Önceki bölümlerde ravâsi kelimesi hakkında bazı sunumlarda bulunduk. Bu bölümde ise Kur’anî sözcük “ravâsi” hakkında 19 Noktada teferruatlı bir açıklama sunmaya çalışacağız.
Başlığın da ifade ettiği gibi panoramik bir bakış açısı çabasındayız.
Nokta: 1
Arza (dünyamıza) Allah tarafından iki şey atılmıştır. Birisi demir birisi ravâsi.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerîm’de Hadid Suresi 25. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.”
Ve Lokman Suresi 10. Ayet-i Kerîme’de de şu şekilde geçmektedir: “O, gökleri direksiz yarattı, onları görüyorsunuz. Yer içinde de sizi çalkalar diye ravâsi (balans-ağırlıkları) bıraktı…”
Ravâsi havada bulunan gazların basıncıdır. Yukarıdan aşağıya, sağdan, soldan bastıran gazlardır. Maalesef ekseri ulema ravâsiyi dağlar olarak tercüme etmişlerdir. Oysaki ravâsinin dağlarla doğrudan bir alakası yok. Delilimiz ise Râ’d Suresi 3. Ayeti Kerîme’de Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Yer içini enine boyuna yayıp döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getiren ve yer içinde meyvelerin hepsinden iki çift yapan Hu’dur.”
Bu ayette ravâsi olarak geçmektedir. Aynı surenin 31. Ayetinde ise: “Bir Kur’ân ki, onunla dağlar yürütülse veya…”
Burada ise dağlar olarak geçmektedir. Yani cibal olarak. Allahu Teala niçin bir surede iki farklı ayetinde iki ayrı kelime kullansın dağ için. Birinde ravâsi birinde cibal desin?
Demek ki dağlar ile ravâsi farklı şeylerdir.
Ravâsi ile dağların aynı şeyler olmadığını ifade ettikten sonra ravâsinin nelerden tertip edildiği konusuna geçelim.
Asıl tertip maddesi azot (N2) ve oksijen (O2) atomlarıdır.
Suda da bütün taraflardan bastıran ravâsi vardır. Suda en fazla ravâsi oluşturan özellikle H2O yani suyun kendisidir. Günlük yaşadığımız olaylarda fizik kanunları gereğince cisimler yukarıdan aşağıya doğru düşerler. Bunun nedeninin bilinmesi için ravâsinin bilinmesi şarttır.
Newton bu yerçekimiyle olmaktadır diye ifade etmiştir. Ancak bu doğru değildir, yanlıştır.
Bunun nedeni, bir elma ağaçtan aşağıya yer çekimi ile düştü der oysaki bu ravâsi baskısıyla aşağıya doğru düşer. Aşağıda ravâsiyle ilgili birkaç özellik ifade edeceğiz.
Nokta: 2
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi ravâsi bütün taraflardan gelip bastırmaktadır. Ancak yukarıdan gelen baskı yanlardan gelen baskıdan daha dominanttır. Ravâsi ozon tabakasından itibaren aşağıya bastırır ve yüksek bir enerjiyle aşağıya doğru iner, yere çarpar, çarpmayla birlikte tekrar havalanır ve yukarı doğru hareket eder (ravâsi kırılması).
Ravâsi enerjisinin bir kısmını aşağıda kaybeder yere çarpmayla kaybeder. Bu nedenle yukarıdan aşağıya doğru gelen ravâsi bütün enerjiye sahip olduğu için her zaman daha güçlüdür.
Bu nedenle insanlar aşağıdan yukarı doğru uçamazlar ama yukarıdan aşağıya doğru kendiliğinden uçarlar. Zira yukarıdan aşağıya doğru baskı, enerji daha fazladır.
Örneğin ravâsi 1000 m kadar yüksekliğe mevcut diyelim. Bir insan 900 metreye kadar çıkmış olsa ve orada bulunsa üzerinde 100 metrelik, altında ise 900 metrelik ravâsi vardır. Normalinde yukarı doğru itilmesi gerekiyordu bu ravâsi teorisine göre. Ama aşağıya doğru bastırıldığını ve aşağıya doğru düştüğünü görürsünüz. Niçin? Çünkü yukarıdan gelen ravâsi çok enerjik ve çok daha güçlü.
Nokta: 3
İnsan ne kadar arza yakın olursa o kadar çok baskıya maruz kalmaktadır yukarıdan aşağıya doğru.
Örneğin 1000 metre yükseklikte bir insan 800 metrede ise üzerinde 200 metre, altında 800 metre ravâsi mesafesi bulunmaktadır.
İkinci bir insanın 600. metrede bulunduğunu düşünelim. Onun üzerinde 400 metre ravâsi var. Birinci adamdan daha fazla ravâsiye maruz kalmaktadır. Çünkü üzerinde 400 metrelik etkin ravâsi vardır. Yerde gezen insanların başında bu örneğimize göre 1000 metre ravâsi vardır. Yani en yoğun ravâsi insan arzdayken üzerine bastırılan ravâsidir.
Newton der ki yer çekim gücü hızlanmaktır. Ama ifade ettiğimiz gibi yerçekiminden burada bahsedemeyiz. Eşyaları birbirine yaklaştıran birbirinin içine geçiren yerçekiminden bahsedemez, ravâsiden bahsedebiliriz. O da iç içe çekmez ama bastırır, dışardan içeri doğru ve içeriden de dışarıya doğru bastırır. Ancak yukarıdan aşağı doğru inen cisimler aşağı yaklaştıkça durmadan hızlanırlar.
Bu durumu aşağıdaki örnekte gösterelim.
Mesela yine 1000 metre ravâsi yüksekliği düşünelim. Bir metal bilyeyi 500 metreden aşağıya bırakalım. Üzerinde 500 metre ravâsi, altında 500 metre ravâsi var. Bu belirli bir hız ile aşağı doğru iner 400. metreye geldiğinde hızı ilk 100. metredeki hızından daha fazladır. Gittikçe hızlanır. Çünkü üzerindeki ravâsi daha fazladır 200. metreye geldiğinde 800 metrelik bir ravâsiye maruz kalıyordur ve bu yüzden daha çok hızlanır. Ta ki yere gelene kadar.
Nokta: 4
Su’da da bütün taraflardan ravâsi işlemektedir. Fakat havadan birazcık daha farklı bir biçimde.
Zira su’da ki ravâsi özellikle oksijen, azot ve gaz halinde değilde su (sıvı halde) halinde olduğu için farklılık arz ediyor su’da ki ravâsi.
Ravâsi yukarıdan aşağıya suya bastırdığı zaman enerjisinin bir kısmını suya bırakmaktadır.
Demek ki ravâsi deniz yüzeyinden (yukarıdan) aşağıya doğru bastırıyor maddeyi. Suda bir şeyin batabilmesinin başlıca sebebi budur. Ancak bu maddenin ve eşyanın kimyasal bileşimi ile alakalı bir konudur. Ne zaman suyun üstünde durur ne zaman batar konusu kimyasal maddenin kimyasal bileşimi ile alakalı bir durumdur.
