Bunu izah etmek için Biznillahi Teâlâ şöyle başlarız. El-Medine genel anlamıyla hükümet şehridir. Kraliyet, saltanat ve yönetim şehridir. Ofislerin, yönetimlerin olduğu yerlere Medine denir. Bir devletin başkenti Medinedir. Kralın sarayı veya hükümet binası orada olur. Bütün eşrafı, prensleri, papazları, keşişleri, kahinleri de şehir de olur. Mesela İstanbul ve Ankara şehirleri gibi. Medine İstanbul ya da Medine Ankara’da denilebilir.
Kur’an’ı Kerim’de Medine denildiğinde başkenttir. O diğer şehirlerin ve köylerin merkezidir. Daha fazla ileriye gittiğinde şehirlerin yanında köyler vardır. Köyler de keçi koyun, sığır gibi insanların istifade edeceği hayvanların beslenme alanları da vardır. Aynı günümüzde olduğu gibi hayvancılık ve tarım ile geçinilmektedir.
Ancak Kur’an’ı Kerim’de şehir övülmekte ve sevilmektedir. Nasıl ki Medine-i Münevvere çok övülmektedir, şehirler de genel olarak övülmektedir. El-Medineler övülürken el-karyeler yani köyler değersiz görülür ve sevilmez. Çünkü onlar fesatla bağlantılıdır. Medine’de yönetim vardır. Yöneticiler, ofisler ve teknolojiler vardır. Doktoru, ilacı, eğitimi, her türlü disiplin vardır. Herkesin düzenli işi ve uğraşısı vardır. Herkes kendi işiyle gücüyle meşguldür. Medenidirler, köydekiler gibi birbirleriyle pek uğraşmazlar. Köy halkı ise kendi işleriyle uğraşır ama birbirleri ile de çok uğraşırlar. Onlar ürettiklerini şehirlere yollayıp para kazanıp ihtiyaçlarını alırlar. Bir nevi köyler şehirlerin hizmetçileridirler.
Güney Mısır’da bulunan Luksor şehri çok eskiden Mısır’ın başkenti ve ismi de Tayyibe idi ve Şemsu’l-ayn yani güneşin gözü denilen yerde idi. Musa (as) zamanında başkent şimdiki Zagazik isimli şehrin olduğu yerdeki Talbasta isimli şehirdi. O bölge Nil deltasının doğusundadır. Burası aynı zamanda Musa’nın (as) doğup ve büyüdüğü yer. Yûsuf (as)’un zamanındaki başkent ise Avrupa dillerinde Memfis olarak geçen şimdiki piramitlerin bulunduğu Giza bölgesi idi. Kraliyetin en son başkenti de Sina’da idi.
Kültür ve medeniyet bağlamında El-Medine’ye şehir sözcüğü köy sözcüğünden daha yakındır. Medine’yi iki bağlamda değerlendirmek gerekir.
Birincisi: Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bir şey için hayra, iyiliğe atıf yaptığında medine olarak zikreder. Ama fesat ve kötülüğü ifade etmek istediğinde ise oraya köy, karye diye hitap eder. İsterse dünyanın en büyük ve gelişmiş şehri de olsa eğer fesat ve şerle anılacaksa o şehre Allahu Teâlâ köy demektedir.
İkincisi: Medine (şehir) yönetim binalarının bulunduğu, eğitim imkânlarının olduğu ve büroların, çeşitli iş yerlerinin, meslek erbabının yaşadıkları oturma alanlarına medine denilir. Bu şehirlere Kur’ân-ı Kerim her zaman olumlu bakmış ve olumlu ifade etmiştir. Karyeleri, köyleri ise negatif olarak zikretmiştir. Zulümle ve fesatla bağlantılı olarak ifade etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’deki köylere örnek olarak Enbiya suresi 11. ayeti verelim:
“BİZ ZULMETMEKTE OLAN NICE KÖYLERİ KIRIP GEÇİRDİK VE ONLARDAN SONRA BAŞKA BAŞKA TOPLUMLAR MEYDANA GETİRDİK.” (ENBİYA, 11)
Nahl suresi 12’de ise:
“ALLAH ŞÖYLE BİR KÖYÜ MİSAL VERDİ. ORASI GÜVEN VE HUZUR İÇİNDE İDİ. ORAYA HER TARAFTAN BOLCA RIZIK GELİRDİ. FAKAT ALLAH’IN NİMETLERİNE NANKÖRLÜK ETTİLER. BU YÜZDEN YAPTIKLARINA KARŞILIK ALLAH ONLARA ŞİDDETLİ AÇLIK VE KORKU IZDIRABINI TATTIRDI.” (NAHL, 12)
A’raf suresi 96:
EĞER O KÖYLERİN HALKLARI İMAN ETSELER VE ALLAH’A KARŞI GELMEKTEN SAKINSALARDI ELBETTE ONLARIN ÜSTÜNE GÖKTEN VE YERDEN NİCE BEREKETLERİN KAPILARINI AÇARDIK. FAKAT ONLAR YALANLADILAR. BİZ DE KENDİLERİNİ İŞLEDİKLERİ GÜNAHLARINDAN DOLAYI YAKALAYIVERDİK.” (A’RAF, 96)
Mekke bütün arzın en mübarek yeridir. Allahu Teâlâ’nın evinin bulunduğu, Müslümanların kıblesine ev sahipliği yapan yerdir. Mekke köylerin anası olarak zikredilir.
