Nefsin hangi elbiseyi ister?
Dünyevî ve şeytanî elbiseyi mi yoksa kurtuluş kıyafeti olan takva elbisesini mi?
İblisin ya da herhangi bir şeytanın bir insanı dalalete götürmeye ya da haram işletmeye gücü yettiğini kabul edemiyorum… Bu yanlıştır ve haksızlıktır.
Şimdiki yüksek teknoloji ve imkanlar (kolaylıklar) şeytanın metotlarını insanlara karşı kullanmasını oldukça engellemektedir. İnsanlarını yaşam tarzları zaten Allah yolunu yaşamalarını zorlaştırmakta şeytana gerek bıraktırmıyor.
Örneğin Hacca gitmek artık yüksek teknoloji sayesinde çok kolaydır. Uçakla gidip oradan araba ile devam ederek varıp haccınızı yapmanız mümkündür. Orada dondurmasına kadar lüks yemekler, kalacak yer, klima vs. her şey vardır. Ama bazıları hatta Müslümanların çoğu hacdan aslında hemen hemen bir gezme, alışveriş, dinlenme, izin vs… gibi bir şey olarak algılandığına şahit oluyoruz.
Aynı şekilde klimalı ortamda namaz kılmak, sıcak-soğuk suyun olması, mikrofonun olması vs… gibi kolaylıklar varken…
Aynısı iş yerleri, okullar, üniversiteler ve hayatımızın her türlü alanı için de geçerlidir. Gebelikten doğuma, ölüme ve defnedilmeye kadar, evlilikten tutun da öldükten sonrasına kadar her şey ama her şey yüksek teknoloji sayesinde o kadar kolaylaştı ki… Ama bizler buna rağmen şükürsüzüz. İbadet konusunda tembeliz ve bir de üstelik tembelliklerimizden ve günah-meyillerimizden şeytanı suçlu tutuyoruz…
Şu anki yaşam tarzımızı, hayatın imkanlarını ve atmosferi binlerce sene öncesi olan hayat ve insanlarla bir kıyaslayalım. Bakın piramitler 2 milyon 500 bin küçük taşlarla nasılda yapılmış. Onlardan bazısı 450 km’den 18 ton ağırlığında kireçtaşı dağlarından kesilmiştir. 139 metre yüksekliğindeki binalara 10.000 metre dönüm üzerine yapılan piramitlere, tapınaklara, dikilitaşlara, mimari ve sanatlara vs bakınız. Aynı şekilde bütün bilim dalları ve yaşam tarzlarına bir bakınız…
Bu nedenle Allahu Teâlâ bizden Kur’an’ı Kerim’in farklı yerlerinde bu tür kültürlere ve ürünlere bakmamızı ve ibret almamızı istiyor, bunlardan bir örnek verelim:
Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“YERİÇİNDE BİR GEZMEDİLER Mİ? BAKSALAR YA KENDİLERİNDEN ÖNCEKİLERİN SONLARI NASIL OLMUŞ? ONLAR YERİÇİNDE GEREK KUVVETÇE VE GEREK ESERCE KENDİLERİNDEN DAHA ÜSTÜNDÜLER. ÖYLE İKEN ALLAH ONLARI GÜNAHLARI SEBEBİYLE TUTUP ALIVERDİ. KENDİLERİNİ ALLAH’IN AZABINDAN KORUYACAK BİRİ BULUNMADI”
(MÜMİN, 21)
Bu sadece Mısır’daki piramitler için geçerli değildir. Dünyanın farklı yerlerinde daha nice ibretlik yapılar vardır. Örnek olarak Türkiye (Kapadokya) ve başka şehirlerde, Çin’de, İtalya’da, Yunanistan’da, Hindistan’da, Irak’ta vs…
Bir de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın Mekke’den Medine’ye 450 km. mesafelik hicretine bakalım. O havada ve o şartlarda nasıl hicret ettiğini idrak edelim. Müslümanların o günün şartlarında nasıl Hac yaptıklarına, savaşlarına vesaire bakalım.
Ya da Osmanlı’nın hayatın her alanında olan mimarisi, savaşları, ekonomisi, sanatları, ülkeler kurmaları vesairesini günümüz ile kıyasladığımızda, o halde onlarda nasıl bir teknoloji vardı ki?
Bizi bizden önce yaşayan insanlarla kıyasladığımız zaman çokça soru çıkıyor ortaya.
- Onlar ayrı insanlardı ve günümüz insanları ayrı insanlar mıyız?
- Kur’an o zamanda bugünden farklı mıydı?
- Onlar neden öyleydi, biz neden böyleyiz? Ve hakeza…
- Küçücük bir şey bizi neden hasta ediyor ve sorun yaratıyor?
- İblîs bizim zamanımızda yeni mi doğdu?
- Aynı şekilde şeytanın topluluğu bizim zamanımızda yeni mi geldi?
