Günün ve gecenin ne Güneş‘le ne Ay‘la bir ilgisi vardır ve dav’ kelimesiyle de nur kelimesi birbirinden farklıdır.
Dav’ veya (çoğulu) ziya, ateş çemberi ışınlarıdır veya yansımasıdır. Nur ise, eşya üzerindeki görme yansımasıdır. Bu konuyu İnşaallahu Teala, farklı bakış açılarından değerlendirecek, ayrıntılı bir şekilde kendi mantığı içerisinde Kur’ân’dan deliller getirerek, hem fizikî hem lügati hem maddî hem manevî hem şer’î hem fıkhî yönden izah etmeye çalışacağız. İnşaallah bu konuyu ravâsi ile de bağlayacağız ve dünya ve ahiret ile bir bütünlük içerisinde sunacağız.
Lisan ve fizik açısından nur ve dav’ arasındaki fark:
Bugüne kadarki araştırmalarımızda birçok dünya dillerinde farkı araştırdık, bulmaya çalıştık. Arapça lügatları dahil olmak üzere, hiçkimsenin dav’ ile nur arasında bir ayrıma gittiğini göremedik. Tek ayrımı Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teala yapmıştır. Allahu Teala’nın yaptığına şahit olduk.
Bütün lügatlarda, dillerde, bu iki kelime eş anlamlı kullanılagelmiştir. İkisi de ışık olarak tanımlanmıştır. Sadece ve sadece Allah Subhanehu Kur’ân-ı Kerîm’inde aralarındaki farkı ortaya koymuştur.
1. Nokta
Dav’ nedir?
Dav‘ dediğimiz şeyin bir enerji olduğu ve başka şeyler üzerine etki yapmakta olduğunu biliyoruz ve kaynağı ateştir.
Özü ateştir veya Güneş‘ten gelmektedir. Ateşin veya Güneş‘in etrafında bir yuvarlak oluşturmaktadır. Isı üretmektedir ve dereceyi yükseltmektedir. Hissedilir ve yalımlarıyla görülebilir, ateşin etrafında veya Güneş‘in etrafında ışınlar olarak veya yansıma olarak tespit edilebilir. Farklı yansımaları vardır. Bunlardan mesela lazer, ultrasonik bazılarıdır. Mesela Güneş enerjisi, bu ateş çemberi yansıması veya ışınlanması bir cismin üzerine isabet ettiğinde, o cismi yakabilir ve o yanmayla belirli duman gazları açığa çıkabilir.
Ateşin parlaması veya Güneş‘in dav’ı bu şekilde görülmektedir ve ısısı hissedilmekte ve anlaşılmaktadır.
Ateşte dav’ yine yansır, alevler şeklinde görülür. Yukarı doğru tırmanır ve yanlara doğru hareket eder. Zira ateşin etrafındaki ravâsiyi ateş yakmaktadır. Ravâsi yanınca, ateşe baskı yapmak özellikleri kaybolur.
Bu nedenle ateş kendi yolunu açar. Biraz yanlardan ve daha fazla yukarıdan yer kazanır. Gittikçe büyür. Şayet yakacak bir şey bulabiliyorsa.
Ravâsi ateşe oksijeni ile yardımda bulunur. Ateş ise ravâsiyi yakar ve etrafındaki ravâsiyi yok etmekle basıncı da yok eder. Ateşin alevleri, yalımları ve parlaklığı dav’ (ضوء) , Türkçe ziya. dediğimiz olaydır. Çoğulu diyadır (ضياء)
Ateşe maddi yem lazımdır. Ağaç gibi, odun gibi yakıcı bir şeyler lazımdır. Onlar bitince dav’ da artık yavaş yavaş tükenir.
Yanma enerjisi ve aşırı sıcak, ateşte yalım üretir. O enerji, o yakıt maddesindeki maddeyi yer, tüketir. Sonradan o enerji kendi kendisini yer bitirir ve nihayetinde ateş söner.
Eğer ateşe daha fazla yem verilmeyecek olursa, onun hayatı tükenir. Ne parlaklığı kalır, ne yalımı kalır, ne ışınları, ne ateş çemberi yansıması kalır.
Ateş ve onun ziyası, Allah’tan insanlara verilmiş bir nimettir. O bizleri ısıtır, onunla yemeğimizi pişiririz, onunla suyumuz kaynatır duşumuzu alırız ve daha birçok konularda istifade ederiz.
Kur’ân ayetiyle konuya ışık tutacak olursak, Yasin Suresi 80.ayet:
الذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَرا فإذَا أَنتُم مِّنْهُ توِقِدُونَ
“O SİZE, O YEŞİL AĞAÇTAN BİR ATEŞ OLUŞTURDU DA SİZ ONDAN TUTUŞTURUP DURUYORSUNUZ.”