Mekke’nin insanı çok serttir. Sertlik, katılık bakımından dünyanın en sert insanlarındandır. Ta baştan beri hatta günümüze kadar buna hacca gidip geldikçe şahit olduk. Mekke’nin insanları -Allah’ın kendilerine rahmet ettikleri müstesna- çok sert ve katıdırlar.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın sevgilisi, alemlere rahmet olan, insanlığın değil bütün mahlukatın en zarifi, en incesi, en iyi muameleye tâbi tutulması gerekenine nasıl baskı uyguladılar ve ne sertlikle ve ne katılıkla muamele ettiler… İnkâr ettiler, zulüm yaptılar. Her türlü galiz-kaba davranışlarda bulundular. Kötü Sözler sarf ettiler ve öldürmek istediler. Ta ki sonunda Medine’ye, Yesrib denilen şehre hicret etmek zorunda bıraktılar. Allahu Teâlâ oraya El-Medine El-Münevvere dedi. Parlak, parıldayan, ışılayan Medine. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nuruyla parlayan Medine… Allahu Teâlâ Eş- Şura suresinin 7. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır.
“…BÖYLECE BİZ SANA ARAPÇA BİR KUR’AN VAHYETTİK Kİ KÖYLERİN ANASI OLAN MEKKE’DE VE ÇEVRESİNDE BULUNANLARI UYARASIN.” (ŞURA. 7)
Zulmün anası Mekke. Tabii ki arzın, toprağın bir suçu yok. Bu oranın insanlarına mecazdır ve şimdilerde Mekke’yi kimler yönetiyor? Bir bakar mısınız? Bütün yöneticilerine, prenslerine, kralına, polislerine bakar mısınız? Ne tür bir zulmün, zulümatın, fesadın yapıldığı, yaşandığı bir yer haline gelmiş görür müsünüz? Ama bu böyle devam edip gidecektir. Çünkü Allahu Teâlâ da oranın öyle olduğunu bildiği için köylerin anası demiştir.
Tabii ki burada bir incelik gerekir. Orda her yaşayan illa kötü anlamında değil veya oraya gidenler de kötü değil. Orası en mübarek yer. Arzın en mübarek noktası; Kâbe-i Muazzama’nın, Mesicidi’l-Haram’ın, Beytullah’ın olduğu yerdir orası. Ancak burada oranın yöneticilerine ve insanlarına, eşrâfına Kur’ânî bir gönderme var… Onların katılığı, zalimliği ifade edilmektedir.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’den çıkarken Kâbe’nin yanına gelmiş ve ona bakarak şöyle demişti:
“ALLAH’IN YARATTIĞI ŞEYLER IÇINDE EN ÇOK SEVDIĞIM YER SENSIN, EĞER BURANIN HALKI BENI (ZORLA) ÇIKARMASAYDI, BEN KENDILIĞIMDEN ÇIKMAZDIM.” (HEYSEMI, MECMAUZ-ZEVAID, 3/283)
Şimdi de şehirler üzerine Kur’ân-ı Kerimden örnekler verelim. Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerimde El-Medine şehir dediğinde adalete, hayra, iyiliğe, berekete gönderme yapmış ve pozitif olumlu konularla bağlamıştır.