Doğa bilimciler: “Yoğunluğu sudan daha az olan eşya su üstünde durur.” Örneğin: buz ve odun gibi. Aksi takdirde sudan daha fazla yoğunluğu olan eşya suyun dibine çöker ve dolayısı ile suya batar“..derler. Örneğin: Taş, metal, metal’den oluşan bir bilya vs… gibi.
Arşimet Prensibi: Tamamı veya bir kısmı bir akışkanın (sıvı veya gaz) içine batırılan cisimlere, yukarı doğru, yönlenmiş bir kaldırma kuvveti etki eder. Bu kuvvet, cismin akışkana batmasıyla yer değiştiren akışkanın ağırlığına eşittir. Yer değiştiren akışkanın hacmi, cismin batan kısmının hacmine eşittir. O halde hacmi olan bir cisim, özgül ağırlığı olan bir sıvıya tamamen batmış vaziyette ise, bu cisme etki eden kaldırma kuvveti = F=V.g olur. Kısaca bir sıvının, bir cisme uyguladığı kaldırma kuvveti cismin taşırdığı, sıvının ağırlığına eşit olduğu için cisim; batan hacmi kadar sıvı hacmi taşırır.
Cisim ağırlığı sıvının kaldırma kuvvetinden büyük ise cisim batar. Bu durumda cismin özgül ağırlığı sıvının özgül ağırlığından büyüktür.
Bir cisim suya batırıldığında bir kuvvet (bastırma kuvveti) onu aşağıya doğru bastırır ve batmasını sağlar. Bu kuvveti cismin ağırlığı belirler. Bir kuvvette cismin yukarı doğru çıkmasını destekler.
Bu kuvvetlerin karşılıklı durumları cismin ya batmasını ya da batmamasını sağlar.
• İndirme kuvveti kaldırma kuvvetinden büyükse cisim batar.
• Kaldırma kuvveti indirme kuvvetinden büyükse cisim yukarı çıkar.
• İki kuvvet birbirine eşitse cisim muallakta kalır (süzülür).
Bilim insanları bu izahlarla hakikate çok yaklaşmış olsalar da meşgul oldukları alanlara Kur’an-ı Kerîm’in ışığını tutarak bakmadıklarından dolayı kuvvetleri ve etkilerini farklı isimlendirmişlerdir. Müslüman alimler şayet Kur’an’ın terimlerini doğru anlayarak bağlantılarını doğru kurabilselerdi bilim insanlarına bu konuda destek olabilir hatta onların hatalı yorumlarını düzeltebilirlerdi. Maalesef ravâsi yanlış anlaşılmış ve diğer lisanlara yanlış tercüme edilmişlerdir. Ravâsi “Balans-Ağırlığı” olmasına rağmen dağlar olarak tercüme edilegelmiştir.
Konumuzla devam edelim:
Bir tencerenin içine bir şeyler koyarak suya bıraksak batmaz ve su yüzeyinde kalır. Ama şeklini değiştirerek büksek o halde içi boşaltılmış olsa dahi tencere suya batar. Ağırlık azalmasına rağmen tencere batar.
Bilimciler bu suyun yer değiştirme durumuyla hacim arasındaki alaka ile izah ederler. Biz şunu da ekleriz: Cisimler ravâsinin tutunabileceği ve yukarıya doğru kaldırabileceği yeterli yüzeyi sunabilirlerse su yüzeyinde durabilirler. Bu durumda kitle (ağırlık), yoğunluk ve hacim pasif etkenlerdir, aktif etkenler ise ravâsi ve cismin şeklidir. Bir cismin şekli dahili etken ve ravâsi ise harici etkendir.
Mesela odunun yoğunluğu sudan azdır, atomlarının dizilimi ve aynı mekan ölçümündeki sayısı suyunkinden azdır. Yani atomlar arasında çok mesafe bulunmaktadır. Odunun atomları arasına çok hava ravâsisi girdiğinden dolayı odun yukarı doğru bastırılmaktadır ve dolayısıyla suya batması engellenmektedir.
Buz da su’da batmıyor, zira buzunda yoğunluğu sudan hafiftir, dolayısıyla ravâsisi çoktur. Zira onun da molekülleri ve atomları arasında çok yer bulunduğundan onda ravâsi’ye yer vardır.
İnsan yüzmeye gittiğinde yüzme yeleği alabilir ve onunla su yüzeyinde bulunabilir. O yüzme yeleğinde su yani ravâsi bulunmaktadır. Bundan dolayı insan suda batmaz.
Ölü bir kuş suya batmaz, onun vücudunda, kemiklerinde onun her tarafında ravâsi bulunmaktadır tabiatıyla.
Bir metal bilyada durum başkadır. Onun yoğunluğu çoktur. Demek ki metalin atom ve molekülleri çok sık bir aradadırlar, aralarında ravâsiye fazla yer yoktur. Bu nedenle suya çabuk batar. Bu durum taşlar vs. için de geçerlidir.
Gemilerin metalden inşa edilmelerine rağmen niçin suya batmamalarının nedeni ise, aşağıdan çok fazla ravâsi’nin yukarıya baskı uygulamasından dolayıdır. Geminin hacim uyumu, formu (şekli) ve içinin yapısı; hava dolan karın bölgesi. Çünkü bir geminin formu U şeklindedir bundan dolayı gemi cismine yanlardan ravâsi oldukça rahat baskı kurabilmektedir. Dolayısı ile altında ve yanlarında bulunan ravâsi bir gemiyi batmaktan korumaktadır, bir de üstelik içinde hava olursa içine su almadığı ve devrilmediği sürece batmaz.
Örneğin bir balonda da olduğu gibi, bir gemide delik bulunsa o gemi batar, ravâsinin yerini su aldığından dolayı batar. Çünkü suda ki ravâsi ile havada ki ravâsi arasında farklılıklar mevcuttur. Gemi açısını değiştir ve devrilir. Mevcut hâlini koruyamadığı için de ravâsinin baskı yönü (açısı) değiştiği için bu şekilde batmasına neden olur. Aşağıdan ve yanlardan o gücü koruyamaz ravâsi.
Nokta: 5
Suda da ravâsi yukarıdan aşağı doğru güçlenir, çünkü yukarısında hacim ve yoğunluk fazladır. 1000 metre derinlikteki suyun basınç gücü, beş yüz metreninkinden daha fazladır. Tıpkı havada ki prensip gibi. Çünkü su da bir insan dalgıçlık yaptığı zaman, dışarıdan çok güçlü bir basınç hisseder.
Nokta: 6
Dünyanın, arzın değişik yerlerinde, değişik güçte Ravâsi ve basınç dolayısıyla olduğunu, ifade etmiştik.
Hava da ki Ravâsi ve basınç, suda ki Ravâsi ve basınçtan farklıdır.
Her mahluk Ravâsi dairesinde hayatiyetini sürdürebilir. Bütün tabiatta böyledir.
Karada ki yaşayan insanlar ve hayvanlar, suda yaşayamazlar, çünkü havadaki ravâsi sudaki ravâsi’den başkadır, kanunları ve prensipler farklıdır.
