“BATIL ONA NE ÖNÜNDEN NE DE ARKASINDAN GELEBİLİR. (O) HİKMET SAHİBİ, ÇOK ÖVÜLEN (ALLAH) TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR.”
(FUSSİLET, 42)
Bu, senin bana gönderdiğin ve müfessirlerin tefsirinde ihtilafa düştüğünü söylediğin mübarek âyet.
Biz müfessir olduğumuzu söylemiyoruz. Sadece Allah’ın bize bu âyet-i kerime çevresinde sunduğu manaları anladığımızı ifade ediyoruz. Yoksa doğrudan ayeti anladığımızı iddia etmiyoruz. Ben kimim ki Allah’ın kelâmına dahil olayım? Ben kimim ki Allah’ın kelâmına bir sınır getirerek sonunu tamamlayayım ve ona dâhil olayım?
Ben manaları tedebbür etmek ve el-Hakk Subhanehu ve Teâlâ’nın kelamında neyi kastettiğini ve murâdını anlamak için, Allah’ın kelamının çevresinde dolaşmaya çalışırım. Bu Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın fadlı iledir.
Kur’ân-ı Azîm Sad suresinde şöyle buyurmaktadır:
“(BU KUR’ÂN) AYETLERİNİ TEDEBBÜR ETSİNLER VE AKIL SAHİPLERİ ÖĞÜT ALSINLAR DİYE, SANA İNDİRDİĞİMİZ MÜBAREK BİR KİTAPTIR.” (SAD, 29)
Burada akıl sahipleri, Allah’ın kerim Kitabının ayetlerini tedebbür etmek ile bağlantılıdır. Kur’ân Arapça dilinde indirildi. Allahu Teâlâ’nın Zuhruf suresinde buyurduğu gibi:
“ŞÜPHESİZ Kİ BİZ ONU, BELKİ AKIL EDERSİNİZ (AKLINIZI KULLANIRSINIZ) DİYE ARAPÇA BİR KUR’AN KILDIK” (ZUHRUF, 3)
“ELİF LÂM RA. İŞTE BUNLAR APAÇIK KİTABIN AYETLERİDİR. ŞÜPHESİZ Kİ BİZ ONU, BELKİ AKIL EDERSİNİZ DİYE ARAPÇA BİR KUR’AN OLARAK İNDİRDİK.” (YUSUF, 1-2)
Kur’an Arapça dilinde yani beşerî dilde (insan dilinde) kılındı. Arapları diğerlerinden özel kılmak için değil. Haşa. Allah âdildir. Mü’minler ancak kardeştirler. Arabın aceme üstünlüğü yoktur.
Kur’ân ancak tedebbürle anlaşılır. Eğer bu âyet-i kerimenin manasını anlamak istiyorsak, Kur’an’ın ayetleri ancak tedebbürle anlaşılır. Ayetleri tedebbür etmeye gelince, onları, bu mübarek kelimeleri ele alan aynı ayetlerle tefsir etmemiz gerekmektedir. Bu, Kur’ân ve tefsir ilminde TEFSİR-I MA’SÛR diye isimlendirilir. Yani Kur’an’ı Kur’ân ile tefsir etmek ya da Kur’an’ı hadis ile tefsir etmek.
“BATIL ONA NE ÖNÜNDEN NE DE ARKASINDAN GELEBİLİR. (O) HİKMET SAHİBİ, ÇOK ÖVÜLEN (ALLAH) TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR.”..
ayetini anlamamız için, bu âyet-i kerimeyle benzeyen âyet örneklerini zikretmemiz gerekmektedir.
Meryem suresi 59. âyette görmekteyiz ki:
“FE-HALEFE MIN BA’DİHİM HALFUN ADAU’S-SALATE VETTEBAU’Ş-ŞEHAVĀTİ FE-SEVFE YELKAVNE GAYYA”
“SONRA ONLARIN ARDINDAN ÖYLE BİR NESİL GELDİ Kİ, NAMAZI ZAYİ ETTİLER, ŞEHVETLERE TABİ OLDULAR. ELBETTE BUNLAR (YAPTIKLARINA KARŞILIK) CEZA İLE KARŞILAŞACAKLARDIR.”
“FE-HALEFE MIN BA’DİHİM.” Yani, “SONRA ONLARIN ARDINDAN GELDİ.”