“ŞEHRİN ÖBÜR UCUNDAN BİR ADAM KOŞARAK GELDİ VE ŞÖYLE DEDİ: ‘EY KAVMİM, BU ELÇİLERE UYUN.” (YASIN, 20)
“ŞEHRİN ÖBÜR UCUNDAN KOŞARAK BİR ADAM GELDİ: ‘EY MUSA, İLERİ GELENLER SENİ ÖLDÜRMEK İÇİN ARALARINDA SENİN DURUMUNU GÖRÜŞÜYORLAR. ŞEHİRDEN HEMEN ÇIK. ŞÜPHESİZ BEN SANA ÖĞÜT VERENLERDENİM.’ DEDİ.” BUYRULMAKTADIR. (KASAS, 20)
Yasin suresi 20’de, Kasas suresi 20. ayetinde olduğu gibi şehrin öbür ucundan koşarak bir adamın geldiğinden bahsediliyor. İşte bu Kur’ân’ın icazıdır. “Min aksa’l-medine…” Yani şehrin öbür ucundan, uzağından… Kasas suresinin 20. ayetindeki hitap kime? Tedebbürsüz bunu anlamamız mümkün değil. O halde burada tedebbür yapmak zorundayız. Yasin 20’de bilemiyoruz kime denildi. Ancak Kasas 20’de hitabın kime olduğu anlaşılıyor. Çünkü cümlenin açılımı ziyadeleşiyor, fazlalaşıyor. Cümle çoğalıyor. Cümlenin kelimeleri çoğalıyor. Allahu Teâlâ ne buyuruyor?
“ŞEHRİN ÖBÜR UCUNDAN KOŞARAK BİR ADAM GELDİ. ‘EY MUSA, İLERİ GELENLER SENİ ÖLDÜRMEK İÇİN ARALARINDA SENİN DURUMUNU GÖRÜŞÜYORLAR. ŞEHİRDEN HEMEN ÇIK. ‘ŞÜPHESİZ BEN SANA ÖĞÜT VERENLERDENİM.’ DEDİ.”
(KASAS, 20)
Buradaki koşarak gelen adam Firavunun sarayındaki mü’mindir. Firavunun o ölüm olayından dolayı yola çıktığını Musa (as)’yı aradığını bildirmektedir. Musa (as) kaçıp gitsin, kendisini kurtarsın diye uyarmıştır. Şu i’câza bakar mısınız? Yasin’de de 20. âyet El-Kasas’da da da 20. ayet.
“…VE ŞEHRİN ÖBÜR UCUNDAN KOŞARAK GELEN ADAM…”
“…EY KAVMİM, BU ELÇİYE UYUN…”
Gerçekleri söyleyen o elçi Musa (as)’dır. O koşup gelenin de Firavun sarayında yaşayan, Firavun ailesine mensup, Allahu Teâlânın mü’min diyerek bahsettiği şahıstır. Burada Allahu Teâlâ niçin şehir, şehrin öbür ucundan dedi? Çünkü gelen adam hayırla, peygamberi öldürülmekten kurtarmak için geldi. Tabii ki bu hayırdır ve bunu şehirle andı. Şehrin öbür ucundan gelen adam dedi. Köyün öteki ucundan gelen demedi.
El-Hadır (as)’da da bunu görmekteyiz. Allahu Teâlâ, “bir köyün yanından geçerken” buyurmakta. Kötü insanlara rast geldiler ve yıkık bir duvar gördüler. Düşmek üzere, yıkılmak üzere olan çatlak bir duvar gördüler. Bunun üzerine Musa (as) ve El-Hadr (as) o duvarı inşa ettiler. Ama tekrar o duvarın inşasının tevili yapılırken medine olarak zikredilmektedir. Baştan köy deniliyor. Sonradan şehir deniliyor. İşte bu da Kur’ân’ın i’câzından bir i’câzdır. Çünkü o mekân, kötü insanların yanından geçip giderken, yıkılmak üzere olan çatlak duvar köy olarak ifade edildi. Sonradan inşâ kısmına gelince o duvara, mekâna şehir denildi. Çünkü artık tamirat olmuştur. Yapım vardır, yıkım değil.
Orada miras olarak yetim çocuklara ait hazine vardı. Duvar yıkılsaydı şer olacaktı. O hazineler başkaları tarafından bulunup alınacak ve o çocuklara ulaşmayacaktı. Çocukları için salih anne babadan miras kalmış hazine vardı. Tamirattan sonra tekrar her şey düzene girdi ve ıslah oldu. Bunun için de köy şehre dönüştü, şehir olarak ifade edildi.
Seyyid Magdy Dawoud