Suda ki yaşayan canlıların da, karada yaşayamadıklarını biliyoruz, çünkü balıklar karaya vurduklarında ölüler, çünkü buranın ravâsi’si farklı.
Birkaç tane istisnalar var, mesela: kaplumbağlar.
Onlar hem karada hem de denizde yaşayabiliyorlar. Bu Kudretullah’ın işaretlerinden bir işarettir / mucizelerinden bir mucizedir.
Ravâsi olmayan bir yere gidildiğinde ne olur?
Ona ‘vakum’ denilir.
Atomların, havanın ve ravâsinin olmadığı bir yer. Orada ağırsızlık hali vardır. Orada insan havaya zıplasa uçabilir, çünkü orada hiçbir taraftan basınç yoktur. Fakat insan orada yaşayamaz ve hemen ölür, çünkü vücutta ki Ravâsi vücudu terk eder ve çıkar. Ravâsi olmayan yere gider, vücutta ki Ravâsi.
Uzayda neredeyse mutlak vakum vardır. Bundan dolayı uzaya gidenler, anca özel uzay elbiseler ile gidebilirler. Onun içine Ravâsi/hava doldurulmuştur. Ordan, o elbiseden suni ravâsi işlemi yaptırılır. Bu da insanın vücudunda ki ravâsiyi dışarı çıkmaktan korur.
İnsan maskeyi çıkartsa ve yukarıdan ravâsi gelmediği için insan dolayısıyla ölür.
Çünkü ravâsi insanın vücudundan dışarı çıkar ve insanın kendi içinde organları birbirine yapışır.
Uzay gemisi ile çok hızlı bir şekilde arza geri gelinmek isteniyorsa, uzay gemisi infilak edebilir eğer belirli bir madde ile yapılmadıysa. Çünkü ravâsiye karşı uçan bir cisim, sürtüşme etkisi ile ısı oluşturur ve infilak ettirir o cisime. Tıpkı iki taşı birbirine sürtersen. O zaman da sıcaklık oluşturulup, ateş yakılıyor ya ve çakmak taşları var ya. İste aynen onun gibi. Hatta normal taşlar bile kıvılcım saçıyorlar, taşı taşa, taşı metale veya metali metale vurduğunda.
Yanan bir evi örnek olarak alalım.
Ev yandığında, içerideki oksijeni kullanıyor. Yani ravâsiyi. O evde ravâsi ve basınç olmuyor. İtfaiye geldiğinde, direkt kapıyı ve pencereyi açıp, giremezler içeriye. Çünkü boşalmış olan bir mekana dışarıdan birden Ravâsi hücumu yaşatılır ve ev infilak ettirilebilir.
Küçük bir hortumla kapı veya, pencere delinir, dışarıdan içeriye havanın girmesini önlemek amacıyla bunu yaparlar.
Ateşe suyu ordan salarak söndürmeye çalışırlar. O su ateşi söndürür ve dışarıdan ravâsi’nin içeriye gelipte ateşin harlanmasını veya patlamasını bu şekilde engellenmiş olunur.
Almanya’da ateş söndürme olayını bu şekilde yapıyorlar, çünkü ateş söndürme konusunda Almanlar çok uzman.
Bu noktayla ilgili son bir örnek verelim:
Uçakta insan havada bulunduğunda, uçağın camlarını ve kapılarını açamaz. Eğer açacak olursa, yine yukarıda verdiğimiz örnek gibi, uçağı patlatabilir çünkü havadaki ravâsi, yerdeki ravâsi’den farklıdır ve uçağın içindeki ravâsi’den de farklı. Basınç denklemleri vardır.
Eğer iki uç farklılıkta bulunursa ravâsi, orada bir patlama riski her zaman mevcuttur.
Nokta: 7
Şayet birden dünyanın üzerinden, arzdan ravâsi ve demir tekrar göğe çekilmiş olsa, yere atılan o iki değer çekilmiş olsa, ne olurdu?
Bununla ilgili El-Karia suresi 4.-5.ayetlere bakalım:
“O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olurlar.Ve dağlar (atılmış rengârenk yünler) gibi olur.”(Karia, 4-5)
Sonra Zilzal suresinin 1.-2.ayetlerine bakalım:
“Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman.Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığı (zaman).” (Zilzal, 1-2)
Kıyamet günü her şey hercü merç olacak, birbirine geçecek, çarpacak. Zira balans ağırlıkları olan ravâsi çekilmiş olacak ve dağları stabilize eden, sağlam tutan demir de çekilmiş olacak. Tabi bu ikisi çekilince, her şey birbirine karışacak.
Nokta: 8
İki tane kitap alsak ve sayfalarını üst üste koysak ne olur? Kendiniz de bunu deneyebilirsiniz. Tekrar birbirinden ayırmaya çalışsanız, çekseniz var gücünüzle mümkün değil iki kitabı birbirinden ayıramazsınız. Çünkü tabiat bilimciler bu fenomeni sürtme gücü olarak izah ettiler, ancak gerçek nedeni ise bu sayfaların aralarındaki ravâsi ittiriliyor, uzaklaştırılıyor. Nedenselliği budur. Zira hiçbir karşı basınç yok. Yani kitapların içinden dışa doğru bastıran hiçbir güç yok. Ama dışardan içeri doğru bastıran ravâsi var. Birbirine bastırıyor. Bu nedenle iki ayrı şey bir cisim gibi oluyor ve birbirinden koparamıyorsun, ayıramıyorsun.
Kitabın ilmine vakıf olan İdris (as) piramitleri yaparken, işte bu sistemle yaptı. Bu sistemle yaptığı için de, yüzyıllar ve binyıllar geride bıraktı ve hala dimdik ayakta, yıkılmadan durabiliyor. Bunu önceki sohbetlerimizde anlatmıştık. Piramitlerin asıl mucidinin ve mimarının İdris (as) olduğunu belirtmiştik. Evet ilmi ledünni ile Zülkarneyn (as) gibi o da Allah’tan aldığı ilimle bunu gerçekleştirdi.
İdris (as) piramitleri öyle bir yaptırdı ki taş taş üstüne koyarken, aralarında ravâsiyi defetti. Ravâsi bulundurmadı arada. Bu nedenle piramitler öyle stabil yapılar özelliği kazandı.
Ayriyeten bu piramitlerde yiyecek, içecek ve farklı organik nesneler bulundurulabilir ve onlar bozulmaktan muaftırlar. Ravâsi piramitin ta tepesinde başka tarafa yönlendirilmektedir.
Bu, piramidin etrafında bir kasırga oluşturmaktadır. Yani ravâsi kasırgası oluşturmaktadır piramidin tepesindeki o şekil. Yukardan aşağı ravâsi bastırdığında, yanlardan bastırdıklarında kaçınılmaz bir girdap oluşturmaktadır piramidin etrafında ve o girdap her türlü bakterilerden ve zarar verecek maddelerden, içindekileri korumaktadır.
Yani bakteriler o döngüyü, o girdabı delip içeri giremiyorlar ve içerde bulunan yiyeceklere zarar veremiyorlar.
