YENİ İLİM
Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdulillah ve-s selatu ve-s selamu ala seyyidina Rasulullah ve ehli beyti seyyidina Rasulullah.
İslam akidesiyle alakalı 2 mesele: biri rızık diğeri ecel
Fertler ve toplumlar bu iki mevzuyu hakkıyla anladıkları vakit düştükleri yerden kalkacaklar; insana ve özellikle Mü’min’e yakışan şeref ve izzet, vakar ve heybete kavuşacaklardır. Yer içinde değil yer yüzünde onurla yürüyeceklerdir.
İnsanların çoğu haysiyetlerini rızık ve eceli yaratılmışlara bağladıkları için yitirmektedirler. İnsanlar kalbleri ve akıllarıyla inandıklarında ikisi arasında bir ukde oluşur, işte o ukdeye (düğüm ve bağ) akide denir. Rızık ve ecel sadece ve sadece Allah’ın elinde olan iki meseledir ve mahlukatla alakaları yoktur.
İnsanların en fazla kaygı duydukları meseleler o ikisi. Hem rüşvet alırlar hem dalkavukluk yaparlar ve hatta vatanlarına ve dinlerine bu konuda hıyanet dahi edenler vardır. İyi ailelerde dahi rızık hırsından dolayı miras kavgaları yaşanmaktadır. Zira rızkın yukarıdan (semadan) geldiğini bilmiyorlar. Oysaki Allah bunu Kur’an’da bildiriyor. Sema Allah’a mecazdır, şöyle anlamak lazımdır: Rızkınız, doğrudan Allah katından gönderilir. Ve ölümlere sebep ise sadece eceldir.
Eğer insanlar bu konuyu gerektiği gibi içselleştirselerdi enerjilerini şeriate uygun olarak yaşamaya sarfeder ve zaten değiştiremeyeceği olayların peşlerine düşerek boşuna güç sarfetmezlerdi.
Özetleyecek olursak:
– Belirli bir miktar rızka sahip olacağım, ancak helal mi haram mı olacaklarını benim niyetim ve amelim belirleyecektir.
– Evde otururken de olsa cihad ederken de olsa ancak ecelim geldi ise ölebilirim onun dışında ölemem.
Konuya rızık konusuyla başlayacağız.
Bütün alimler arasında rızık konusu ile ilgili henüz çözülemeyen bir problem var.
Bu akideye yönelik inancımızı ilgilendiren bir konudur.
Çoğu insan rızık konusunu yanlış anlamaktadır, hatta ve hatta İslam’ın ilk çağından günümüze kadar.
Rızık konusunu ve bu konuyu ilgilendiren meseleleri çok yanlış anlıyorlar ve rızkı kendilerinin getirebileceklerini ya da yapabileceklerini düşünüyorlar.
Bu İslam Dini açısından bir felakettir.
Bu insanları zahiri şirke kadar götürebilir eğer şöyle denirse “Ben bu rızkı kendim kazandım vs.” Ya da “Bu rızık bana işimden dolayı geliyor yani çalıştığım için alabiliyorum rızkımı” vs…
Yani bu durumda insan zahiri şirk yapmış olunuyor ve kendini Allah Subhanehu ve Teala ile aynı yere koymuş oluyor haşa.
Bunu Musa (as) zamanında Kârûn söylemişti ve ondan sonra Allah onun parasını, altınlarını yani hazinelerini, kendisini ve ailesini toprağa yutturdu.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmektedir: „Şüphesiz Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.” (KASAS, 76)
„Kârûn, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi.“ (KASAS, 78)
Kârûn zenginliğini kendi gücüne ve emeğine hamletti Kerîm olan Rabbinin keremine, güç ve kudretine değil.
“Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edebilecek adamları da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi!” (KASAS, 81)
O da müşrik olarak öldü. Bu akideye (inanç esasları) yönelik İslam’da cok hassas bir konudur. Büyük ulema ve müfessirler bile bu konuyla ilgili sorun yasamışlardır.