(YÂSÎN, 80)
Burada (توقِدُونَ) tûkidûn sözcüğü vardır. Tûkidûn burada Ateş Çemberi Yansıması anlamındadır, yani dav’.
Ateş sıvı değildir, katı maddedir, enerjidir. Işınları, alevleri ve parlaklığı vardır. Anti-ravâsi bir özelliği vardır. Bu ayetten ateşin ve özelliklerinin bizlere Allah’tan bir nimet olduğunu da anlamaktayız.
Ziya olarak Şimşek:
“O ŞIMŞEK NERDEYSE GÖZLERINI KAPIVERECEK. ÖNLERINI AYDINLATTI MI (EDÂE) IŞIĞINDA YÜRÜRLER, KARANLIK ÜZERLERINE ÇÖKTÜMÜ DE DIKILIP KALIRLAR. ALLAH DILEMIŞ OLSAYDI IŞITMELERINI,GÖRMELERINI DE ALIVERIRDI. ŞÜPHESIZ ALLAH HERŞEYE KÂDIRDIR.”(BAKARA, 20)
Bu ayette de “AYDINLATTI” diye tercüme delin kelime “EDÂE” yani DAV’ kelimesinden türemedir.
Ziya Olarak Güneş:
Allahu Teala ve Subhânu’l-Hakk Yunus Suresi 5. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:
“O, GÜNEŞ‘İ BİR IŞIK (KAYNAĞI), AYI DA (GECELEYİN) BİR AYDINLIK (KAYNAĞI) KILAN, YILLARIN SAYISINI VE HESABI BİLMENİZ İÇİN ONA MENZİLLER TAKDİR EDENDİR. ALLAH BUNLARI (BOŞ YERE DEĞİL) ANCAK GERÇEK İLE (HİKMETİ GEREĞİNCE) YARATMIŞTIR. O, ÂYETLERİNİ, BİLEN BİR TOPLUMA AYRI AYRI AÇIKLAMAKTADIR.” (YÛNUS, 5)
Allahu Teala günlük mucize işaretini vermektedir.
Güneş, sıfatlarıyla, dünyayla olan alakalarıyla, tâ kıyamete kadar yapacağı hizmetleriyle hem dünya hem içindekiler Allah’ın bir mucize olarak yarattığı ve işlettiği Güneş‘ten istifade etmektedir. Güneş‘in ziyası, dünyaya kadar yansıtmaktadır. Hem kendi etrafına hem dünyanın yüzeyine fayda sağlamaktadır. Bütün faydalı özellikleri ile, Arz‘da yaşayan bütün canlıların ihtiyacı olan nimetleriyle ve değil sadece canlıların, Arz‘ın bütün atmosferiyle.
Ancak Güneş‘ten gelen zararlı ışınların da korunması için Allahu Teala ozon tabakası filtresini yaratmıştır. Bu Allahu Teala’nın ziya için yaratmış olduğu mucizevi bir olaydır ve kıyamete kadar bu şekilde işler de gider. Allah’ın dünyaya ve içindekilere nimetidir. Aksi takdirde bütün canlılar ölür, kokar, tükenirdi. Yağmur olmaz, buharlaşma meydana gelmez ve her şey donardı.
Güneş‘in merkezinde ısının yanması ve ölçülmesi mümkün değildir ve enerjisi, maddi ışınları ve gazları bulunmaktadır. Yakıtı Allahu Teala’nın kudreti ile mucizevi olarak halk edilir ve bu yaratma işi, bu mucize kıyamete kadar sürer gider. Bu Subhânu‘l-Hâlık’ın işidir.
2. Nokta
Nur Nedir? Eşya üzerinde görme yansıması:
Bu geneldir. Ne rengi vardır ne maddedir. Ne tadı ne kokusu vardır. Ne bizâtihi görülebilir ne tutulabilir ne ölçülebilir. Işık saniyede 300 bin kilometre hızla da giden bir şey değildir. Henüz daha ışığın ne olduğunu bilmezken, izah edemezken, kaç süratle gittiğini nereden bulmuş, nasıl tespit etmişler?
Nurun en bariz özelliği, eşyanın onun vesilesiyle görülmesi, kendisinin görülmeyişi ancak eşyanın görülmesi, nurun yani ışığın varlığının en büyük delilidir.
Eşyanın renkleri, ölçüleri ve tanımları, iki cisim arasındaki fark edebilme ancak nur sayesinde gerçekleşebilmektedir. Nurun çeşitleri ve özellikleri görülebilir Allahu Teala’nın mucizesi olarak. Mesela Ay da Allahu Teala’nın yarattığı bir nurdur. O Subhanehu Yunus Suresinde: “O’DUR GÜNEŞ‘İ ZİYA VE AYI NUR KILAN” diye ifade etmektedir.
Bu nur zâtîdir, ferdîdir ve aydan bizatihi zuhur etmektedir.
Manevi olarak kalplerin nuru vardır ve aklın basireti vardır.