Nokta: 9
Uçağın önündeki sivrilik havada bulunan ravâsi ile daha iyi mücadele edebilmesi ve yarıp geçebilmesi için, ravâsileri yarıp geçebilmesi için. O yönden neredeyse hiçbir ravâsi engel olamamaktadır. Karşı bir direnç güç oluşturamamaktadır uçağa karşı.
İnsanlar bunu hayvanlardan kopyaladılar. Çünkü Allahu Teala havada uçan kuşların gagalarını aynen sivri şekilde, o şekilde halketmişti. Ravâsiden korunmaları için Allahu Teala bu şekilde yapmıştır, yaratmıştır. Çünkü ravâsinin basıncı ve ravâsi o sivrilikten kayıp yanlardan geçip gitmektedir.
Ne o gaganın sahibi kuşa ravâsinin bu şekilde bir durdurma, engelleme yetkisi olur. Ne de uçağın ön kısmının uçağa. Uçağın sağlıklı gitmesini sağlamış olur. Çünkü o sivrilikle gidilen yere doğru ravâsinin gücü hafifletiliyor.
Nokta: 10
Büyük bir buzu küçük parçalara böldüğünüzde daha fazla soğuduğunu görürsünüz. Çünkü o tek tek parçalar daha fazla soğuk üretirler ravâsinin bastırmasıyla.
Ama o daha fazla soğuk durumun ömrü daha kısadır.
Ya da tam tersi bir örnekle, yanan, kor olmuş bir kömürü küçük parçalara böldüğünüzde ısıyı daha fazla arttırırsınız. Ama yanma süresini kısaltmış olursunuz. Daha şiddetli yanar ama daha çabuk söner. Bu da o aralara, böldüğünüz zaman daha fazla ravâsinin girmesinden dolayı. Bu kömürdeki sıcağa etkisi neyse ravâsinin, buza da soğuk anlamında etkisi aynı mantıkla anlaşılabilir.
Nokta: 11
Termoslar içlerindeki içeceklerin daha uzun sıcak kalmalarını sağlarlar. Bu işlevi yerine getiren ise, o termosların maddeleridir. O maddelerin atomları birbirine çok yakındırlar. Yani bir atomdan diğer atom arasındaki mesafe çok yakındır. Bu nedenle dışardan ravâsi içeriye giremez ve içerden de sıcak hava dışarı çıkamaz.
Nokta: 12
Gelelim bir enteresan konuya daha:
İnsan niçin terler ve özellikle niçin sıcak havada insan terler?
İnsanın vücudunda, organlarında ravâsi mevcuttur. Kanında, ciğerlerinde, kalbinde, beyninde vs. ravâsi mevcuttur. Bunlar sürekli dışarı doğru bir basınç oluştururlar. Aksi takdirde dışardan içeri gelen ravâsi baskısı vücudumuzu birbirine yapıştırır. Bizi yaşayamaz hale getirirdi.
Sıcakta gazlar yani ravâsi genişler. Bunlar tuzlu suyu ten, cilt derilerinden dışarı doğru atarlar. Zira terde neredeyse ravâsi yok kadar azdır.
Vücut ısısı 37 derece celcius’u geçince ravâsi genişlemeye başlar. Bu nedenle ateşli insanların ateşini almak için onu serinletmeye çalışırlar sirkeyle soğuk suyla filan. Alnına ıslak bez koyarlar, ellerine ayaklarına vs.
Ravâsinin içeriden dışarıya doğru da ittirmesi, basınç oluşturmasına başka bir örnek verelim:
Hacamaat yaparken mesela o emici camların altına bir ateş yaktığımızda ateş, hava ve ravâsi ihtiyacındadır. Onları yer. O camın içerisinde basınç kalmamıştır.
O bardağı vücudun herhangi bir yerine koyduğumuzda, orayı şişirir ve büyütür. Zira orada içerden dışarı doğru basınç var fakat dışardan içeri doğru bastırmadığı için, dengeyi koruyamıyor, basınç dengesini. Orada sadece içeriden dışarı doğru bastıran ve cildi dışarı doğru kasan, ittiren bir basınçtan söz edebiliriz. Ama dışarıdan içeri doğru yok.
Camın olmadığı yerlerde, hem içerden dışarı doğru, dışardan da içeri doğru basınç olduğu için, vücut normal bir halinde bu dengeyle normalliğini koruyabiliyor.
Nokta: 13
Ravâsi yaşam için kaçınılmazdır. Ravâsi vücuttaki bütün işlevleri yerine getirmektedir. Zira bu nedenle sürekli hava alıp hava vermekteyiz. Sürekli ravâsi çekiyoruz içimize ve ravâsi atıyoruz içimizden.
Kanda çok ravâsi var. İnsanda aşırı kan kaybı, ölümüne neden olabiliyor. Zira ravâsi haddinden fazla kaybolmuştur o kan kaybı yaşayan kimsede ve ravâsi kandan vücuda aktarılamıyor demektir.
Nokta: 14
Deccalin yaşadığı ada sıcak havayla soğuk havanın çarpıştığı bir nokta olması hasebiyle, orada çok çeşitli ravâsiler buluşmaktadır. Bu nedenle orada çok güçlü girdaplar meydana gelmektedir.
Nokta: 15
Ölü denizle ilgili bir mesele.
İbrahim (as) vaktinde Ur, günümüzde Urfa denilen yerde büyük bir ateşe atılmıştı. O ateş Allah’ın muradıyla suya dönüştü ve içinde canlı balıklar oluştu. Oradaki balıklar mübarektir ve kıyamete kadar yenilmezler.
İbrahim (as) ‘ın yeğeni Lut (as) ise, bir peygamber idi ve Ürdün’de yaşıyordu. Oradaki insanlar aşırı derecede homoseksüellik yani eşcinsellik yaşıyorlardı.
Günlerden bir gün melekler Lut (as)’a geldiler ve Lut (as)’ın kavminden erkekler, o meleklerin peşine takılarak, onlara kötülük yapmak istiyorlardı. Tecavüz etmek istiyorlardı.
Melekler Lut (as)’a kendilerinin Allah’ın askeri olduğunu bildirdiler ve nitekim Allahu Teala o azgın halkı helak etti. Yukarıdan lanet yağıyordu üzerlerine ve aşağıdan yer yutuyordu onları.
Allahu Teala orada o ölü denizi yarattı ama içerisinde hayat yoktur. Yani İbrahim (as) için ateş, su oluyor ve hayat kaynağı oluyor ve Lut (as)’ın halkı için de cansız ve canlılarsız bir ölü deniz oluyor o bölge.
Nokta: 16
RAVÂSI VE OZON
Birinci bölümde ravâsinin sudaki ve havadaki etkisiyle ilgili yazmıştık. Bu bölümde ise ozon tabakasıyla ravâsinin alakasını ifade etmeye çalışacağız.
Buraya kadar eşyanın neden yukarıdan aşağı doğru düştüğünü, indiğini, ravâsinin yukarıdan aşağı doğru daha güçlü olduğunu, aşağıdan yukarı doğru giderken enerjisini kaybettiğinden dolayı gücünü kaybettiğini ve cisimlerin yere doğru, arza doğru düşmesinin nedeninin Newton’un dediği gibi yerçekimi olmadığı, bilakis ravâsinin yukarıdan ve yanlardan aşağı doğru bastırarak basınç oluşturma etkisi olduğunu ifade etmiştik.