Yani onlar gittiklerinde arkalarında böyle bir nesil bırakmış oldular. Burada GELDİ olarak yazılan halefe sözcüğü, ARKADA BIRAKTI anlamındadır.
Min ba’dihim, onlardan sonra, arkalarında demektir.
Bu mânânın vurgusunu arttıran, Allahu Teâlâ’nın A’raf suresindeki 169. ayetidir:
“ONLARDAN SONRA YENİ BİR NESİL GELDİ. KİTABA (TEVRAT’A) VARİS OLDULAR. ÖNEMSİZ OLAN DÜNYA HAYATINI KAZANMAYA ÇALIŞIYORLAR. “NASIL OLSA AFFEDİLECEĞİZ” DİYORLAR (VE TEVBE EDİYORLAR. TÖVBE EDERLER FAKAT) O İŞLEDİKLERİ GÜNAHIN AYNISI KENDİLERİNE GELDİĞİNDE YİNE ONA SALDIRIRLAR. KİTAP (TEVRAT) İLE ALLAH NAMINA HAKTAN BAŞKA BİR ŞEY SÖYLEMEYECEKLERİNE DAİR ONLARDAN SÖZ ALINMAMIŞ MI İDİ? ONLAR O KİTAPTAKİLERİ OKUMADILAR MI? “Kİ AHİRET YURDU KENDİNİ KORUYANLAR İÇİN DAHA YARARLIDIR.” ARTIK AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?” (ARAF, 169)
Fe-halefe min badihim halfun VARISU’L-KITAB.
Onlardan sonra yeni bir nesil geldi. Kitaba vâris oldular.
Burada halefe, fiildir. Half ise halefe fiilinden gelen ism-i mekândır (mekân bildiren isimdir).
“BATIL ONA NE ÖNÜNDEN NE DE ARKASINDAN GELEBİLİR. Yani Kur’ân-ı Kerim’e… Bâtıl Kur’ân-ı Kerime gelemez.
Beşer tarafından tüm anlamlarıyla, çeşitleriyle, hälleriyle ve şekilleriyle bilinen bâtıl, ona ne önünden de arkasından gelebilir.
Bâtıl burada elif ile belirlidir. Yani el-batıl olarak gelmiştir. (Elif ve lâm harfleri alır. Bu demek oluyor ki buradaki bâtıl, bilinen bir bâtıldır. Kastettiği belirli şeyler var.) Yani her türlü halleriyle, çeşitleriyle ve anlamlarıyla beşer tarafından bilinen bâtıl, Kur’an’a gelemez.
Bâtıl ona “nereden” gelemez?
Onu okuduğumuzda ve itaat ettiğimizde, onu zikir (öğüt) olarak, söz olarak ve amel olarak yaşadığımızda ve emir ve yasaklar olarak ona uyduğumuzda bâtıl gelemez.
İşte bu, ayetteki “önünden” kelimesini ifade eder. Bu âyette “önünde” anlamında kullanılan Arapça kelime, aslında elleri arasında anlamına gelmektedir.
Senin önünde olanlar yani iki elin arasında olanlar, tümüyle vücut ve organlar… İki el, vücudu ihtiva eden yani kapsayan iki yay, iki parantez gibidir.
İki elinin arası; eğer sağ elini ve sol elini uzatırsan, senin ayaktan başına kadar boyunun uzunluğu kadardır.
Ömeğin; eğer boyun 1.65 ise, iki elini açtığında, ellerinin genişliği 1.65’tir. Bu ölçü bütün insanlarda aynıdır. Bu insanın iki elinin arasıdır. Yatay ve dikey olarak aynı ölçüdedir. Arasındaki tüm organlar da senin elinin altında yani iki elin arasındadır. Bu mesafe arasında, iki elinin kuşattığı sensin.
Yani eğer Kur’an’a itaat edersen, o hal üzere yaptığın tüm filler senin önünden gelir, yani iki elinin arasından… O anda bulunduğun hâl üzere, fiil ve söz olarak, amel ve hâl olarak…
Eğer itaat halinde değilken amel edilen filler çıkarsa, bu fiiller bozuk ya da bâtıl olur. Eğer iki elinin arasından, Kur’an’a itaat edilerek yapılan ameller gelmezse, hangi organ, hangi uzuvdan olursa olsun, bâtıldır.