- Bizler neden hiçbir alanda (konuda) mükemmel değiliz, telaşlıyız, rahatsızız, unutkanız ya da neden küçücük bir rüzgâr olsa soğuk alsak hemen hastalanıyoruz vs. Neden çok kötü alışkanlıklarımız var, neden gençler evlilikte gerekli kurallara uymuyorlar ve görevlerini yerine getirmiyorlar. Ne kadınlar tam kadın ne de erkekler tam erkek.
Moda söz: Şeytan benimle beni etkiledi ya da aklımı çeldi diyorlar! Bu şeytandan mıdır?
Ama maalesef şeytan onların yaptıklarından; suçlarından, hatalarından, günahlarından, sapmalarından ve bahanelerinden… sorumlu değildir; bilakis şeytan bu tür suçlamalardan azadedir, azadedir, azadedir (suçsuzdur). Bunu anlayabilmeniz için şöyle diyoruz:
1. İki hizip (taraf) vardır:
- Allah’ın tarafı ve bağlıları:
- Şeytanın tarafı ve bağlıları:
Her tarafın metotları vardır, aynı şekilde gıdası vardır.
2. İnsan İslam üzere ve tevhidin doğal hali üzere doğar.
3. İnsan akıl-baliğ olup da karar verme iradesine sahip olduktan sonra yani seçim yapacak yaşa gelince ya Allah’ın onu yarattığı gibi Allah’ın tarafını ya da nefsini (hevasını) seçer. Allahu Teâlâ’nın Kur’an’da bahsettiği gibi. Bu heva insanın kendi içinin derinliklerinden gelir. Bu nasıldır?
Cevap şu şekildedir: Onun aklı bir şeyin ya da amelin iyi ya da kötü olduğunu, helal ya da haram olduğunu anlar ve bununla ilgili her şeyi araştırıp sorarak helal ya da haram olduğunu öğrenmeye çokça imkân ve olanakları vardır.
Aklın ne özrü ne bahanesi vardır.
Ama maalesef bazıları ne sormak için ne araştırmak ne de bilmek için kendini yormak istemiyorlar.
İşte onlar kendi içlerinde olan ve haramı arzulayan öte yandan helali terk eden hevalarını takip ediyor ve onun yolundan gidiyorlar.
Onlar Allahu Teâlâ’nın değil hevalarının yolundan gidiyorlar.
Onların Rabbleri hevalardır.
Ve onlar Allahu Teâlâya değil hevalarına kulluk ediyorlar.
Allahu Teâla’nın Furkan suresinin 43. ayetinde buyurduğu gibi:
“HEVASINI KENDİSİNE İLAH EDİNENİ GÖRDÜN MÜ?
ŞİMDİ ONA SEN Mİ VEKİL OLACAKSIN?”
(FURKAN, 43)
Allahu Teâlâ bu tür konulara Kur’an’ın birçok bölümünde yer vermişti. Allah bize bununla onların içlerinde kendi iradeleri ile kalplerinin emanete hıyanet ettiğini gösterir ki bu kalbin (günahları) sevmeye başlaması ile başlar, fuadlarını kaplar ve sonra kanlarından kalbe doğru akar ve bütün vücuda pompalanır. İşte ondan sonra irade aklın bütün organları yönlendirmesini sağlar ve haramları işletir.
Bu tür insanlar hevalarına hizmet ederler.
Peki bu durumda şeytan ve avanesini nereye koymalı?
Şeytan sana tarafına davetiye olarak ancak arada bir kısa mesajlar gönderebilir. Yani sadece işaretlerle seni davet eder ya da sessizce çağırır seni ve sen ise hiç düşünmeden hemen kabul edersin. Sonra hemen koşa koşa onun tarafına katılırsın. Halbuki o sana sadece işaret verdi ya da sessizce çağırdı, zorlamadan. Peki şimdi kim suçlu?
O yüzden Allahu Teâlâ bizleri buna karşı uyarıyor ve bizlere her şeyi apaçık bir şekilde gösteriyor. Küçük bir örnek olarak İbrahim suresinin 22. ayetine bakalım:
İŞ BİTİNCE ŞEYTAN ONLARA ŞÖYLE DİYECEK: “ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH SİZE GERÇEK OLANI VAAD ETTİ, BEN DE SİZE VAAD ETTİM, AMA SONRA CAYDIM! ZATEN BENİM SİZE KARŞI BİR GÜCÜM YOKTU. ANCAK BEN SİZİ (KÜFÜR VE İSYANA) ÇAĞIRDIM, SİZ DE GELDİNİZ. O HALDE BENİ KINAMAYIN, KENDİ KENDİNİZİ KINAYIN! NE BEN SİZİ KURTARABİLİRİM NE DE SİZ BENİ KURTARABİLİRSİNİZ! BEN, ÖNCEDEN BENİ ALLAH’A ORTAK KOŞMANIZI DA KABUL ETMEMİŞTİM.” DOĞRUSU ZALİMLER İÇİN ACI BİR AZAB VARDIR!
(İBRAHİM, 22)
4. İki sevgi rehberi vardır:
Biri Allah’ın sevgi rehberidir ki Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yolundan gitmektir.