Şimdi şu soruyla muhatap olacağız:
Ravâsiyi arzda tutan nedir?
Ravâsi niçin uzaya kaçmıyor, eğer yerçekimi yoksa?
Ravâsinin havadaki bulunma durumu belirli bir yüksekliğe kadar mevcuttur. Ondan yukarıya ozon tabakası vardır ve ozon sınırları vardır. Ozon tabakalarının ötesinde de uzay vardır. Ozon tabakası yani ozon duvarı ravâsiyle uzay arasındaki nesnedir.
Bunu daha iyi anlamak ve akla yaklaştırmak için, hava balonu örneğini verelim:
Arzda aynen bir balonun içinde olduğu gibi ravâsi mevcuttur.
Balonun etrafındaki duvarları, arzın ozon tabakası ile kıyaslanabilir ve balonun dışını uzay kabul edelim.
Balonun dışına havanın çıkmayışı, balonun duvarıdır. Balonun duvarı, içerideki havanın dışarı çıkmasını engellemektedir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, arzın da duvarı ozon tabakasıdır. Ravâsinin dışarı çıkmasını, arzı terk etmesini, uzaya kaçmasını engellemektedir.
Ozon tabakasının birden fazla görevleri vardır. Diğerleri yanı sıra arzı ve arzda yaşayanları zararlı, güneşin ultraviolet ışınlarından, uzaydan gelen ultraviolet ışınlardan filtreleme göreviyle, görevini ifa etmekle korumaktadır.
Ozon oksijenden oluşmaktadır. Ama O2 oksijen molekülünden mürekkep değildir. Havadan tanıdığımız oksijen molekülü O2. Ozonun atomları ise, üç oksijen atomundan mürekkep ve müteşekkildir.
Dolayısıyla tabiki farklı kimyevi ve fiziksel özelliklere sahiptir. Yani havadaki oluşan ravâsiden ve ravâsi oluşturan oksijenden farklı bir moleküle sahiptir ozonun atomları ve molekülleri.
Mesela ozonda yüklenmiş kayma vardır yani pozitif yüklenilmiş ve negatif yüklenilmiş tarafı vardır.
Pozitif yüklenmiş tarafı yukarı doğru bakan taraf ve negatif yüklenmiş tarafı ise aşağı doğru bakan yani arza doğru bakan taraf.
Ozonun oksit yapan bir tesiri vardır. Bu demektir ki diğer moleküllerin yapılarını değiştirmektedir. Bu nedenle su arıtma tesislerinin ve özel tehlikeli madde arıtma tesislerinin ozonizasyon yapıldığında o zararlı bakteriler, zararlı karışımları nötralize etmekte, zararsız hale getirmektedir ozonizasyon.
İnsanlar küçük dünyalar gibi, dünyacıklar gibidir. Yani bir insan bir arz gibidir. %70’i sudan, %30’u ise katı maddeden ibarettir. Aynen gezegenimiz olan dünya küresi gibi.
Bizde de oksijen, azot ve buna benzer maddeler bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerîm’de Allahu Teala, şöyle buyurmaktadır: “Yusuf babasına dediğinde; ‘Ey Babacığım! Ben on bir gezegen ve güneşi ve ayı, bana secde ederlerken gördüm.” (Yusuf, 4)
Buradaki gezegenler Yusuf (as) ve kardeşleridir.
Bu gösteriyor ki bizim de ozon tabakası gibi, madem biz de küçük yerküreyiz, bir gezegeniz. Bizim de ozon tabakamız olması gerekiyordu. Bizi her türlü zararlardan engelleyecek, koruyacak bir ozon tabakamız.
Bizim de bir koruma fonksiyonu gösteren özelliğimiz olmalıydı. Evet var mı? Var. Nedir? Cildimiz, derimizdir.
Bizim içimizi, vücudumuzu, bakterilerden ve zararlı maddelerden korumaktadır cildimiz. Bildiğiniz gibi.
Şayet yaralanırsa, zarar görürse, zedelenirse, bakteriler oradan girer ve vücuda zarar verirler. Vücutta iltihap meydana getirirler.
Arzın ozon tabakasında da aynı vücuttaki gibidir. Yaralandığında, zedelendiğinde birçok ultraviolet dalgalar, güneşin salgıladığı ultraviolet dalgaları arza ulaşır ve tahrip eder, zarar verir.
Arzı karasıyla, deniziyle, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle zedeler ve zarara sokar.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Onlara arzda fesat çıkarmayın denildiğinde onlar der ki:’Hayır biz ıslah edicileriz.’ Ama muhakkak ki onlar, bozguncuların ta kendileridir. Ama onlar öyle olduğunu anlamazlar, hissetmezler.”(Bakara, 11, 12)
Birçok firmalardan atılan atıklar, havaya karışan atıklar, fabrikalardan oluşan itici gazlar ozonu olumsuz etkilemektedirler. Orada bir oksijen atomunu azaltmaktadır o tahribat.
Yani özel ozon oksijeninden atom değişimiyle, moleküllerdeki atom değişimiyle, normal, sıradan hava oksijenine dönüşür. Onlarsa güneşten gelen ultraviolet dalgaları yeterli ölçüde filtreleyemezler. Bu nedenle ozon delikleri oluşur.
Ozon delikleri arzda, dünyada iklim değişikliklerine yol açarlar. Ya yüksek dereceler meydana getirirler ya büyük yağmurlar oluşmasını sağlarlar. Veya yağmurların yağmamasını.
Ozon deliği tahribatı ve tamiratı konusunda konuşan, fikirler üreten, çözümler arayan organizasyonların çokluğundan herkes haberdar.
Kıyamet alametlerinden bir tanesi de soğuk bölgelerin sıcak, sıcak bölgelerin de soğuk olmasıdır.
Böylelikle çöller yeşil bahçeler, ağaçlıklı, çimenlikli bölgeler ve soğuk yerler ise yeşil bahçeli, bol ağaçlı ve yemişli, meyveli bölgeler ise arzda mevut olan, kuruyup gideceklerdir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu konuyla ilgili bir hadisi şerifini, Ebu Hureyre Radiyallahu Anh şöyle nakletmektedir: “Arap Yarımadası’nı yeşil bahçeler ve ırmaklar kuşatmadıkça, sarmadıkça, kıyamet kopmaz ve bir yolcu Irak’tan Mekke’ye kadar endişesiz ve korkusuz gidebilir. Onun tek bir endişesi, yolunu kaybetmek, şaşırmaktır. O zaman işte arz, adaletle yönetilecektir.”
Nokta: 17
RAVÂSI’NIN ŞIMŞEK VE YILDIRIMA ETKISI
Bir kalemi saçlarınıza sürdüğünüzde ve sonradan bir defterin yaprağına tuttuğunuzda onun yapıştığını görürsünüz. Onu çeker. Sürtme yolu ile saça, kalem negatif enerji ile yüklenir. Ve yaprağın pozitif yapraklarını çekmeye başlar.