Zamanî olarak ayın nuru geceleri gelir ve yıldızlar gelirler. Yeteneklerle alakalı nur, mesela basiret nuru. Bilginin anlaşılmasında görülen basiret nuru. Bu içsel bir durumdur. Bu direkt kendisi bizatihi görülmez ama sonuçları görülür.
Bir insan şayet zeki ise veya olayların akışını güzel okuyabiliyor, ona göre tedbirli davranabiliyorsa, demek ki nuru‘l-basireti çalışıyor demektir. Basiretinin, aklının nuru çalışıyor demektir.
Allah’ın muradı olarak yaptığı NUR; mesela Kur’ân. Allahu Teala
NİSÂ SURESİ 174. ayette: “VE BİZ SİZE APAÇIK NUR (YANİ KİTAB) İNDİRDİK.” buyurmaktadır.
Nur, hiçten yaratılır ya da herhangi bir şeyden yapılır. O, Allahu Teala’nın takdirine kalmıştır.
Enbiya Suresi 33.ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“O, GECEYİ, GÜNDÜZÜ, GÜNEŞ‘İ VE AY‘I YARATANDIR. HER BİRİ BİR YÖRÜNGEDE YÜZMEKTEDİRLER.” (ENBİYA, 33)
Buradan da anlıyoruz ki, bu ayette anlatılan herbir şey, tek başına müstakilendir. Birbirinden oluşma ile değil, birbirinden etkilenme ile meydana gelen değildir. Dört müstakil kendi başına yaratılmış özelliklerdir.
Çeşitli ayetlerde Allahu Teala günü ve geceyi farklı yarattığını ifade etmektedir:
“GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞINDA, GECE İLE GÜNDÜZÜN BİRBİRİ ARDINCA GELİP GİDİŞİNDE SELİM AKIL SAHİPLERİ İÇİN ELBETTE İBRETLER VARDIR.” (ÂLİ İMRAN, 190)
Allah’ın yapması şöyledir ki, Allahu Teala ya herhangi bir şeyden bir şey yapar ya da onu yeni halk eder, yaratır. İkisi de mucizedir ve O’nun işaretlerindendir. O’nun kudretinin işaretlerindendir. Tıpkı Subhanehu ve Teala’nın İsra Suresinde ifade ettiği gibi:
“BİZ GECEYİ VE GÜNDÜZÜ (KUDRETİMİZİ GÖSTEREN) İKİ ALÂMET YAPTIK. RABBİNİZDEN LÜTUF İSTEYESİNİZ, YILLARIN SAYISINI VE HESABINI BİLESİNİZ DİYE GECE ALAMETİNİ GİDERİP GÜNDÜZ ALAMETİNİ AYDINLATICI KILDIK. İŞTE BİZ HER ŞEYİ AÇIKÇA ANLATTIK.” (İSRÂ,12)
Demek ki Allahu Teala günü eşya üzerindeki görme yansımasıyla yarattı ve geceyi karanlık olarak görmeme yansımasıyla yarattı. Eşyanın görülmemesi olayı hakimdir. Zira istirahat için mucize olarak, belirli hikmetlere binaen bu şekilde yaratmıştır. Ne gün Güneş‘ten meydana gelmiştir ne de gece aydan yaratılmıştır. Yoksa mucize olmazlardı.
Demek ki, Allah günü aydınlık yaptı. Yani eşyayı görebilme yansıması yarattı. Güneş günü var etmedi. Aynısı gece karanlığı için de geçerlidir. Gündüzü görme yansıması ile halk eden, geceyi de görmeme yansıması ile halk etti.
Sonuç itibariyle, günün nurunu direkt göremeyiz. Ancak eşyayı görmekle görebiliriz. Sen beni görürsün, ben seni görürüm vs.
Nurun var olduğunun buradaki kanıtı, işte eşyanın görülmesidir. Nur eşya üzerindeki görme yansımasıdır. Oysaki kendisi görülmemektedir. Ancak nur enerjidir. Onun varlığında belirli işler yapmaktadır o enerji. O enerji tıpkı beden için ruh gibidir. Yoksa Allah mucizesi olmazdı.
Fıkhî bir hüküm:
Eğer, ‘Güneş, günü nur ile eşya üzerinde görme yansıması ile yapıyor’ denilse oysaki Allahu Teala kendisinin yaptığını ifade etmekte, bu durumda Güneş‘i Allahu Teala’nın yanına koyarak şirk yapmak olur.
Buradaki günün yapılma olayı, Allah’a verilmelidir. Aksi takdirde Güneş‘e verilmiş olur ve bu caiz değildir. Bu şirk olur. Bu ayet okunup anlaşıldıktan sonra Güneş‘in günü yaptığı gibi bir anlayış caiz değildir.