Örnek olarak İmam Şâfi’î ile üstadı Şeyh Vakiye kıssasını anlatalım.
Ayni şekilde diğer Mezhep İmamları da bu problemi bu zamana kadar çözemediler.
Bu akidemiz ile ilgilidir. Rızık ve Ecel.
Bunlar sadece ve sadece Allah Subhanehu ve Teala’nın elindedir.
Allah şöyle buyurur: “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’RÂF 34)
Ölümün sebebi ecelin son bulmasıdır başka bir şey değil. Bir kaza ya da bir hastalık sebep değildir ölüme.
Bazı bebekler erken ölüyorlar.
Bazı hasta olan insanlar etraflarındaki sağlıklı ve sağlam insanlardan çok daha uzun yaşarlar.
Bazıları kazada bile ölmüyorlar başkaları ise otururken düşüp birden ölebiliyorlar. Bu ecel ile alakaladır başka bir sebeble değil.
Rızık yemek, içecek, kıyafet, ev vs. gibi şeyler değildir sadece. Canlıların istifade ettikleri her şeydir rızık.
İslamî terimler orijinal olarak öğrenilmeli ve öğretilmelidirler. Rızık ve eceli de başka dillere çevirirken manayı değiştirecek veya daraltacak tercümelerden sakınmalıdır.
Müslim veya Gayri Müslim, mü’min veya kafir ne olursa olsun herkese aynı rızık miktarı verilmektedir: Herkese 100% rızık verilir. Bu 100% olan rızık bizim örneğimizde 10 tane kaba dağıtılır…
1. İlim,
2. Hanım,
3. Çocuk,
4. Salih amel,
5. Para, mal ve araba vs.,
6. Meslek/iş,
7. Beslenme (yemek ve içmek),
8. Güzellik,
9. Lezzet alma faktörü,
10. Sevilen insan olmak vs.,
Allahu Teala bu rızkı Kendi kuşatıcı ilmiyle ve hikmetiyle dağıtmaktadır. Kimin hangi kabına ne miktar koyacağını en iyi O Subhanehu bilir.
Mesela Sağlık kabında % 10 var, Eş kabında % 17, Çocuk kabında % 5, İlim kabında % 19, Salih Ameller kabında %, 10 Para/Mal/Ev/Araba kabında % 8, Yiyecek ve İçecek kabında % 7, Lezzet kabında % 9, Güzellik kabında % 6, Güzel Hitabet kabında da % 9.
Allahu Teala bu rızkı Kendi kuşatıcı ilmiyle ve hikmetiyle dağıtmaktadır. Kimin hangi kabına ne miktar koyacağını en iyi O Subhanehu bilir.
Bu örnekte rızık bütün kaplara farklı miktarlarda dağıtılmıştır ve toplamında % 100 olur. Ama şöyle birşey de olabilir. İnsan Allah’tan hayırlısını değil de ille de para isterse Kârûn’un durumuna düşebilir. Para kabı % 8’den % 30’a artabilir ama buna karşılık belki de ilim, salih eş, sağlık veya salih amel’den kaybedebilir. Bu kablardan alınarak para ve mal kabına verilmiş olabilir.
Her insana 100 % rızık verilir, Müslümanlara da, Gayri Müslimlere de. Allah’a karşı şavaşanlara da, Allah dostu olanlara da. Bu hiç fark etmez çünkü Allah Rububiyyet sırrı ile bütün yarattıklarının Rabbi (gözeteni) olarak bütün yarattıklarına verir.
Ama O Rahîm’dir ve mü’minlere ahirette cenneti verir.
Alemlerin Rabbi olarak adaletlidir. Örneğin Allah sana çok sağlık verdiğinde ve seni çokta güçlü kıldığında başka bir kaptan alır fazlasını, çünkü bununla % 100 tamamlanmış olur. Salih bir eşin varsa, çocukların varsa, sağlığın yerindeyse belki salih amelden ve parandan bir kısmını kaybedebilirsin. Bunlar bu sistemi anlayabilmek için bir kaç örnektir.