Yani elektromanyetik çekim. Elektromanyetik çekim ise bir nevi Ravâsi’nin karşısında duran bir güçtür. Örneğin sentetik bir elbise giyilip, ardından da çıkarıldığında o elbisenin vücuda sürtünme vesilesi ile neler olur? Yüklenme’ler olur!
İnsan pozitif yüklenmiştir o elbise ise negatif, bu da bir tür çekim oluşmasına neden olur. Dışardan, yanlardan Ravâsi güçlü bir şekilde bastırır, bu durum ise şu anlama gelir: insan vücudu ile elbise arasında yoğun Ravâsi meydana gelir ve karşı güç çekim gücüne dönüşür.
İnsan eve gittiğinde Ravâsi farklı bir durum alır. Evde sivri bir çatı oluşumu Ravâsi’nin fazla gelmesini önlemektedir. Bu nedenle o evde Ravâsi yukarıdan, sağdan soldan pek fazla bastıramaz.
Burada elektromanyetik çekim vücudun pozitif elbisenin ise negatif çekimi, Ravâsiden daha fazla etki ve güç oluşturur. Bu nedenle insan eve gittiğinde elbise vücuda yapışır. Ve insan o elbiseyi çıkartırken parmak uçlarında cereyan çarpması hisseder. Parmak uçlarından negatif yüklenmeler, parmak uçlarından tekrar vücuda geri döner.
Nihayet Ravâsi ile yıldırım ve şimşek bağlantısına geçelim.
Yıldırım ve şimşek çakabilmesi için bulutların olması gerekiyor. Bunun oluşması için yerden sıcak su buharı yükselir ve yukarıda havada serinleşir. Bu su birikimleri Ravâsi tarafından bir araya bastırılarak görünür bulutlar haline gelir. Sonra Ravâsi bu bulutları yukarı doğru bastırır, taki su damlacıkları donana kadar. Ravâsi’nin o bastırması ile yüklenme ayrılıkları meydana gelir bulutlarda. Tıpkı bir pilde olduğu gibi yukarıda ki bölüm pozitif, bulutun aşağıya bakan bölümü ise negatif’dir. Bulutun aşağıya bakan negatif yüklü kısmı arzın pozitif yüklü bölümünden arzın yüzeyine gelir. Bununla bir elektirik gerilimi meydana gelir.
Zira pozitif yüklenme negatif yüklenme ile buluşmuştur. Bunla birlikte bir yüklenme birikimi meydana gelmiştir, bu durum ise bir elektirik kontağı meydana getirir. Bu kozmik ışınlanmalarda havanın atomları biyonize olur. Bir plazma meydana gelir. Yani elektirik akımı gazları.
Bu plazma vesilesi ile bulutların arasında bir şimşek kanalı oluşur. Ve bu yüksek arzdan yukarı doğdu bir tepeye yükselen bir cisme isabet eder, tıpkı bir ağaçta olduğu gibi.
Öyle bir şimşek kanalının azamî genişliği, çapı 12 mm dir. Öyle bir kanal oluştuğunda bulutlardan yüklenmeler pozitif olarak aşağıya doğru taşınır. İşte tam o an şimşeği gördüğümüz andır.
Aşağı yukarı saniyede 100 000 Kilometre hızla gider. Bu süreç 0,02 saniyede birkaç kere tekrar eder. Bu arada ki gerilim 100. 000 000 Volt olabilir. Ve cereyan gücü yaklaşık 20 000 amper olur.
Saniyenin milyonda biri vaktinde 30 000° derece selsiusa çıkar. Ve bununla birlikte patlama meydana gelir. Bu o kadar çabuk olur ki, hava onunla birlikte Ravâsi’nin genişlemesine vakit kalmaz. Basınç öylesine yoğun olur ki, neticesinde patlamalar meydana gelir.
Ve bu patlamalarla havada şok dalgaları oluşur. Ve dışarı doğru bastırır. Bununla da şall yani ses dalgaları oluşur. Ve bunu bizler yıldırım olarak duyarız.
Denizlerin üzerinde oldukça fazla şimşek ve yıldırım olur. Zira denizlerde yoğun miktarda tuz olduğu için, tuzun ise pozitif enerji ile yüklü olması nedeni ile çeker. Dolayısı ile denizlerin üzerinde ki pozitif yüklenmeler bulutların altında ki negatif yüklenmeleri çekme orantısı, kara parçasının çekme orantısından daha fazladır.
Fakat ölü denizde niçin şimşek ve yıldırım yoktur? Madem orada tuz en fazla oranda, en çok orada olması lazımken?
Buna cevap olarak ise orada ravâsi olmayışını gösterebiliriz. Çünkü o şimşeğin ve yıldırımın oluşması için gerekli bir vesiledir.
Şimşeğin ve yıldırımın oluşumunu anlatmış olduk. Ve şimdi özelliklerini anlatalım.
Allah (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de Râ’d Suresinin 12.-13. Ayetlerinde şöyle buyurmaktadır: “Size korku ve ümit duyguları içinde şimşeği gösteren ve yağmur dolu bulutları meydana getiren O’dur. Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır. Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir.”
Demek ki, şimşekler ve yıldırımlar Allahu Teâla’nın askerleridir. Onlar ya bir müjde ya da kötü bir haber ile gelirler.
Müjde ile başlayalım. Şimşek ve yıldırımlar, yağmurların habercileridir. Bu ise, arzda hayat için, yaşam için çok önemlidir.
Hem bitkilerin büyümesi hem suyun oluşması için zaruridir. İnsanlar ve hayvanlar da bitkilerin yanı sıra suyu içerek hayatlarını devam ettirirler. Bulutlar iyonize olmuşlardır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi pozitif ve negatif yüklenmeler meydana gelmiştir bulutlarda.
O iyonlar bulutları zararlı maddelerden temizlerler. Bu nedenle bulutlardan temiz ve içilecek su iner aşağıya.
Şimşekler ve yıldırımlar ancak kötü olayların da habercisi olabilirler. Mesela Nuh (as) Nuh Tufanı gibi.
Kur’an-ı Kerîm’de ifade edildiği gibi: “Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.” (Hud,40)
Ya da Ashab-ı Sayha’nın helakı yani şimşek ehli olarak geçen o kavmin helakı veya Hud (as)’ın, Salih (as)’ın, Lut (as)’ın kavimleri ve daha nice helak olan kavimler.
Allahu Teala onları da şimşeklerle helak etmiştir: “Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.” (Hud,60)
“Ve zulmeden kimseleri bir sayha (çok kuvvetli korkunç ses) aldı (helâk etti). Böylece kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.” (Hud,67)
“Artık emrimiz geldiği zaman onu (o şehri) alt üst ettik (onu yükseltip alçalttık). Onların üzerine, istif edilmiş (dizilip hazırlanmış) siccilden (pişirilip sertleştirilmiş kerpiçten yapılmış) taşlar yağdırdık.” (Hud,82)
Şimşekler büyük yangınlara neden olabilirler. İnsanlara, hayvanlara ve tabiata zarar verirler.
Kur’an’ın birkaç lügâtî yani hitâbet dizesine gelelim.