“Ne de arkasından gelebilir” kelimelerinin mânâsına gelince, yani itaat halinde yapılan amelden sonra, senin arkanda bıraktığın sonuç, kesinlikle olumsuz veya bâtıl olmaz. Eğer Allah’ın emrine herhangi bir fiilde itaat edersen, batıl olmaz. Bu fiil üzere senin bıraktığın ve senden sonra gelen sonuç ise asla bâtıl olmaz. Hayırlı, sâlih, faydalı olacaktır. Çünkü o, Allah’ın katından sana gelene itaat etmektir. O ki hükümler ve kanunlarla ilgili olarak indirdiklerinde, indirilenler, kendisine indirilen kişiler, indirilen halklar (toplumlar) hakkında hakimdir (hikmet sahibidir).
Çokça övülen, övgüye layık olandır. Yarattıklarına karşı Aziz’dir. Şükredenlere karşı Şekür’dur. Zikredenlere karşı Zakir’dir. Hamd edenlere karşı Hâmid’dir. Bütün bu fiillere en üstünüyle karşılık verir. Yaratıklarından birini dahi unutmaz.
Ek olarak: Senin sorundaki âyete gelince:
Sual:
“BATIL ONA NE ÖNÜNDEN NE DE ARKASINDAN GELEBİLİR. (O) HİKMET SAHİBİ, ÇOK ÖVÜLEN (ALLAH) TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR.” (Fussilet 42)
Müfessirler bu âyette ihtilafa (görüş ayrılığına) düştüler. Senin buna tefsirin nedir?.. demişsin.
Bununla tamamlayalım:
Bizimle iki el arasındakiler insanla ilgilidir ve insanın tamamıdır. Yani insanın elleri arasındakiler, başının en üstünden başlayarak en aşağısına, ayaklarının altına ve tırnaklarına kadar tümüyle kendisidir.
Eğer sorunun ve tedebbürün merkezi olan âyet-i kerime üzere bu konuyu ele alacak olursak, Allahu Teâlânın ayetinde, “(ÖNÜNDEN) İKİ ELİNİN ARASINDAN” dediğini görürüz. Bu, izah etmek için kullanılmış bir mecâz-ı mürsel ve dolayısıyla bir belagat şeklidir. Çünkü Kur’an’ın elleri ikidir ve onun başı ve sonudur.
Kur’an’ı tertil tertibine göre (normal okuduğumuz sıraya göre) başında Fatiha suresi, sonunda Nas suresi vardır. Fakat Kur’an’ın ellerinin tenzil tertibine göre (yani ayetlerin inme sırasına göre) olmasına gelince, tamamlanmış olarak inen ilk sure tertil tertibinde olduğu gibi tenzil tertibinde de Fatiha suresidir. Bu tüm ulemanın görüş birliği ile böyledir. Son sure ise Nasr suresidir.
Bu da İbni Abbas’ın (ra) sözüyle sabittir. Muslim’den rivayetle (3024) Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe’den naklen: “İbni Abbâs bana dedi ki: “Kur’an’dan inen son sureyi biliyor musun?” Ben de “Evet. O “İZA CAE NASRULLAHİ VE’L-FETH” (NASR SURESI)” dedim. Sonra “doğru söyledin” dedi.”
Bu Ömer ve İbni Abbas’ın söylediklerinin doğru olduğunu desteklemektedir ki; bu sure Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatına işaret eden suredir.
Bu iki sure mecâz-ı mürsel ve belägat yönüyle, iniş sırasına göre Kur’an’ın iki elidir. Burada El-Hakk iki eli zikretti (iki eli arasından). Tenzil (iniş) ve tertib (sıralama) olarak baştan sona böyle murad etti.
“Ne de arkasından” kısmına gelince, yani baştan sona Kur’an’a uyan, arkada kalmayacak, ona itaate karşı olarak yani iki cihanda bâtılla sonuç vermeyecek.
Başından sonuna kadar Kur’an’a itaat edenler, iki cihanda da kurtuluşa ermiştir. Başından veya sonundan ona bâtıl gelmeyecektir.
Ayrıca Kur’an’ın kalbi Yasin suresidir. Kur’an’ın gelini Rahman suresidir. Bunların hepsi mecâz olarak isimlendirmedir. Tefsirimde bu mecazların açıklamasını yapmıştım.
Allahu Teâlâ en yücedir ve en iyi bilendir
Seyyid Magdy Dawoud