Allahu Teala Hadis-i Kudsi’de şöyle buyurur: „Ey Ademoglu, Ben sana bana itaat etmeyi emrettim ve Benim borcum ise seni rızıklandırmaktır. Sen Bana itaatte muhalefet etsen de, Ben sana verecegim rızık konusunda muhalefet etmem.”
Bu bir Hadis-i Kudsî’nin bize konuyla alakalı lazım olan kısmıdır.
Hadis-i Kudsî’nin diğer kısmında ise Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: „Ben kullarıma hayret ederim ki, Benim onlara hayrım aşağı iner, onların ise günahları Bana doğru yukarı çıkar.”
Yani ne olursa olsun fark etmez. Bir şekilde sen rızkına ulaşırsın ve hakkını adalet ile alırsan.
Rızık konusu ile devam edelim. Ulemanın bile anlamadıklarını sizlere izah edelim.
Rızık sözcüğü İslamî bir terimdir ve hiçbir başka dilde yoktur aynı Zekat kelimesi gibi.
Zekat sadaka demek değildir. İkisi birbirinden çok farklı anlam taşır ve farklı kelimelerdir.
Sadaka gönüllü verilir ancak zekat vermek zorunludur. Bu konuya Viyana’daki kitaplarımızda da yer vermişizdir. Bu İslamî bir terim olduğundan dolayı, başka bir dilde mevcut degildir. Aynı şekilde rızık kelimesi de yoktur başka dillerde. O halde orjinalinden öğrenmek lazım dediğimiz olay budur.
Gelelim İmam Şâfi’î (ra), Takvanin İmami ve Seyhi Üstad Vekiye’ in örneklerine.
Onların Rızık konusunda farklı düşünceleri vardır.
İmam Şâfi’î’nin (ra) rızk elde etmek için çalışıp çabalamak gerektiğini söylemiştir.
Bu İmam Şâfi’î’nin görüşüdür. Onun buna delili ise Rasulullah (sas)’ın şu hadisidir:
“Eger kendinizi teslimiyet ile Allah’a bırakırsanız O sizi rızıklandırır, tıpkı kuşları sabah boş bir mideyle çıkıp akşam tok ve mideleri dolu bir şekilde döndükleri gibi.”
Yani eğer dışarı çıkıp aramasalardı rızıklarına ulaşamayacaklardı. Bu İmam Şâfi’î’nin (ra) görüşüdür.
Ama üstadı ona bunun doğru olmadığını söylemiştir. Çünkü rızık yukarıdan yani Allah’tan gelmektedir. Az çalışsan da çok çalışsan da fark etmez.
O’nun delili ise şu Ayettedir:
“Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.” (ZÂRİYÂT, 22)
Bu da Seyh Vakiya’nin düşüncesidir, yani rızık istesen de istemesen kendisi sana gelir, çünkü bu Allah ile bağlantılıdır.
İmam Şâfi’î (ra) ile üstadı şeyh Vakiya (ra) arasındaki bu çıkmaz alimleri oldukça meşgul etmiştir ama bir çıkar yol da bulamamışlardır.
Çünkü zahirde ikisi de fikirlerinde haklıdır. İkisi de delili vardır.
Sorunu bir kat daha artıran bir olay şöyledir ki, bir gün İmam Şâfi’î yolda bir çuval hurma taşıyan bir adam görür.
Çuval sürekli yere düşer çünkü adam yaşlıdır. İmam Şâfi’îye (ra) rafet, rahmet ve takva galebe çalar ve adama: “Lütfen bırakta sana yardım edeyim ve evine kadar taşıyayım elindekini”.der adama.
Adam teşekkür eder ve imam Şâfi’î adamın elinden çuvalı alır ve evine kadar götürür.
Bu adam ona çokça dua eder ve hurmalardan verir.