“DE Kİ, SİZ GERÇEKTEN ALLAH’I SEVİYORSANIZ BANA UYUN Kİ, ALLAH DA SİZİ SEVSİN VE SUÇLARINIZI BAĞIŞLASIN. ÇÜNKÜ ALLAH ÇOK ESİRGEYİCİ VE BAĞIŞLAYICIDIR.”
(ÂL-İ İMRÂN, 31)
İkinci sevgi ise heva ile nefsinin sevgisidir.
Allahu Teâlâ’nın Furkan suresinin 43. ayetinde buyurduğu gibi:
“HEVASINI KENDİSİNE İLAH EDİNENİ GÖRDÜN MÜ? ŞİMDİ ONA SEN Mİ VEKİL OLACAKSIN?”
5. Buradan Allah’ın tarafı ve şeytanın tarafı olmak üzere iki taraf çıkıyor. Asıl olarak var olan gerçek; senin nefsinin kendi iradesi ve isteği ile seçip gittiği yol ile şeytanın hiçbir alakası yoktur, ancak taraf olarak şeytanî tarafta sayılırsın.
6. Kur’an-ı Kerim’de buna işaret eden bazı örnekler:
“EY İMAN EDENLER! ADALETİ AYAKTA TUTAN VE KENDİNİZ, ANA-BABANIZ VE YAKIN AKRABANIZ ALEYHİNE DE OLSA, YALNIZ ALLAH İÇİN ŞAHİTLİK EDEN KİMSELER OLUNUZ. ZİRA ZENGİN DE OLSA, FAKİR DE OLSA, ALLAH İKİSİNE DE (SİZDEN) DAHA YAKINDIR. NEFSİNİZİN ARZUSUNA UYARAK ADALETTEN UZAKLAŞMAYIN. EĞER (ŞAHİTLİK EDERKEN) DİLİNİZİ EĞER, BÜKERSENİZ VEYA ÇEKİNİRSENİZ, ŞÜPHESİZ ALLAH YAPTIKLARINIZDAN HABERDARDIR.”
(NİSA, 135)
“EY DAVUD! GERÇEKTEN BİZ SENİ YERİÇİNDE BİR HALİFE YAPTIK. ARTIK İNSANLAR ARASINDA HAK İLE HÜKÜM VER. KEYFE, ARZUYA UYMA Kİ, SENİ ALLAH YOLUNDAN SAPTIRMASIN. ÇÜNKÜ ALLAH YOLUNDAN SAPANLAR, HESAP GÜNÜNÜ UNUTTUKLARI İÇİN KENDİLERİNE ÇOK ŞİDDETLİ BİR AZAB VARDIR”
(SAD, 26)
“ÇÜNKÜ ŞEYTAN SİZE DÜŞMANDIR. SİZ DE ONU DÜŞMAN TUTUN. O ETRAFINA TOPLANAN TARAFTARLARINI ANCAK CEHENNEMLİKLERDEN OLSUNLAR DİYE DAVET EDER.”
(FATIR, 6)
“ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İNANAN BİR MİLLETİN, BABALARI, OĞULLARI, KARDEŞLERİ YAHUT AKRABALARI DA OLSA ALLAH’A VE RESULÜNE DÜŞMAN OLANLARLA DOSTLUK ETTİĞİNİ GÖRMEZSİNİZ. ONLAR O KİMSELERDİR Kİ ALLAH KALBLERİNE İMAN YAZMIŞ VE ONLARI KENDİNDEN BİR RUH İLE DESTEKLEMİŞTİR. ONLARI, ALTLARINDAN IRMAKLAR AKAN CENNETLERE SOKACAK, ORADA EBEDÎ KALACAKLARDIR. ALLAH ONLARDAN RAZI OLMUŞ, ONLAR DA O’NDAN RAZI OLMUŞLARDIR. İŞTE ONLAR ALLAH’IN HİZBİ (TARAFI)’DİR. İYİ BİL Kİ, KURTULUŞA ULAŞACAK OLANLAR, ALLAH’IN HİZBİDİR.”
(MÜCADELE, 22)
“KİM ALLAH’I, O’NUN RESULÜNÜ VE MÜMİNLERİ DOST EDİNİRSE, (İYİ BİLSİN Kİ) ALLAH’IN TARAFTARLARI GALİP GELECEKLERDİR.”
(MAIDE, 56)
SUÇLU OLAN KİM? SENİN NEFSİN Mİ YOKSA ŞEYTAN MI?
Allahu Teâlâ Cuma suresinin, 11. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“BİR TİCARET VE EĞLENCE GÖRDÜKLERİ ZAMAN HEMEN DAĞILIP ONA GİTTİLER VE SENİ AYAKTA BIRAKTILAR. DE Kİ: “ALLAH’IN YANINDA BULUNAN, EĞLENCEDEN VE TİCARETTEN DE HAYIRLIDIR. ALLAH, RIZIK VERENLERİN EN HAYIRLISIDIR.”