Nur, bâtını ve zahiri parlatır. Bâtını şöyle ki, evliyanın kerametinden örnek verilebilir:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“MÜ’MİNİN FERASETİNDEN SAKININ. ZİRA O ALLAH’IN NURU İLE BAKAR.”
İslam literatüründe Allah dostları hakkında birçok biyografi okumanız mümkündür.
Aklın nuru insanda nasıl görülür? Tabi ki kişinin akıl nurunun olup olmaması onun konuşması ve eylemlerinde tespit edilebilir. Peki zahiren nasıl görülür? Zahiren mü‘minin yüzünde nur görülür. Örneğin; abdest almış bir mü’minin yüzünde nur görülür. Teheccüd namazı kılmış bir insanın veya sabah namazından sonra veya oruçlu bir insanın, Kur’ân okuyan bir insanın, Hacc’a gitmiş, Hacc’dan dönmüş bir insanın, bütün bu insan tiplerinin yüzlerine bakıldığında nur görülür. Velev ki siyahi bir tene sahip olsa o mü’minin nuru görülür. Onun yüzünde nur açıkça görülür.
Ayın nuru geneldir. Kendi varlığını gösterir ve Allah mucizesidir. Ateşin ve Güneş‘in ışıkla alakası yoktur. Ama onların etrafında bulunanlar nedir? Alevdir, gazdır ve o ateş çemberi etrafının özellikleri vardır. Parlaklık vardır, ısı, sıcaklık, yanma vardır. Tabiki dolayısıyla aydınlatıcı özelliği de vardır ve bütün bunlarla birlikte ismi dav’ veya çoğul olarak diyadır (ziyadır). Yani ateş çemberi yansıması. Demek ki dav’ Allah’ın mucizesidir ve Güneş‘ten gelir, ateşten gelir. Aynı zamanda ateş de Allah’ın mucizesi olarak insanlara ve bütün canlılara verilmiştir hem dünyaya hem atmosferine.
Yunus Suresi 5.ayette ifade edildiği gibi:
“O, GÜNEŞ‘İ BİR IŞIK (KAYNAĞI), AYI DA (GECELEYİN) BİR AYDINLIK (KAYNAĞI) KILAN, YILLARIN SAYISINI VE HESABI BİLMENİZ İÇİN ONA MENZİLLER TAKDİR EDENDİR. ALLAH BUNLARI (BOŞ YERE DEĞİL) ANCAK GERÇEK İLE (HİKMETİ GEREĞİNCE) YARATMIŞTIR. O, ÂYETLERİNİ, BİLEN BİR TOPLUMA AYRI AYRI AÇIKLAMAKTADIR.” (YÛNUS,5)
Bu mânâ Kur’ân-ı Kerîm’de Güneş hakkında birçok ayette ifade edilmektedir. Bundan başka bir şeyde ifade edilmez ve Allah’ın mucizesi olarak ve nimeti olarak. O’ndan, yaratılmışlara ve yaratılmışların efendisi olan insana nimet olarak. Ateş ve dav’ için özellikle Yasin Suresinin 80. ayetinde şöyle ifade edilmiştir:
“O SİZE, O YEŞİL AĞAÇTAN BİR ATEŞ OLUŞTURDU DA SİZ ONDAN TUTUŞTURUP DURUYORSUNUZ.” (YÂSÎN,80)
Tûkidûn kelimesine doğru bir mana ateş çemberi yansıması ya da alev yapmak denilebilir. Burada gördüğümüz gibi Allahu Teala bize ağaçlardan ateş yaktırmıştır, bu O’nun nimetidir, bize ikramı ve mucizesidir.
3. Nokta
Güneş ve Ay
İkisi de Allah’ın ayetleri ve mucize işaretleridir, Allah’tan bize ve bütün mahlukata, Allah’ın ve Elçisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi.
Allahu Teala birçok ayetinde şu şekilde ifade etmiştir. Demek ki bu özellikler dünya hayatı için elzemdir, lazımdır ve Güneş ve ayın ne günle ne geceyle bir alakası yoktur.
Güneş de Ay da kıyamet günü, Allah Subhanehu ve Teala’nın Kıyamet Suresi 9. ayetinde buyurduğu gibi, bir araya toplanacaklardır:
“GÜNEŞ VE AY BİR ARAYA GETİRİLDİĞİ ZAMAN…”
4. Nokta
Kıyamette zaman sıfırlanacaktır.
Kıyamette, ne gün eşya üzerindeki görme yansıması ile var olacaktır, ne Güneş ateş çemberi yansıması ve alevleri ile, ne gece, karanlığı ile, görünmezliği ile, ne de Ay, nuru ile eşya üzerindeki görme yansıması ile var olacaktır. Zira bunların hepsi dünya hayatı için geçerlidir. Niçin mi? Zira Güneş, dav’, ziya ve Ay da nuruyla eğer insanlar üzerine toplanacak olsalardı, eğer Güneş dünyadaki özellikleri ile insanların tepelerinde hani bir mızrak boyu duracak olsaydı, insanları yakmak değil, elbette buharlaştırırdı. Ancak o özellikleri çekilecektir.