İmam Şâfi’î şeyhine gider ve ona hediye edilen hurmaların yarısını hediye eder. Hocası ona çok dua eder. İmam Şâfi’î (ra) ise şöyle der ona: “Ey Üstad. Eger ben dışarı çıkmasaydım bu hurmalara ulaşamazdım.
Ama dışarı çıktığım için onlara ulaştım ve onlardan sanada verdim.”
Bunun üzerine şeyh Vakiya şöyle der: “Ben de dışarıya çıkmadım evde durdum ama ona rağmen bana da geldi hurmalardan.”
Gördüğünüz gibi konu yine çözülememiş ve bu zamana kadar da çözülmeden kaldı. Yukarıdaki olayı okuyan hiç kimse konuya bir açıklık getiremedi. Biz bunun aslında çok kolay oldugunu söylüyoruz.
Rizkin 2 türü vardır. Rızk-ı Kadâi (Allah’tan kullar üzere yazılan yazgı). Sen dünyaya gelmeden önce ana rahminde iken Allah’ın meleklerinden biri gelir ve senin için belirlenen rızkını yazar.
Bu belirlenen rızkı ömrünün sonuna kadar yani ölüm gelene kadar alırsın. Ve sen ölmeden önce bir melek gelir ve şöyle der: “Ey Ademoglu, kuzeye, güneye, doğuya ve batıya uçtum belki senin rızkından bir parça ekmek bulabilirim diye ama senin rızkından geriye hiçbir şey kalmamış, hiçbir şey bulamadım.”
Bir başka melek gelir ve su ile ilgili aynısını der, ama o da bir damla su dahi bulamaz. Üçüncüsü de gelir ve aynısını nefes ile ilgili der ama o da geriye tek bir nefes bulamadığını söyler. Sonra ölüm meleği gelir ve canını alır.” Bu Rasulullah’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisidir.
Bu Kadâi Rızıktır, (önceden belirlenmiş ve kesinleşmiş rızık). Sen istesen de istemesen de, o sana gelecektir. Onun aklı (anlayışı) yoktur ki başkalarını seçsin. O sana Allah tarafından gönderilir. Eğer Allah gönderiyor ise ki gönderiyor o sana ulaşır başkasına değil. Sen nerede olursan ol ve ne yaparsan yap. Ama doğru yoldan doğru rızka ulaşabilmek için de Allah ile doğru yolda ilerlemen gerekir, yani helal yoldan. Sen hırsızlık yaparak da rızkına ulaşırsın, ama haram yoldan ulaşırsın.
Örneğin sen (Allah muhafaza), 1000 Euro çaldın. Bu senin rızkın, fakat sen onu haram yolla aldın. Eğer çalmaz isen zaten o para sana helal olarak verilecektir.
Bir gün Hz. Ali (ra) atı ile pazara gitti ve dönene kadar atına bakması için birisini görevlendirdi.
Hz. Ali (ra) geri döndüğünde ise ne görsün? Ne atına bakacak olan kişi, ne de atının dizginleri vardı atın üzerinde.
Ardından atına yeni bir dizgin almak için tekrar pazara gitti. Ve dizgin satan bir tüccar gördü. Tüccara “bunu bana satar mısın” diye sordu? Tüccar da ona: “Evet biri biraz önce bunu 3 dinara bana sattı ben de sana aynı fiyattan veririm”..dedi.
Hz. Ali (ra) yanında da 3 dinar vardı, bu 3 dinarı atına bakacak olan kimseye vermeye niyet etmişti. Fakat bu adam ata bakmak yerine dizginleri çalıp bir başkasına satmayı tercih etmişti. Eğer çalmasaydı, Hz. Ali (ra) bu 3 dinarı zaten kendisine verecek, ona duâ edecek ve böylelikle rızkı artacak ve en iyisi de Allah da ondan razı olacaktı. Fakat tercih ettiği bu yol ile rızkını takvasız elde etti, bu nedenle kendisine sadece Rızk-ı Kadâi verildi ve başka birşey değil, onu da harama çevirdi.