(CUMA, 11)
Abdullah ibn Cabir (ra) şöyle buyurmaktadır:
Bu âyet Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın Medine’de bir cuma gününde minberde cuma hutbesi esnasında vahyolundu. Orada inananlar oturuyordu. Duhaya ibn Kalifa el-Kalbî ticaret erbabı idi. Ticaret yapmak için sattığı gıda ve ürünlerle ve bu amaçta kullandığı develeri ile geldi. O dönemler katlık hâkimdi. Böylece Müslümanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı minberde hutbede bırakıp satılan ürünlere bakmaya gittiler. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sordu: “Burada kaç kişi kaldınız?” Şöyle yanıt verildi: “12 erkek ve bir kadın.”
Bu durum için Cuma suresi vahyolundu. Bu sure tüm İslam ümmeti için bir ders olarak kıyamete kadar gönderildi. Buradan günbegün yaşadığımız durum ve olaylarla ilgili birçok şey anlıyoruz.
Onlar Sahâbe (ra) olmalarına rağmen ve oturup Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın hutbesini dinliyor olmalarına rağmen, niçin nefislerine uydular? Nefslerinin tuzaklarının iblis ve avanesinden büyük olduğunu görmekteyiz ve dünya onlara galip gelmekteydi… Onlarda dahi nefs bunu yaparsa ya biz?… dediğinizi duyar gibiyim.
Sadece sahâbe (ra) ile bu durum sınırlı kalmadı, aynı şekilde bazı peygamberlerde de böyle durumlar meydana geldi. Onlar seçilmiş insanlardır, fakat bazı davranışlarının görünüşte nefsanî hatalar olarak görülmesinin iki sebebi vardı:
Birinci Nokta: İlahi plan gereği onlara ünsiyet kurabilmemiz ve tabi olabilmemiz için bize benzerlik göstermeleri hikmeti var. Örneğin kafirlere beddua eden Nuh (as)’un durumu gibi:
“NUH DEDİ Kİ: “ARZDA KAFİRLERDEN BİR TEK KİŞİ BIRAKMA.”
(NUH, 26)
Bu ayette Nuh (as)’un öfkesi görülmektedir. Yunus (as)’ta da olduğu gibi:
“ZUNNUN’U (BALIK SAHİBİ YUNUS’U) DA HATIRLA.HANİ O, ÖFKELENEREK GİTMİŞTİ DE, BİZİM KENDİSİNİ HİÇBİR ZAMAN SIKIŞTIRMAYACAĞIMIZI SANMIŞTI. FAKAT SONUNDA KARANLIKLAR İÇİNDE: “SENDEN BAŞKA İLAH YOKTUR, SEN MÜNEZZEHSİN, ŞÜPHESİZ BEN HAKSIZLIK EDENLERDEN OLDUM” DİYE SESLENMİŞTİ.”
(EL-ENBİYA, 87)
Mûsă (as)’da olduğu gibi, Tur dağından döndüğünde Beni İsrail’i buzağıya taparken bulmuştu da kardeşi Harûn’a kızıp onun başından tutarak, sakalını çekmişti. Bu kardeşi (as) için onur kırıcı bir haldi.
“MUSA, ÖFKELİ VE ÜZÜNTÜLÜ OLARAK KAVMİNE DÖNDÜĞÜNDE ŞÖYLE DEDİ: “BANA ARKAMDAN NE KÖTÜ BİR HALEF OLDUNUZ! RABBİNİZİN EMRİYLE DÖNÜŞÜMÜ BEKLEMEDEN ACELE Mİ ETTİNİZ?” ELİNDEKİ LEVHALARI BIRAKTI VE KARDEŞİ HARUN’U BAŞINDAN TUTARAK KENDİNE DOĞRU ÇEKMEYE BAŞLADI. HARUN, “EY ANAMIN OĞLU!” DEDİ, “İNAN Kİ, BU KAVİM BENİ GÜÇSÜZ BULDU, AZ DAHA BENİ ÖLDÜRÜYORLARDI, SEN DE BANA BÖYLE YAPARAK DÜŞMANLARI SEVİNDİRME VE BENİ BU ZALİM KAVİMLE BİR TUTMA.”
(EL-ARAF, 150)
Ve Mûså (as)’nın başka bir olayında olduğu gibi, hakikati bilmeksizin düşmanlarından korumak için kendi adamlarından birine yardım etmek için gitmişti. Oysa düşman taraftaki şahsın öleceği kada olarak Allah tarafından yazılmıştı, Mûsâ (as)’nın öldürmesi sonucu değil vadesi yettiği için ölmüştü. Bu plan Mûsâ (as)’nın şehre girmesini önlemek içindi, zira Allah’ın muradı ve planı doğrultusunda Musa (as)’nın Medyan halkına gitmesi gerekiyordu. Bu durum Mûsâ (as)’nın nefsi ile ilgili olsa da ilerleyen zamanda yapacağı davet için Allah’ın muradı ve kada olarak gerçekleşti. Ve bu durum peygamberlerin hatalarının ikinci noktada izah edilen yönüyle alakalıdır.
İkinci Nokta: Onların yaptıkları hata davetlerine katkı sağlamak için, kada olarak Allah tarafından onların üzerine yazılmıştı. Nasıl mı?:
Mısırlı’nın ölümü ile sonuçlanan, Mûsa (as)’nın müdahalesi sonucu görünen bahsettiğimiz hatası.