O halde birbirimizi nasıl göreceğiz? Kitaplarımızı nasıl okuyacağız madem ki ne Güneş ne Ay ışığı yansıması olacak, o halde birbirimizi nasıl göreceğiz, kitaplarımıza nasıl şahit olacağız, nasıl okuyacağız? Bunu Allahu Teala Zümer Suresi 69. ayette ifade etmektedir:
“VE ARZ, RABBİNİN NURUYLA AYDINLANACAK VE KİTAPLARI ÖNLERİNE KONACAKTIR.”(ZÜMER, 69)
İbrahim Suresinde yine Allahu Teala:
“O GÜNDE Kİ, ARZ BAŞKA BİR ARZ‘A TEBDİL EDİLİR VE GÖK DAHİ DÖNÜŞTÜRÜLÜR (DEĞİŞTİRİLİR) VE HEPSİ
ALLAH’IN HUZURUNA GETİRİLİR. O BİR OLAN VE KARŞI DURULMAZ GÜÇ SAHİBİDİR.”(İBRAHİM,48)
Demek ki, Allahu Teala nurunun tecellisi ile aydınlatacaktır mahşeri. Zira dünya nurundan hiçbir nur olmayacak.
5. Nokta
Kuran-ı Kerîm’de Güneş, Ay, gün ve gece nasıl zikredilmektedir?
Örnek olarak bazı kerîm ayetleri anlattıklarımıza kanıt olması bakımından delil olarak ifade edeceğiz:
“ALLAH, GECEYİ GÜNDÜZÜN İÇİNE SOKAR, GÜNDÜZÜ DE GECENİN İÇİNE SOKAR. GÜNEŞ‘İ VE AY’I DA KOYDUĞU KANUNLARA BOYUN EĞDİRMİŞTİR…” (FATIR, 13)
Bundan da anlaşılıyor ki Allahu Teala, geceyi ve ayı özellikleriyle, Güneş‘i ve gündüzü özellikleriyle ve bu dördünü de (gün, gece, Ay ve Güneş), her biri müstakil olarak Allah’ın mucizesidirler ve bizlere hizmet etmektedirler ve kendi yollarında kıyamete kadar yürümektedirler. Bu ayette olsun, Kur’ân-ı Kerîm’in diğer ayetlerinde olsun sıralama bu şekildedir. Önce gece, sonra gün, sonra Güneş, sonra ay. Eğer, gece ayla bağlantılı olsaydı, gün de Güneş ile bağlantılı olsaydı sıralama böyle olmayacaktı, başka türlü olacaktı. Önce gece, sonra gün, sonra Ay, sonra Güneş.
Gramer bakımından ve lisanın hitabet sanatı açısından böyle olması gerekirdi. Ama böyle olmamış, başka bir dizilimle kelimeler anlatılmış. Bu da birinin diğeri ile alakasızlığını belirtmektedir. Allahu Teala’nın Arapça‘da böyle bir gramer hatası yapması hâşâ ve hâşâ kabul edilemez. Ancak şöyle ifade edilebilir, bu sayılan dörtlü, (Güneş, gün, Ay, gece) her biri müstakil mucizedir ve kendi başına vardır. Birbirleri ile alakalı değildir ve kendi özellikleriyle vardırlar.
“ALLAH, GÖKLERİ VE YERİ HAK İLE YARATTI. GECEYİ GÜNDÜZÜN ÜZERİNE ÖRTÜYOR, GÜNDÜZÜ DE GECENİN ÜZERİNE SARIYOR. GÜNEŞ‘İ VE AY‘I EMRİ ALTINA ALMIŞTIR. HER BİRİ BELLİ BİR SÜREYE KADAR AKIP GİDER. DİKKAT ET! O, AZÎZDİR VE ÇOK BAĞIŞLAYANDIR.” (ZUMER, 5)
Burada da sıralama bir önceki gibidir. Anlatılan durum her birinin ayrı bir vaziyetini ve görevini ifade etmektedir. Burada artı, gecenin ve gündüzün nasıl meydana geldikleri ve oluştukları anlatılmaktadır.