1. Rızık türü:
Rızk-ı Kadâi, birincisi. Bu istenilse de, istenilmese de belirlenmiş verilecek olandır. Helal ya da haram yolla olması insanın şahsî seçimine kalmıştır.
Bunun delili yukardaki hadis’te geçmektedir ve Şeyh Vakiya’nın söylediği gibi Kur’ân Ayetinde, Zâriyât Suresinin, 22. Ayetinde. Ayette şöyle buyurulmaktadır: “Semada da rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler vardır.” (ZÂRİYÂT, 22)
2. Rızık türü:
2. rızık türü kaderden gelir. Kader ise senin aklına, yaptıklarına, seçimlerine, düşüncelerine, dolayısı ile iradene bağlıdır. Birşeyi yapabilir, ya da yapmayabilirsin. Çalabilir, ya da çalmayabilirsin. Bunun delili Talâk Suresinin, 3. Ayetinde’dir. Burada Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: “Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter…..” (Talâk, 3)
Demek ki, senin seçimlerine bağlı bir “Rızk-ı Kaderî” vardır.
Rızkın sadece bir değil, birden çok çeşitleri vardır. Onun şartı ise Allah’a takvalı olmak. Allah da hiç ummadığı yerden kişiye çıkar yol açar, yani belirli sıkıntılardan bir çıkış yolu verir, sağlık açısından ya da her hangi başka sıkıntıları giderir veya fayda sağlayacağı bir durumu rızık olarak verir.
Bu da hem imam Şafiî’nin, hem de imam Vakiya’nın haklı olduğu anlamına gelir. Her birinin tezi hakikatin bir parçasını içinde barındırıyor. Fakat her ikisinin söylediklerini birleştirince ancak bahsi gecen rızık için cevabın tümü ve anlamı ortaya çıkıyor.
Imam Şafi’î o adama yönelik takva ve merhametle yardım teklif etti ve hurmaları taşımaya yardımcı oldu. Adam imama dua etti bu 1. Ardınan adam ona hurmalar verdi bu 2. Sonradan adam yine kendisine duâcı oldu bu 3. O da eve döndükten sonra, bu hurmalardan bir kısmını şeyhine verdi bu 4, ve şeyhi de ona duâcı oldu. Bunlarda biri Kadai rızık diğer dördü ise takva ile gelen kaderi rızık. Şeyhi de bir Kadai rızkını aldı ve o hurma verene de sadece kendi Kadai rızık miktarı hurma kaldı.
Bakınız takva ile doğru yolda ilerlemekle ne kadar çok rızka nail oldu. Bu işte Rızkı Kaderî’dir.
İmam Vakiya Kadâi Rızkı tarif etmekte imam Şafi’î ise Qadar’i Rızkın, Talâk Suresinin, 3. Ayetinde ki bu Kur’ân Ayeti doğrultusunda takva’ya bağlı olduğunu buyurmuştur.
Imam Şâfi’î takva sahibi idi bir bakın nasılda rızkı ona hiç ummadığı bir yerden geldi.
Allah ona duâ buyurdu, ardından ona hurmalar verdi, ardından duâ buyurmaya devam etti, şeyhine de bu hurmaların bir kısmını hediye etti ve son olarak onunda duâsını aldı. Ve Beş ayrı rızık aldı. Imam Şâfi’î bunun üzerine şeyhine şöyle buyurdu: “Ey şeyhim bak, takva sahibi olduğum için beş rızık aldım.” (Gerçekten tam bu şekilde demese de örnek olsun diye bu şekilde izah ediyoruz!)
Ona 5 rızık verilirken, şeyhine ise sadece hurma verildi. Seyhin aldığı Rızkı Kadâi’dir. Imam Şâfi’î’ye verilen ise Rızk-ı Kaderî’dir.
