*”Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva eden Allah’tır…”* (Araf, 54)
Seçkin kılan Allah’a hamd olsun.
Allah’ın Salat ve Selamı Nebisi El-Mucteba(Seçilmiş) El-Mustafa (Seçkin) ve O’nun temiz pak âlinin ve yaratılmışların en hayırlısının (Nebi’nin) kendilerini sohbetiyle şereflendirdiği ve kendilerinden razı olduğu; bereketiyle kendilerini cennet ile şereflendirdiği Ashabının (ra) üzerine olsun.
Taşlanmış (kovulmuş) şeytandan, Allah Subhanehu’ya sığındıktan sonra;
Bu güzel ve mübarek kelimelerin nurları etrafında dönmek istiyoruz ki, onların nuruyla Allah Subhanehu ve Teala’nın fadlı ve Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in fadlı sayesinde güzel anlamlarını idrak edebilelim.
İnşaallahu Teala, anlaşılmasında boşluk kalmış ve günümüze kadar nasıl oldukları hususunda ihtilaf çıkmış olmakla beraber; bilim adamlarının çok kez hakkında araştırma yaptığı ve ele aldığı akide (iman) meselesine dokunan iki rahatsız edici meseleyi açıklamak ve beyan etmek istiyoruz.
*Birinci Mesele:*
*”Gökleri ve yeri altı günde yarattı.”* Ayetindeki günlerin sayısı:
Müslüman alimler, nübüvvet zamanından beri şimdiye kadar, Yaratıcısını idrak etme konusunda yaratılanın aczinden dolayı, Allahu Teala’nın Zatı hakkında araştırmanın caiz olmadığı ve bizzat kendisi Yaratıcısının varlığına delil olan yaratılanın O’nu idrak etmekten aciz olduğu deliline inanarak ve buna kesin bir şekilde teslim olacak şekilde bir görüş etrafında bir araya gelmişlerdir.
Ebubekir ve Ali Efendimiz’in (Allah onlardan razı olsun) şu sözü idrak etmekten aciz olunduğunun göstergesidir:
*”-Allah’ı idrak idrak edemeyeceğini idrak etmektir.”*
*- Allah’ın Zatı hakkında düşünmek ve araştırmak, küfür ve şirk koşmaktır.”*
Ve bu, Efendimiz Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in; Allah Subhanehu ve Teala’nın Zatı hakkında araştırmayı yasaklamasıyla alakalıdır. Ve bize, Allah’ın nimetleri ve ayetleri hakkında araştırmamızı emretmiştir.
Allah Subhanehu ve Teala bize, iki yüzden fazla Kuran ayetinde, Onun kainatla (varlıklarla) alakalı eşsiz Kur’an ayetlerini/Kur ‘ani mucizelerini tefekkür, teemmül ve tedebbür etmemizi emretmiştir.
Örneğin;
Göklerin ve yerin ve bunların içindeki güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, dağlar, ağaçlar, rüzgarlar, tarlalar (ekinler, tohumlar), yağmurlar, gece ve gündüz ve bunun gibi daha birçok şeyin yaratılışı…
Bunlardan örnek olarak aşağıdakileri zikredelim:
*”Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yerdeki her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”* (Bakara, 164)
*”Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.”* (Âli İmran, 190)
Ve Allahu Teala Ğaşiye Suresi’nde şöyle buyuruyor:
*”Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!”* (Ğaşiye, 17-20)*
Ancak aşağıda geçen Kur’an-ı Kerim ayetlerini tedebbür etmek, onları anlamak ve onlarla kâinata dair ayetler arasında bağ kurmakla ilgilidir.
El-Halıku’l-A’zam Subhanehu ve Teala ile bu ayetler aralarında bağ bulunduğu için, bu ayetler önünde saygıyla durmak, Allah’a ta’zim, O’nu takdis ve tenzihtir.