“GÖRMEDİN Mİ Kİ, ALLAH, GECEYİ GÜNDÜZÜN İÇİNE VE GÜNDÜZÜ DE GECENİN İÇİNE SOKUYOR. GÜNEŞ‘İ VE AY‘I DA KOYDUĞU KANUNLARA BOYUN EĞDİRMİŞTİR. HER BİRİ (KENDİ YÖRÜNGESİNDE) BELLİ BİR ZAMANA KADAR AKAR GİDER. ŞÜPHESİZ ALLAH, İŞLEDİKLERİNİZDEN HAKKIYLA HABERDARDIR.” (LOKMAN, 29)
“VE O’DUR GECEYİ VE GÜNDÜZÜ BİRBİRİNDEN YAPAN, DÜŞÜNEN VE ŞÜKÜR GÖSTEREN İÇİNDİR BU.” (FURKAN,62)
Bu ayetten anladığımıza göre, gece gündüzden, gündüz de geceden gelmektedir, birbirine dolanarak, diğer ayetlerde de ifade edildiği gibi, bunlar ne Güneş‘ten ne aydan gelmektedir. Zira doğrudan Allahu Teala’nın yaratmasıyladır.
“O GECEYİ GÜNDÜZE VE GÜNDÜZÜ DE GECEYE SOKMAKTADIR VE O İÇTEKİLERİ BİLENDİR.” (HADÎD, 6)
“DE Kİ: NE YAPARDINIZ EĞER GECEYİ ALLAH SİZE SÜREKLİ KILSAYDI, TEKRAR DİRİLTİLECEĞİNİZ GÜNE KADAR. ALLAH’TAN BAŞKA KİM İLAH OLABİLİRDİ, SİZE ZİYA GETİRECEK OLAN, DUYMAK İSTEMİYOR MUSUNUZ?” (KASAS, 71)
Âlimler, mütercimler ziyayı nur olarak anlatıyorlar, tercüme ediyorlar, yani ışık olarak. Bu ise büyük bir hatadır. Allahu Teala ziyaya nur demiyor, ateş çemberi yansıması diyor. Yani Güneş‘in ziyasına. Eğer Güneş olmayacak olsaydı bütün canlılar donarak ölürlerdi. Işık üretilebilir ve gece kullanılabilir ama Güneş asla üretilemez ve onun sağladığı bütün faydalar suni üretilen ziyadan elde edilemez. Bu yüzden Allahu Teala Güneş‘e yaratılış mucizesi demektedir. Kendisinden başka kimsenin yapamayacağı, zira Güneş‘siz bütün canlılar donar ve ölür ve denizler buharlaşmaz. Yağmur yağmaz, ravâsi olmaz, Arz ve içindekiler ölür ve kokuşurdu.
DE Kİ: “NE DERSİNİZ? ALLAH, ÜZERİNİZE GÜNDÜZÜ KIYAMETE KADAR SÜREKLİ KILSAYDI, ALLAH’TAN BAŞKA HANGİ İLÂH SİZE İÇİNDE DİNLENECEĞİNİZ BİR GECE GETİREBİLİR? HÂLÂ GÖRMEYECEK MİSİNİZ?” (KASAS, 72)
Bu ayette Allah Subhânu’l-Hakk şayet sadece gece olsaydı ne olurdu veya sadece gün olsa gece olmasa ne olurduya örnek veriyor. Subhanehu ve Teala geceyi dinlenmek ve istirahat için bize yapmıştır ve gece bizi örter.
Allahu Teala çeşitli ayetlerde, mesela Neml Suresi 86. ayette:
“ONLAR GÖRMÜYORLAR MI Kİ, BİZ GECEYİ İÇİNDE RAHAT ETSİNLER DİYE, GÜNDÜZÜ DE (HER ŞEYİ) GÖSTERİCİ (AYDINLIK) OLARAK YARATTIK. ŞÜPHESİZ BUNDA İNANAN BİR TOPLUM İÇİN ELBETTE (ALLAH VARLIĞINI GÖSTEREN) DELİLLER VARDIR…” (NEML, 86)
Demek ki gece belirli bir hedef içindir, istirahat için, bizi örtmesi için, uyuyabilmemiz için vs. ve gün de kendi özellikleriyle vardır. Günün nuruyla eşyayı görebiliriz, Arz‘da gezebiliriz, dolaşırız, çalışırız, işlerimizi yaparız.
“O, GÜNEŞ‘İ BİR IŞIK (KAYNAĞI), AY‘I DA (GECELEYİN) BİR AYDINLIK (KAYNAĞI) KILAN, YILLARIN SAYISINI
VE HESABI BİLMENİZ İÇİN ONA MENZİLLER TAKDİR EDENDİR. ALLAH, BUNLARI (BOŞ YERE DEĞİL) ANCAK GERÇEK İLE (HİKMETİ GEREĞİNCE) YARATMIŞTIR.O, ÂYETLERİNİ, BİLEN BİR TOPLUMA AYRI AYRI AÇIKLAMAKTADIR.” (YUNUS, 5)
Burada Ay ve onun nuru, Güneş ve onun ziyası Allahu Teala’nın murâdı doğrultusunda ayırt edilerek bakılmaktadır. Burada Allahu Teala Güneş‘i niçin dav’ olarak, ayı da niçin nur olarak yaptığını anlatmaktadır. Burada ve bütün Kur’ân’da bu kelimeler istinasız bu manadadır.