Türkçe Ra’d Suresi, yıldırım anlamındadır, Yıldırım suresi ve 13.suredir. Kur’an-ı Kerîm’de de tek yıldırım kelimesinin geçtiği ayet 13. Ayettir. Bu ayet araştırıldığında çok sırlar meydana çıkacaktır ve tabiat bilimi açısından çok bilgiler elde edilebilecektir. Bütün surede şimşek 12.ayette geçmektedir ve yukarıda da ifade ettiğimiz gibi şimşeğin yani şimşek kanalının maksimum azami kalınlığı 12 milimetredir.
Nokta: 18
Enerjiden maddeye ve maddeden enerjiye dönüşme hali.
Tuzda çok pozitif enerji vardır ve negatif enerjileri emerler. Şeytan ve cinler negatif enerjidendirler.
Evlerinizde iç sıkıntısı yaşıyorsanız, yere tuzlu su koyabilirsiniz ya da evin köşelerine, odaların köşelerine tuz taşı koyabilirsiniz. Bu vesileyle evdeki negatif enerjiler ve cinler dağılır. Kaçıp giderler. Sahillerde insana çok iç huzuru gelir. Zira denizin tuzu negatif enerjileri çekmekte ve emmektedir.
Tuz taşlarında çok enerji vardır. Tuzu çörek otuyla birlikte ateşe atarsanız patlamalar meydana gelir. Onlar bütün negatif enerjilere karşı şihabtır yani ateş güllesidir. Allahu Teala Sâffât Suresi 10. Ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).”
İnsan görse madde ile enerji birliktedir ve bağlantılıdır. Enerji maddeye ve madde enerjiye dönüşebilir.
Henüz bilim bunu ispat edemese de bu mümkündür. Zaten bunu araştıran çok araştırma grupları da mevcuttur.
Buna delil meleklerden bazıları Allah’ın istediği kadar ve istediği zaman, pozitif enerji oldukları halde, ışıktan yaratıldıkları halde, melekler maddeye dönüşebiliyorlar ve şeytan ve cinler de negatif enerji. Onlar zaman zaman cisme dönüşerek görülebiliyorlar.
Bildiğiniz gibi bir gün meleklerden bazıları İbrahim (as)’a geldiler ve onunla konuştular. İbrahim (as) onları gördü. Zira o anda melekler maddeye dönüşmüşlerdi. Buna delil Kur’an-ı Kerîm’in Hud suresi 69. Ayetidir: ” Ve andolsun elçilerimiz İbrâhîm (a.s)’a müjde ile geldiler: “Selâm” dediler. O (İbrâhîm a.s) da: “Selâm” dedi. Bunun üzerine, çok geçmeden kızarmış bir buzağı getirdi. (Kızarmış bir buzağı getirmesi gecikmedi.)” (Hud,69)
İfade ettiğimiz gibi şeytan da madde değil enerjidir. Ama bir gün Necidli bir ihtiyar olarak Mekke’de müşriklerin toplandıkları eve gelmiş ve onlarla o toplantıda görüşmüş, fikir alışverişinde bulunmuştur. Hatta her kavimden birisinin, giderek Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i öldürmesini, bu yönüyle Ben-i Haşim’in ve Kureyş’in bütün kabilelere, kavimlere karşı savaş açamayacaklarını ve bu şekilde zarardan korunabileceklerini anlatarak onlara cesaret vermiştir. Bu yönüyle sadece kan parası ödeyip işin içinden çıkabilecekti bütün kavimler. Çünkü bütün kavimlere karşı bir kavim ne yapabilirdi?
Bu fikri vermişti ve bu olayda da enerji madde formuna dönüşmüştür. İlmullaha göre, Kur’an ilmine göre Allahu Teala’nın bize öğrettiği ilme göre enerji maddeye, madde de enerjiye dönüşebilir. Mesela iki taş alındığında ikisi de maddedir ve ikisini de birbirine sürttüğümüzde enerji sıcaklık olarak meydana çıkar. Bu ilme sahip olduğunda insan, bir saniyede evini Almanya’dan Türkiye’ye taşıyabilir. Zira madde olan evi enerjiye dönüştürür. Sonra tekrar istediği yerden o enerjiyi taşır ve bir yerde tekrar maddeye dönüştürür.
Şimdilik telefonla konuşabiliyoruz ve telefonla görebiliyoruz. Ama aktarma henüz mümkün değildir sadece görüntüyü aktarma mümkündür.
Ama Kur’an-ı Kerîm’de bunun yapılabileceği ifade edilmektedir: ” Kitaptan ilmi olan kişi: “Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm.” dedi. (Süleyman A.S) böylece onun yanında (önünde) durduğunu görünce: “Bu Rabbimin bir fazlıdır (lütfudur), ben şükredecek miyim yoksa küfür (nankörlük) mü edeceğim diye beni imtihan etmek için.” dedi. Ve kim şükrederse sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse o taktirde muhakkak ki benim Rabbim Gani’dir, Kerîm’dir.” (Neml, 40)
Yani Süleyman Aleyhisselam kitabın ilmiyle Belkıs’ın ve halkının sarayıyla birlikte Yemen’den Filistin’e getirmiştir. Kitabın ilminin mucizesiyle o maddeden enerji yapmıştır ve tekrar maddeye dönüştürmüştür. Allahu Teala bu ilmi sevdiğine verir.
Bir Ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan çekinin. Allah’a karşı takvalı olun. Ki Allah size bilmediğinizi öğretsin.” (Bakara, 282)
Bu ilim var ve ilerde tamamen ortaya çıkacak ve kendisinden istifade edilecektir inşaAllah.
Bu ilim ortaya çıktığında, dünyada çok şey olacak. Ahirzamanda, (son zaman) bu iş gerçekleşecek.
Süleyman Aleyhisselam maddeyi ve enerjiyi anlamıştı. Allahu Teala rüzgârı, cini ve maddeyi onun emri altına vermişti. Zira o bir peygamberdi. Peygamber varisleri de o ilme mirasçı olacaklardır.
Nokta: 19
SON SÖZLER:
Şimdi ravâsinin anlamını izah etme noktasına geldik.
Bu konuya yönelik Kur’an Ayetlerine bir bakalım. Bir Ayette Allahu Teala şöyle buyurur: ”Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye Ravâsi (sabit dağlar) yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı.” (Lokman, 10)
Allahu Teala yeri (dünyayı) ve onunla ilgili olan her şeyi; Ozondan tutun okyanusların derinliklerine kadar ravâsi ile sabit kıldı (sağlamlaştırdı).
Ve bir başka Ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: ”O, yeri yayıp döşeyen, orada Ravâsi ve nehirler meydana getirdi” (Râ’d Suresi 3)
Kur’an’in bir başka yerindeki bir Ayette ise Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: ”Ardından yeri düzenleyip yumurta şeklinde döşedi.” (Nâziât, 30)
Bu ne demek?