Nasıl ki, Yûsuf (as)’un kardeşlerinin hatası neticesinde kada olarak babasından ayrı kalıp da tüm Yakup ailesine (as) ve tüm insanlığın kurtuluşuna yardım etmesi gibi. Yusuf suresinin tefsiri olan ilk kitabımızda teferruatlı bir şekilde anlatmıştık.
Sonuç: Bu olayların şeytan ile alakası yoktur. Ya nefs ile alakalıdır ya da Allah’ın -peygamberlerinin daveti için- doğrudan kada’sıdır.
-Âdem (as)’de de gördüğümüz gibi, Allahu Teâla ona her şeyi göstermiş ve öğretmiş, düşmanı olan iblisten uzak durması gerektiği hususunda uyarmış olmasına rağmen, nefsi kendisini yendi ve iblisin tarafına geçti ve Allah’ın emrini ihlal ederek, o ağacın meyvesinden yedi.
Şeytan ona (as) bunu zorla mı yaptırmıştı? Elbette hayır. Peki günümüz insanlarının durumları nedir? Şeytan onlara neden gelsin ki! Şeytanın görevini üstlendikleri halde ve şeytanın amacı doğrultusunda hareket ettikleri halde şeytanın insanlara pek de gelmesine gerek var mı ki?!
Böylece Allahu Teâlâ bizlere bir ders vermek istedi ve bizlere bu hususta dikkat etmemiz için gözlerimizin önünde bir nefs analizi yapmak istedi…
Peki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte kalan 12 erkek ve bir kadına ne oldu?! Onlarda insan değil miydi veya ihtiyaçları yok muydu?
Evet insanlardı ve gayet tabii en az diğerleri kadar ihtiyaçları vardı fakat
ONLAR TAKVA ELBİSESİ GİYİNMİŞLERDİ…
Bunun üzerine Allahu Teâlâ A’raf suresi 26. ayetinde şöyle buyurdu:
“EY ÂDEMOĞULLARI, SİZE AVRET YERLERİNİZİ ÖRTECEK GİYSİ, SÜSLENECEK ELBİSE İNDİRDİK. HAYIRLI OLAN, TAKVA ELBİSESİDİR. İŞTE BUNLAR, ALLAH’IN AYETLERİNDENDİR, BELKİ DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALIRLAR.”
(ARAF, 26)
Eğer Medine’de Uhud’da ki savaşı düşünürsek aynı problemin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ve inananların başına da geldiğini görürüz. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mü’minlere; “Ne olursa olsun yerlerinizi terk etmeyin, ta ki ben size izin verene dek…” diye tembihlemişti.
Peki bu emri duyanlara ne olmuştu? Aynen şu şekilde oldu: Başlangıçta savaşta galip oldular, dünya onların nefsleri ile oynadı ve gördükleri savaş ganimetleri onların gözlerini kamaştırdı. Ve yerlerini terk ettiler, ganimetleri toplamaya başladılar.
Peki sonuç neydi?
1. Kafirler Uhud dağının arkasından geldiler ve iki taraf arasındaki Müslümanları bir pensenin iki ağzı arasına alarak kuşattılar. Neticesinde çok sayıda Müslümanı şehit ettiler… Bu kuşatma Halid ibn Velîd (ra)’in komutası altında gerçekleşti, o dönemler henüz İslam ile müşerref olmamıştı.
2. Bu muharebede Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası Hz. Hamza (ra) şehit edildi, yan tarafı kesilerek sonradan İslam ile şereflenen el-Vahşi tarafından ciğerleri bıçakla çıkartıldı.
3. Bu durumdaki en kötü, hazin ve ağlatan olay ise Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın yaralanmasıydı. Alnı yarıldı, ön tarafından dört tane dişi kırıldı ve düştü. O (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında sadece bir defa yaralandı o da bu muharebede oldu.
Peki neden böyle oldu?
Burada Allahu Teâlâ tarafından İslam ümmetine kıyamete kadar sürecek olan inanılmaz bir ders vardır.
Allahu Teâla bu durumu Cuma suresi 11. ayetinde şöyle ifade ediyor:
“BİR TİCARET VE EĞLENCE GÖRDÜKLERİ ZAMAN HEMEN DAĞILIP ONA GİTTİLER VE SENİ AYAKTA BIRAKTILAR. DE Kİ: “ALLAH’IN YANINDA BULUNAN, EĞLENCEDEN VE TİCARETTEN DE HAYIRLIDIR. ALLAH, RIZIK VERENLERİN EN HAYIRLISIDIR.” (CUMA, II)
Uhud savaşındaki talimata uymamayı ise mana olarak şöyle anlayabiliriz:
“Savaşta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın koruması altında olsan da nefsin seninle oyunlara girerse, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a itaat etmezsen hem dünyada hem ahirette kaybedenlerden ve hiçbir zaman kazanamayanlardan olursun.”