“GÖĞE BURÇLAR YERLEŞTİREN, ORADA BİR LAMBA (GÜNEŞ) VE AYDINLATICI BİR AY YARATANIN ŞANI ÇOK YÜCEDİR.” (FURKAN, 61)
“RABBİNİN GÖLGEYİ NASIL UZATTIĞINI GÖRMEZMİSİN? İSTESEYDİ ONU SABİT KILARDI. SONRA BİZ GÜNEŞ‘İ GÖLGEYE DELİL KILDIK.” (FURKAN, 45)
Bu ayeti doğru tercüme ettiğimizde, Allahu Teala’nın buradaki gölgeyi Güneş‘le bağlantıladığını görmekteyiz. Burada zamanı ve namaz vakitlerini doğru anlamamız ve canlıların yaşayabilmesi için. Allah isterse o gölgeyi sabit tutabileceğini ifade etmektedir. Ama o gölgeyi genişletip, bağlar, zamanı hesaplayabilmemiz, saatleri, günleri, ayları, yılları vs. hesaplayabilmemiz için. Onunla oruçlarımızı da tayin edebiliriz. İftar, sahur, hangi ayda, hangi günde, bayramlarımızı, hac zamanımız ne zaman başlar ne vakit biter, zekat ne zaman düşer, bunların hepsi…
“ŞEMS‘E AND OLSUN VE ONUN GENİŞLEMESİNE VE AY‘A ONU TAKİP ETTİĞİNDE GÜN’E VE DOĞDUĞUNDA GÜNEŞ’E… ”(ŞEMS, 1-3)
Demek ki gün Güneş‘i, Güneş‘in doğmasını sağlamaktadır. Güneş ateş çemberi yansımasıyla görülmektedir. Yani Güneş günü oluşturmaz, bilakis gün aydınlığı, Güneş‘in görülmesini, güneşin ateş çemberi yansımasını gösterir ve görülmesini sağlar. Güneş günün oluşmasını değil, gün Güneş‘in görülmesini sağlar.
“BİZ GECEYİ VE GÜNDÜZÜ (KUDRETİMİZİ GÖSTEREN) İKİ ALÂMET YAPTIK. RABBİNİZDEN LÜTUF İSTEYESİNİZ, YILLARIN SAYISINI VE HESABINI BİLESİNİZ DİYE GECE ALAMETİNİ GİDERİP GÜNDÜZ ALAMETİNİ AYDINLATICI KILDIK. İŞTE BİZ HER ŞEYİ AÇIKÇA ANLATTIK.” (İSRA, 12)
Bu ayet çok önemlidir. Şimdiye kadar söylediklerimizi teyit etmektedir ve hatta bu konudaki bilgimizi artırmaktadır. Allahu Teala geceyle gündüzü iki mucize işaretleri olarak yaratmıştır. Sonra Allah gecenin işaretini siler ve gündüzü bırakır, sonra gündüz görünme yansımasıyla eşyayı gösterir. “Mubsiratan” kelimesi orijinal Arapça‘da İsra 12. ayette geçmektedir. Anlamı, eşya üzerinde görme yansıması, aynen şöyle sorar gibi: Ali’nin gözü kör mü, yoksa mubsirat mı, yani görür mü?
Cevap verirken, onun gözü eşyayı yansımakla görmektedir. Bütün bu kelimeler mubsiratun kapsamındadır. Karanlıkta da gözü vardır Ali ‘nin ama gün ışığı yoktur, yani eşya üzerine görme yansıması yoktur, bu özellik gündüz vardır gece yoktur.
6. Nokta
Bazen Güneş bulutlarla örtülür.
Evet bazen Güneş bulutlarla örtülür veya Güneş tutulması olur veya Güneş batar akşamları. Ama bütün bunlara rağmen hava aydınlık olur, ortam aydınlık olur, eşya açık seçik olur ve birbirinden ayırt edilebilir. Çünkü gün henüz bitmemiştir, geceye dönüştürülmemiştir, gece olmamıştır. Güneş‘in gitmesiyle karanlık çökmez. Demek ki gün ile Güneş arasında fark vardır ve geceyle de Ay arasında. Bunların her biri ayrı ayrı Allah mucizesidir.
7. Nokta
Allahu Teala niçin Güneş‘i ve Ay‘ı yaratmıştır?
Yukarıdaki okuduğunuz ayet bunları şu şekilde ifade etmektedir.
- Mucize işareti olarak, kudretinin ve her şeye gücü yettiğinin ifadesi olarak Subhanehu ve Teala bize göstermektedir.
- Bizim geceleri istirahat edebilmemiz ve günün yorgunluğundan dinlenebilmemiz için.