Dünya bir fasulye tanesi gibi idi ve yer ile gökler yapışık bir şekilde birdiler, sonrasında gökler yedi kat olarak yükseltildi ve arş ile sonlandırıldı. Yedi gökten sonra aynısı arz için de yapıldı. Allah önce yeri (dünyayı) bir yumurta (şeklinde) gibi yaptı ve o Kur’an’ın bir başka yerinde şöyle buyurdu: “Ve sonra dünyayı yumurta şekline getirdi.” (Nâziât, 30)
Ve Râ’d Suresinde Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: ”Ve biz onu genişletip içinde ravâsi yaptık.”
Yani dünyada insanların Adem (as) ile Havva’dan çoğalmalarına kadar yaşam ortamının gelişimi sağlandı. İnsanların yaşayabilmeleri için hazırlık yapıldı. Sadece insanlar için de değil arzda olan bütün canlılar için.
Arzda gelişim sürece gerçekleşti. Allah dileseydi her şeyi Kun Fe Yekûn ile oldururdu, ama Allah yaratılanların birbirleri ile yapabilirlik ilkesine göre yaptırdı. Yaradan’ın yaratılanla olasılığı değil yaratılanla yaratılanların özelliklerinin performansı. Yani yaratılanların arasında kendi imkanları ve güçleri ile.
Mesela sütü kaynattıktan sonra üzerini örttükten sonra belirli ortamda bekleterek ve biraz yoğurtla mayalayarak sıfatı değiştirilir. Sütün belirli süreç ve işlemlerden geçerek kaymak, yağ veya peynir elde edilmesi gibi. O sıfatların değişmesi ve dönüşmesi elbette belirli zaman almaktadır. Yaratılanların kendi aralarındaki bir durumdan başka duruma veya durumlara geçmesi veya dönüşmesi belirli zamana tabidir. Bütün mahlukatın ve bileşenlerinin gelişim safhaları bu şekilde işler. Mahlukatın durumu Allah’ın kudreti yani yapabilirliği ile ölçülemez zira Allah bir şeyin olmasını dilediğinde sadece “Ol, der ve oluverir.”
Evet, Allah Kun Fe Yekûn (Ol dedi ve oldu) ile oldurur. O’nun „“OL” demesi ise Muradı’dır yani bir şeyin olmasını sadece dilemesidir.
Âdem (as) gelmeden önce hayat şartlarının hazırlanması gerekiyordu. Allahu Teala ravâsiyi atti ki, onu sağlamlaştırsın. Önce dünyaya ravâsi attı sonra diğer basamaklarda arzı genişletti ve ravâsi yaptı. O halde ravâsi hem arza hem dünya atmosferine verilmesi icap etti. Arz kara parçası ve sudan ibarettir. Ve atmosfer ise gaz ve havadan ibarettir. Hepsinin toplam ismi arzdır.
Yani ravâsi gaz, hava ve enerjidir. Bütün canlılarda ve yer içinde olan her şeydeki maddede; cemâdât, nebatât, hayvanât ve insanda. Ravâsi dünyada olan her yaratılmış şeydedir.
Yani ravâsi gaz, hava ve onların birleşiminden oluşan enerji ve maddenin dünyayı ve oluşumunu stabilize eden, suya, karaya ve atmosfere yönelik arza atılmış bir kombinasyondur.
Ve biliyoruz ki dünyadaki her canlı – kim ve ne olduğunun önemi yok – Allahu Teala’nın Kur’ân-ı Kerîm’de buyurdugu gibi: “Şüphesiz biz her şeyi bir kaderle yarattık.” Kaderî özelliklerdir.
Kur’ân’ın bir başka yerinde Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O’nun katında bir miktar (ölçü) iledir.” (Râ’d,8)
Yani her şeyin özellikleri ve kendisi için belirlenmiş bir ölçüsü vardır.
Dünyanın; karanın, suyun ve atmosferin ve kainattaki bütün yaratılanların ölçü ve kaderi (özelliği). Bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin kaderi (özelliği) ve miktarı. BU ÖZELLİKLERİN VE MİKTARİN KORUNMASI RAVÂSİNİN ONLARI SAĞLAMLAŞTIRMASI İLE OLUYOR.
Yani suyun özellikleri, belirli bir kaderi vardır ve de bir miktarı vardır. Yani H2O 1 Oksijen atomu ve 2 Hidrojen atomu ile bir su molekülü oluşmaktadır.
Bu bilgi ile mesela 10 L / 100 / 1000 L… suyun miktarını ölçmek mümkündür. Suyun özellikleri vardır ve bileşimi vardır. Ve her birleşimi bir mikdara bağlıdır.
Yani bütün özelliklerin korunduğu suyun miktarını kim koruyor? Ravâsi!
Suyun da özellikleri vardır. Suyun özelliklerini koruyan nedir? Kaderleridir! Ve kaderlerini etkinleştiren ravâsidir!
Ağaç yeşildir, bu yeşil maddeseldir ve bu maddede enerji vardır. Ve bu enerji maddelerden klorofil sayesinde bir renk oluşturur. Işıkla bu renk yapılır, renk toplanır ve yoğun bir yeşil renk ile birlikte yeşili ortaya çıkartılır. Bu yeşili kim muhafaza eder? Ravâsi!
O yeşil ağacı ve özelliklerini kim muhafaza eder? Ravâsi!
Suyun özelliği ravâsidir.
Ateşin özelliği ravâsidir.
O yüzden ravâsiyi sudan çekersen, özelliklerini kaybeder ve değişir ya buz olur ya da buhar. Özelliğinin bir kısmını kaybeder.
Yani ravâsi dünyadaki her şeyde olan madde ve enerjidir ve arz atmosferine kadar bütünüyle arzdır. Bildiğimiz ve bilmediğimiz her şey ravâsi içerir. Bu verilmiştir ki her şey için kader ve miktar verilsin, muhafaza edilsin ve sağlamlaştırılsın.
Öldükten sonra neden yok oluruz? Çünkü ruh ve ravâsi gider! Kader (özellik) ve miktar değişir ve böylelikle insan olmaktan çıkar ve toprak olur.
Yani ravâsi olmadan yer içinde hiçbir canlı ve hiçbir şey (madde) olmaz (kalmaz). O yüzden kıyamette ravâsi çekilir ve zelzele olur, denizler alev alev yanar, dağlar yün yumakları gibi uçar. Ve ravâsi çekildikten sonra her şey aslına yani ademe / yokluğa geri döner.
O yüzden Allahu Teala Kur’ân-ı Kerîm’in bir başka yerinde de şöyle buyurur: ”Ve dönüş sahibi semaya andolsun. Yarık yarık çatlamış yere andolsun.” (Tarık, 11,12)
Yer içinde ravâsi olduğu sürece gök asla geri dönemez. Çünkü ravâsi gökleri geri dönmekten alıkoyar. Bunlar yer içine sonradan verildi, yani daha önce yer içinde değillerdi.
Allah gökleri ve yeri ayırmadan ne ravâsi vardı ne de demir. Bunlar ayrıyeten verildi. Ve ayrıyeten ne verildiyse onların tekrar geri çekilmesi gerekiyor ki yer ve gök tekrar aslına geri dönsün. İşte Ondan sonra 7 kat cennet ve 7 kat cehennem olacaktır ama yedinci göğün üstünde sekizinci cennet olacaktır.
Seyyid Magdy Dawoud