Demek ki her iki evde de (dünya ve ahiret) nefsini yenmedikçe ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın izinden gitmedikçe kazananlardan olamayacaksın.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın onuru ve hatırına Müslümanlar Uhud’daki savaşı yine de kazandılar ancak bu dersi aldıktan sonra ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın sözünü dinledikleri, yolundan gittikleri ve nefslerini yenip O (sallallahu aleyhi ve sellem)’na pişmanlıklarını belirttikten sonra.
A’raf suresi 26. ayetini idrak ettiğimizde şu dersi çıkartırız:
İyilik, nimet ve rahmet Allahu Teâlâ’dan bizim ayıplarımızı örtmek için bize indirilen bir elbise gibidir.
Bu Allah’ın bir nimetidir. Bizi oyalamak ve O’nu unutmak için değildir, tam tersi O’nun üzerimizdeki nimetlerini hatırlamamız ve O’nunla meşgul olmamız içindir. Aksi halde bu takva olmaz.
Buna dair delilimiz de ayet-i kerimede geçen son bölüm:
“HAYIRLI OLAN, TAKVA ELBİSESİDİR. İŞTE BU(NLAR), ALLAH’IN AYETLERİNDENDİR, BELKİ DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALIRLAR.”
Ayrıca başka bir şey daha anlıyoruz: Allah’ın nimetiyle çok fazla meşgul olup ve onu Allah’tan daha fazla sevmemeliyiz.
O merhamet sahibi Subhanehu kalbinde kimseyi Kendisinin yanında veya Kendisi ile birlikte kabul etmez.
Merhamet sahibinin nimetini, seni Ondan alıkoymadan al. Tebzir ve israf yapmadan, ancak böyle takvaya, O’nun sevgisine ve rızasına ulaşabilirsin.
Onun için Subhanehu sana nimetini artıracak ve onu mübarek kılacak. Her şeyi mükemmel yapacaksın, hep O’nunla olacaksın ve O’nu hep anacaksın ve O da seni anacak. Sonunda da O sana takva elbisesi giydirecek ve bundan çok daha fazlasını verecek, senin aklına asla gelmeyecek kadarını verecektir.
İblis ve kavminin avukatları olarak savunmaya çalışacağım. Çünkü bazıları arş-ı alâdan ta yerin 7. katına kadar düştüklerini gördüğüm için.
Bazıları aşağıdan ta yukarıya kadar bir amelden dolayı yükselirler ve bazılarında ise tam tersi olur. Bazıları bir amelden dolayı İslam’dan çıkabilir. Bazıları sadece bir amelden dolayı nurani nefisten şeytani nefse düşebilirler. Herkes şeytanı kınıyor halbuki şeytan onların ve amellerinin yanında pasif kalıyor. İsteyen hevasına uyarak, hür iradesini sonucu istediğini yapıyor ve suçu hemen şeytana atıyor. Şeytan özellikle günümüzde insanların suçlarına ve günahlarına bahane olmuş bir modadır.
Şeytan insanlar tarafından zulme uğradı, ta peygamberlere kadar bu iş götürüldü. Mesela Hz. Adem (as)’in hatası şeytana yüklendi ama Allahu Teâlâ suçu sadece iblise yüklemedi. Adem’in suçunun hesabını Adem’den sordu şeytandan değil. Sonradan Adem (as) tevbe edince de onu bağışladı ve tevbesini kabul etti.
ŞEYTAN YERSİZ SUÇLAMALARDAN BERAT ETMİŞTİR VE ASIL SUÇLU HEVA – NEFS CEHENNEM İLE YARGILANMIŞTIR
Neden bu zamanda genellikle gayri müslimler daha başarılı ve neden onlar daha gelişmişken, müslümanlar geri kaldı?
İnsanların doğasında iki yön vardır:
- Zaruri maddi ihtiyaç “ticaret, iş ve davranış (muamelat) vs. gibi…”
- Zaruri manevi ihtiyaç.
Her iki taraf ve yönün iyice ve düzgünce beslenmesi gerekiyor ki, insan mükemmelliğe ersin. Aksi taktirde Allah’ın en şerefli ürünü olan insan ziyan olur ve neticesinde ne bu dünyadan ne de ahiretten zevk alabilir. Hangi taraf beslenirse o taraf başarılı olur. Ruhsal, yani manevi yön en çok gaybiyetle alakalı yöndür. İnanılanların neredeyse yüzde 95%’i gaybidir. Allah’a, meleklere, peygamberlere, kutsal kitaplara, cennet ve cehenneme vs. inanır.
Allahu Teâlâ mutlak adalet sahibi el-Adil ve mutlak olarak her şeyi bilen el-Alim’dir. Bu yüzden Subhanehu ve Teâlâ tüm canlıları yaratılışlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak eğitmekte, rızıklandırmakta ve devamiyetlerini sağlamaktadır.
Gelelim insanlara:
Allahu Teâlâ insanı yarattı ve onu yaratılanların en üstünü kıldı ve şereflendirdi.