Bir de destek ve izah olarak Kur’ân’da ki değişik Ayetlere bakalım: En’âm Suresi’nin, 151. Ayetinde Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: “……rızkınıza ortak çıkar endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, zira sizin de onların da rızkını Biz veriyoruz.” (EN’ÂM, 151)
Bir başka Ayette Allahu Teâla buyurmaktadır ki:
“Yoksulluk korkusu ile evlâtlarınızı öldürmeyin! Onları ve sizleri sadece Biz rızıklandırırız. Muhakkak ki onların öldürülmesi, (kasıtla işlenen) büyük suç oldu.” (ISRÂ, 31)
Ilk önce şöyle buyurmaktadır: “biz sizi ve onları rızıklandırırız” ve ardından ise: “biz onları ve sizi rızıklandırırız.”
Ister çocukları ile, ister Ebeveynleri ile olsun ya da birileri olmasınlar bu bir önem teşkil etmez. Onlar öyle ya da böyle rızıklarını alırlar. Eğer biri eksilirse, bir diğeri alır. Eğer her ikisi de varsa ikisine de rızık verilir, yani birileri diğerlerinin rızık almalarının sebebi değildir. Eğer Allahu Teâla bu iki Ayetten bahsetmemiş olsa idi: eğer biri yoksa diğerinin de rızkı alamayacağı düşünülebilirdi
Bu Kur’ân lisanının bir mucizesidir. Demek ki, bu Ayet nazarında rızık Allah’tan gelmektedir.
Konuya ilişkin bir Sure daha mevcuttur. Mülk Suresi’nin, 15. Ayetinde Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Yanlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyip için.”
Burada bahsi geçen “O’dur” Allah’a yöneliktir ve gezin dolaşın’a değildir atıf. Burada ki gezmek/dolaşmak çalışmaya yöneliktir. “Yanlarında dolaşın” ise dünyadaki yerlere/mekanlara ilişkindir. yiyip/için ise “Allah’ın verdiği rızkı yiyin” demektir, çalışmanızın sonucunu değil.
“Gezin” bir emirdir, yani bir farz, sen Allah’ın emrine itaat etmek zorundasın. Bu da Allah’ın emri olduğu için çalışmak zorunda olduğun anlamına gelir, rızkını temin etmek için değil.
Her Müslüman çalışmak zorundadır, dünyada yaşayıp onu inşa edebilmesi için. Allahu Teâla bizi dünyayı inşa edip içinde yaşamamızı murad etmiştir.
Çalışmak üzerimize farz olduğu için çalışırız, rızıktan dolayı değil. İşim vesilesi ile Allah rızkımı veriyor dersen bu yanlıştır. Ve rızkımı işim veriyor diyorsan eğer, bu zaten şirktir. O vakit işini (haşa) Allah’a ortak koşuyorsun demektir.
Demek ki “Gezin” ile kast olunan çalışmaktır, “o yerlerden yiyip, içmeniz için” Allah’ın verdiği rızıktan yiyip, içmemiz içindir. Çalıştığımız işimizden dolayı değildir. Fakat sakın olsun rızkımı işim veriyor deme. Bu şirk’tir, zahir şirk’tir. Allah’a (haşa) ortak koşmuş olursun. Bu da olacak birşey değildir.
Peki o zaman neden çalışıyoruz ki? Vazifemiz olduğu için (mecbur olduğumuz için). Nereden yiyoruz? Rızık’tan, rızık olarak çocuk verilir, sağlık verilir vesaire. Peki bunu kim yapıyor? Allah! Adalet ile.
Fakat bizler takva ile doğru yolda ilerlemek zorundayız ve hayr işleri yapmalıyız ki, rızkımızı helal yoldan alabilelim.
Bu rızık ve onun çeşitleri hakkındaki izahtı. Rızkı Kadâi ve Rızk-ı Kaderî.
Şimdi de “Ecel” konusunu izah etmeye çalışalım.
Rızık ve ecel sadece Allah Subhanehu ve Teala’nın elindedir.