Allahu Teala Nebe Suresinde şöyle buyurmuştur:
“VE BİZ GECEYİ ÖRTÜCÜ BİR ELBİSE YAPTIK VE GÜNDÜZÜ HAYAT YAŞAMI KILDIK. VE ÜZERİNİZDE YEDİ
SAĞLAM GÖK BİNA ETTİK. VE ALEVLİ PARLAYAN BİR VÜCUT BİNA ETTİK.” (NEBE, 10-13)
Bu ayetten anlaşılan o ki, Allahu Teala her ne yaptıysa, her birini bir mucize olarak yaratmış ve yapmıştır. Gün gece Güneş ve Ay vs. bunun gibi yarattığı canlılarda, insanlar, hayvanlar, bitkiler vs.
- Allahu Teala’nın fadlına erişmeniz için ve görevlerimizi, çalışmalarımızı yerine getirmek için. Subhanehu ve Teala’nın İsra Suresinin 12. ayetinde ifade ettiği gibi.
- Yılların, ayların, günlerin, saatlerin, rakamını, sayısını yapabilmemiz için.
- Namaz vakitlerini tayin edebilmemiz için. Bizler İslam’da namaz vakitlerinin Güneş‘le bağlantılı olduğunu bilmekteyiz ve bunu öğrenebilmek için bilgin olmak gerekmez. Çok kısa sürede alınacak bir talimatla herkesin öğrenebileceği bir şeydir. Güneş‘in ve gölgenin orantısıyla, şehirde, çölde nerede olursak olalım, bilgisiz olalım, ufak bir gayretle bunun ilmi hemen öğrenilebilir. İmâm Taberani’nin sahihinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“MUHAKKAK Kİ ALLAH’IN SEÇKİN KULLARI ONLARDIR
Kİ, ONLAR GÜNEŞ, AY VE GÖLGE İLE ALLAH’IN ZİKRİNE DİKKAT EDERLER.”
Buradaki zikirden kasıt namazdır. Yani namazlarının hesabına ihtimam gösterirler ve vakit ise namazın kabul şartlarındandır ve namazın vakti de ancak Güneş ve gölge orantısıyla tespit edilebilir. Hatta saatimiz olsa bile bu ilmi bilmemiz lazım gelir. Allahu Teala Rum Suresinde şöyle buyurmaktadır:
“SUBHANDIR ALLAH. AKŞAMA VARDIĞINIZDA VE SABAH KALKTIĞINIZ DA O‘NADIR HAMD. GÖKLERDE VE YERDE, GECEDE VE ÖĞLEN VAKTİ GELDİĞİNDE.” (RUM, 17,18)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namaz vakitlerini günde beş defa olarak kılmıştır ve vakitlerini de tanımlamıştır. İmâm Hanbel’in Müsned‘inde rivayet edildiği gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“ALLAH KULLARINA BEŞ VAKİT NAMAZI EMRETMİŞTİR.”
F) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın öğrettiği ve gösterdiği namaz vakitleri nasıl tanımlanmıştır.
Sabah namazı vakti: beyaz rengin hafif kırmızı renkle karıştığı vakit. Doğu ufkunda beyazla karışık kırmızı renk görününce, Güneş doğmadan önceki vakte kadar ve Güneş doğduktan sonra ok gibi yukarı doğru çıkmaya başladığında Duha Namazı vaktidir. Yani yaklaşık Güneş doğduktan 15 dakika sonra başlar, birçok hadiste ifade edilmiştir. Bu namaz en az iki rekât kılınır ve öğle namazına 10 dakika kalana kadar eda edilir. Yani öğle namazı zevaldir. Yani gölgenin olmadığı bir vakit, bir cismin gölge atmadığı vakit. Zeval ne demektir? Silmektir ya da gitmektir. Yani insanın gölgesinin silindiği gittiği durum, vakittir ve Güneş tepededir, direkt tepededir.
Öğle vakti: öğle namazının vakti Güneş hafif batıya doğru kaydığında ve bir cismin gölgesi o cismin ölçüsünde olduğunda, yani gölge ile asıl aynı boyda olduğu vakit başlar.
İkindi namazı vakti: her bir cismin gölgesi aslından daha uzun olduğu vakit.
Akşam namazı vakti: Güneş‘in batımıyla başlar. Yani kırımızı şafak görüldüğünde ve batı tarafında kırmızı şafak kaybolmaya başladığında.
Gece (yatsı) namazı, tamamen hava karardığında başlamaktadır ve ta sabah namazı vaktine kadar sürmektedir. En iyi vakti gece yarısına kadar olan vakittir. Yani yatsı namazı başladığın da başlar ve imsak vaktine kadar sürer. Ama en geç gece yarısına kadar eda etmek en efdalidir.
G) Hesap yapabilmemiz için ister zaman ister başka bir hesap olsun, zamanla alakalı özellikle hesaplar yapabilmemiz için A’ dan G’ ye kadar olan bu izahlar İsra Suresinin 12. ayetinden esinlendiğimiz noktalardır.
devam edecek…