Bu yüzden O, her şeyin yaratıcısı olarak Subhanehu insanlara peygamberler (as) gönderdi. Kendi düzen ve nizamı ile seçilmiş peygamberler vasıtasıyla kutsal kitaplar gönderdi. Çünkü insanlar akıl emanetine sahip oldukları için seçim özellikleri var.
Tüm kutsal kitaplar indikleri yer ve zamana göre işlevlerini icra ettiler, ta ki son kutsal Kitap Kur’ân-ı Kerîm gelene kadar. Kur’an’ı Kerîm insanın her iki yönlü ihtiyacını da karşılayacak olan, kendisinin onunla kıyamete kadar bir düzen ve nizama sahip olacağı dünyevî ve uhrevî tüm ihtiyaçlarını karşılayan kullanım kılavuzu olan bir Kitap’tır.
Üç tür insan vardır:
Birinci Tür: Kitapta olan her şeye inanarak (imân etmiş), o nizama bütüncül olarak itaat eden kimse.
Bu tarzdaki insanlar her iki tarafın gereklerini ifa edenlerdir. Bundan dolayı her iki tarafta da (dünya ve ahiret) başarılı olup, mutlu olacaklardır. Bu tür kimseleri belli özelliklerinden görüp tanırsın: Toplumsal anlamda şöyle ki: Bir örnek olarak Müslümanların Peygamber efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanından günümüze; Sahâbe (ra), onlardan sonrakileri ve onlardan da sonrakilerin ve daha da sonrakilerin dönemleri… Yani Osmanlılar. Onlar zamanının tek gücü, en üstün kültüre sahip, bilimin her branşında oldukça başarılı, üstelik manevî açıdan da çok gelişmiş ve her şeyi mükemmellik ile kuşatan ve topluma olumluluk aşılayan düzene sahip kimselerdi.
Osmanlı’nın çökmesine rağmen günümüzde dahi insanlar halen onların meyvelerinden faydalanıyor. Nitekim onların zamanında ektikleri fidanlar günümüz insanları için de birer vitamin meyveleridir. Osmanlı yaklaşık 700 yıl cihana hükmetti. O insanlar millet olarak böyleydi.
Fakat bireysel olarak durum nasıldır?: Dünya ve ahiret işlerini kâmilen ifa eden, mü’min birini görürsen şu özelliklerinden tanırsın: Sâkindir, aceleci olmayan, işlerinde düzenli olan, tertip ve disiplinli hayat süren, üstün ahlak sahibi, yaptıklarında ve işlerinde oldukça mükemmel olan, aynı şekilde hitabı ve davranışları ölçülü, doğru yönelen ve yönlendiren, çok sevilen, temiz, hatasız ve hataları önleyen, kendi alanında başarılı ve engin bilgili, bir çok şey hakkında bilgisi olan ama her bildiğini her yerde anlatmayan kişilikler. Toplum içinde yararlı ve deha sahibi olan kimselerdir.
İkinci Tür: Kötü insan tipleri. Neden mi? Onlara sorsanız Müslümandırlar, fakat sırf adları Müslüman adlarıdır.
Ve bu çeşit insanlarda yine iki gruba ayrılır:
Birinci Grup: İslam’ı sırf namazdan ve beş farzı yerine getirmekten ibaret sayar, bundan başkasını yok sayıp bu ibadetin sırf dışını alır ve içini doldurmaz. Tıpkı elmanın kabuğunu alıp, yiyen ve gerisini çöpe atan birisi gibidir.
Bu tür Müslümanlar ne dinden ne de imandan zevk alabilirler ne de onu anlayabilir ve yaşayabilirler. Kendilerini geliştiremez ve dünyaları başarısız sonuçlara mahkumdur. Fakat bu tür kimselerin ahiretleri Allah ile kendileri arasında olan bir şeydir. Bu nedenle onların ahiretleri hakkında hüküm verilemez. Bu tür insanların hayatlarında, işlerinde, meselelerinde ve yaptıklarında maddi ve manevî başarısızlıklar hâkim olur.
Aceleci, hep hasta, her zaman rahatsız olan, çok uyuyan, maddiyatın etkisi altında kalan ve bu etki sonucu rahatsızlanacak duruma gelen, psikolojik hastalıkları olan, neticesinde kendisini gerçek hasta edip iyileştirilmesi mümkün olmayan duruma getiren ve hayatın tadını çıkarmaktan acizlik gösteren, sevimsiz, insanlar arasında çekilemez birisi olan…
Bu tür insanlar her hastalıklarını, hatalarını ve negatif/olumsuz durumlarını büyüyle, nazarla şansla ve şeytanlarla irtibatlandırırlar. Oysaki şeytan onların zanlarının uzağındadır, tıpkı kurdun Ya’kub oğlu Yusuf’un kanını dökmekten uzak ve azade olduğu gibi.
İkinci Grup: Bu tür insanların da sadece adı Müslümandır. Neden mi?