Allah şöyle buyurmaktadır: “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’RÂF 34)
Ölüm sebebi ecelin vuku bulmasıdır, yoksa başka birşey değil. Ne bir kaza, ne bir hastalık ya da başka birşey. Bazı bebekler ölürler. Bazı hasta başında bulunanlar ölür de hastalar yaşamaya devam ederler.
Bazıları kazalarda ölmezken diğerleri sandalye de otururken ölürler. Zira ecelleri gelmiştir de ondan.
Rasulullah (sas)’tan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Sadaka belayı def eder ve ömrü uzatır.”
Yukarıda ki ayet ile bu hadisi nasıl bağdaştırır ve izah edebiliriz? Şöyle ki İnsanın rüya’da ölmesi ecel hakikatinin bir an bile ertelenmemesini ifade eder ve hayatın devam etmesi de hadis-i şerifte ifade edilen sadakanın ömrü uzatmasını ifade eder.
Bir hikaye ile konumuza bir nokta koyalım:
Bir gün saf adamın biri, kuşluk vaktinde Süleyman (as)’ın kapısını çalmış. Tasa ve kaygıdan yüzü sararmış ve dudakları morarmış. Süleyman (as) ona bakarak sormuş:
– Sana ne oldu, betin benzin atmış, harap ve perişan olmuşsun?
Adamcağız cevap vermiş:
– Sormayın efendim. Bugün Azrail’e rast geldim. Bana öyle bir bakış baktı ki, ödüm koptu.
Hz. Süleyman:
– Peki, buna karşın benden ne istiyorsun hemen iste, demiş.
Adam yalvarırcasına:
– Rüzgâra emret de beni tâ Hindistan‘a götürsün de bıraksın… Belki bu derece uzaklaşmak sayesinde canımı kurtarırım.
Zavallı adam ölümden korktuğu için, ondan kaçmakla ölümden kurtulacağını sanıyormuş…
Süleyman (as), Hindistan’a gitmek isteyen bu adamın arzusunu yerine getirmiş, rüzgâra emretmiş, o da adamı taşıdığı gibi bir lahzada Hindistan‘ın en ücra köşesindeki bir adaya bırakmış. Adam, Azrail‘den yakayı kurtardığını sanıyormuş. Fakat ne mümkün…
Ertesi günü Süleyman (as)’ın yine divanı kurulmuş ve onun halkı kabul edeceği zaman gelmiş. Azrail’de divanda imiş. Süleyman (as) ona bakarak:
– Ey Allah‘ın meleği, niçin o adamın ödünü koparan hışımlı bakışla baktın, bunun sebebini bana anlat? Azrail şöyle cevap vermiş:
– Benim ona bakışımda zerre kadar hışım yoktu. O vehme kapılarak yanlış anladı. Ben ona yol ağzında rastlamış, onu görünce hayret etmiştim. Çünkü Cenab-ı Hakk bana Hindistan‘da bir adaya gidip onun canını almamı emir buyurmuştu. Onu burada görünce düşündüm, şaşırdım… Bu adamın bir değil, yüz kanadı olsaydı, aynı gün buradan kalkıp yine Hindistan‘a gidemezdi.
Azrail hayret etmekte haklı idi. Fakat Süleyman’ın bir emriyle, rüzgâr o eceli gelen adamı taşıyıp, Hindistan‘ın en ücra adasına götürmüş. Azrail de ona orada yetişmiş ve canını almış…
Bu hikâye bize ne anlatır? Ecelimize kendimizin koşarak gittiğimizi anlatmaz mı? Tıpkı Allah’ın bize attığı ve bizden başkasına isabet edemeyecek ve ancak bize isabet edecek rızık gibi. Zira rızkın aklı yok ki bizden başkasına yanlışlıkla gitsin.
İnsanları Allah’tan alıkoyan iki mesele: Birisi rızık endişesi ikincisi ise ölüm endişesi. Bu iki mesele hakikatiyle anlaşıldığında insan kaygısız ve korkusuzca Rabbine kulluk edecek ve Arzda İslam’ın ve imanın izzetiyle yürüyecektir.
Vallahu Teâla ala ve Alam