İşinde başarılı, çalışkandır, disiplinli, güvenilir, her alanında olumlu ve düzenli bir yapıya sahiptirler, yaptıkları işlerde başarılı olurlar. Fakat İslam’ın beş şartına uymaz, ya da ihmal ederler, bu yüzden de mutluluk duygusu hissetmezler. Psikolojik ve ruhsal rahatsız olurlar ve çok kez olumsuzluk hissederler, bu yüzden bazıları intiharı düşünür ve nitekim bazıları da kendi canlarına kıyarlar.
Bu tür insanlar tüm yaşadıkları olumsuzlukları uğursuzluğa bağlar, fallar ve yıldızlarla irtibatlandırırlar. Onların ahiret hayatları, kendileri ile Allahu Teâlâ arasındadır. Ve Allah’ın rahmetine bağlıdır.
Üçüncü Tür: Bu tür grup ise inançsız olanlardır: Allah’a inanmayan ve dine mensup olmayanlardır. Gözümüzde Hristiyan ve Yahudi’ler de bu tür inançsızlar arasına girmektedir. Allah tarafından, Allah’ın adaleti doğrultusunda yaptıkları işin karşılığını hak ettikleri gibi almaktadırlar eğer ihlasla bir işe yoğunlaşırlarsa karşılığını da genelde alırlar.
İşlerini çok iyi yaptıklarında; düzenli, disiplinli, gayretli ve olumlu yaptıklarında sosyal ve ekonomik hayatlarında başarılı olurlar. Fakat ruhen hiç mutlu olamayacaklardır, bilakis üzgün ve saldırgan olacaklardır. Diğer insanların haklarını gasp edip, çalacaklardır. Bunlar kapitalist ve nefsleri oldukça azgın kimselerdir.
Sırf cezalardan korkan kimselerdir ve kimsenin onları görmediklerine emin oldukları vakit her şeyi yapacak kapasitededirler. Kendi menfaatlerine ulaşmak için ise herkesi silebilen kimselerdir. Maneviyatın onlarda bir hükmü yoktur. Hata yaptıklarında ya da olumsuzluk yaşadıklarında ise, hatayı kendilerinde ararlar. Ya da bu durumu şansızlık yahut uğursuzluk olarak görür ama Allah’ın kada ve kaderiyle hiçbir şeyi alakalandırmazlar.
Onları kendi halleriyle bırakarak Müslümanların durumlarına geri dönelim. Allahu Teâlâ Tevbe suresi 105. ayetinde Müslümanlara şu öğüdü vermektedir:
“VE DE Kİ; “ÇALIŞIN! YAPTIKLARINIZI HEM ALLAH GÖRECEK HEM RASULÜ HEM DE MÜMİNLER GÖRECEKTİR. SONRA DA GİZLİYİ VE AÇIĞI BİLEN ALLAH’IN HUZURUNA İLETİLECEKSİNİZ. İŞTE O ZAMAN,NELER YAPTIĞINIZI SİZE O BİLDİRECEKTİR.”
(TEVBE, 105)
Allahu Teâlâ bize güzel işler yapmamızı ve yaptığımız işleri de güzel yapmamızı emrediyor, sırf belirli branşlarda değil bilakis her alanda. Peki neden? Çünkü Allah, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve iman edenler ahirette size şahit olacaklar ve her şey hesaplanacak ve ona göre ya mükafatlandırılacak ya da cezalandırılacağız
Bu yüzden Subhanehu Zilzal suresinin, 7. ve 8. ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
“HER KİM ZERRE KADAR HAYIR İŞLEMİŞSE ONU GÖRECEKTİR.” “HER KİM, ZERRE KADAR ŞER İŞLEMİŞSE ONU GÖRECEKTİR.”
(ZİLZAL, 7-8)
Ve Lokman suresinin, 16. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“YAVRUCUĞUM! HABERİN OLSUN Kİ, YAPTIĞIN BİR HARDAL TANESİ AĞIRLIĞINCA OLSA DA BİR KAYA İÇİNDE VEYA GÖKLERDE YAHUT YERİN DİBİNDE GİZLENSE, ALLAH ONU GETİRİR, MİZANINA KOYAR. ÇÜNKÜ ALLAH EN İNCE ŞEYLERİ BİLİR, HER ŞEYDEN HABERDARDIR.”
(LOKMAN, 16)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“YAPTIĞI İŞİ MÜKEMMELLİKLE YAPAN KİMSEYİ ALLAH SEVER.”
Bu deliller yeterlidir, yüzlerce delil olmasına rağmen konuya ilişkin, bu kadarının kâfi olacağı kanaatindeyim.
Sonuç olarak şöyle özetleyelim: Avrupa, ABD ve diğer gayrimüslim ülkelerin maddi açıdan neden daha gelişmiş olduklarını ve şeytanın bununla ve insanların hataları, günahları ve başarısızlıklarıyla yüzde 99 alakasız olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu başarısızlığın ve durumların şeytanla pek fazla alakası olmadığını bilakis kendilerinden kaynaklandığını izah ettik. Yargılanması gereken biri varsa, o da insanın KENDİ NEFSİNİN HEVASIDIR.
Allahu Teâlâ en yücedir ve en iyi bilendir
Seyyid Magdy Dawoud