*”Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?”* (Muhammed, 24)
Bir dereceye kadar, akıllı bir insana açık bir şekilde bu ayetleri ele almak ve de olgun bir mü’mine de Allah’ın kainatla ilgili ayetleri hakkında araştırmak ve O’nun Kerim Kitabının ayetlerini tedebbür etmek vacip olmuştur.
Bu yaratılış ayetleri ile öncelikle nefsin yaratılması ve son olarak da içinde yaşanılan kainata dair yaratılış ayetleri kapsamına girenler arasında bir bağ vardır.
Ve bu, Nebilerinde ve Yüce Peygamberlerinde (En güzel Salat ve Selam onların üzerine olsun), Allah’ın namusudur(kanun/kural).
Ve bunlardan Efendimiz İbrahim Aleyhisselam ile ilgili bildiğimiz bir şeyi zikredelim:
Kavmini ibadet ederken bıraktığında, etrafına baktı ve gezegenleri, ayı, güneşi vb. tefekkür, teemmül ve tedebbür etti ki; ta ki semadan nübüvvet ile gelen nur ve vahyi karşılayıncaya kadar zihnini, aklını ve nefsini süzerek; aklı ile bütün bunların Yaratıcısı olan Yüce Subhanehu’nun varlığına ulaşsın diye.
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem için de durum böyledir.
Kavmini ve ailesini, uzun günler ve gecelerce, Hira mağarasında itikafa çekilerek yalnız bıraktı; yine aynı durum ve görev için.
Musa Aleyhisselam’da da durum böyledir. Onun fıtratı, Firavun’un sarayında, onun dini ve şirk koşması ile karşı karşıya geldiğinde; erginliğe ulaştığı zaman, saraydan kaçarak aynı amaç için çöle ve dağlara sığındı. Ve onun saraydan kaçmasına Allahu Teala’nın Kasas Suresi 15. Ayetindeki sözleri delildir:
*(Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi…”*
“Şehre girdi.”, yani o zamanlar Mısır’ın başkenti olan ve Firavun’un ve hükümetinin sarayının bulunduğu Hadar (Hazar)’a girdi.
“Girdi.” Demek ki şehirde değildi ki *’şehre girdi’* denilmektedir. Bu ifadeye göre Musa (as) şehrin çıkışında yani çölde olduğu anlamına gelmektedir.
Bu, daha önce geçen bazı Kur’an ayetlerinin de zikredildiği ve delil gösterildiği gibi Allah Subhanehu ve Teala’nın emri üzerine kendilerini örnek olarak alıp rehber edinmemiz gereken Nebileri (Allah’ın Selamı onların üzerine olsun) hakkında Allah’ın sünnetidir.
Ve görmekteyiz ki Allahu Teala bizlere bu Kur’an ayetleri üzerine tebessür etmemizi, sonra bu ayetlerden bizi kuşatan her şeye gitmemizi ve kainatla ilgili ayetler (işaretler) üzerine teemmül etmemizi emrediyor. Sonra Kur’an’ı tedebbür etmemizi ve bu ayetlerle Kur’an-ı Kerim ayetleri arasında; bunlarla, tüm her şey ve Yüce Yaratıcı (Halık) Subhanehu arasında bir alaka kurmak için, onun ayetlerini tedebbür ederek bağlantı kurmamızı emrediyor.
Anlamamız gereken bir husus da şudur ki; bu ilahi emir, bizim için aynen farz gibi, gerekli bir ameldir. Ancak bu şu ana kadar bizim anlamamız dahilinde olmamıştır.
Eğer Allah bazılarına bu ameli ayakta tutmayı açarsa, bu Subhanehu’nun fadlındandır. Bu kaybolmuş farzı tekrar hayata döndürmeyi her akıllı insandan ve her olgun mü’minden istiyor ve ümit ediyoruz.
Allahu Teala’ya akli bir delil ile teslim olunması için, akıl bunu anlar. Bundan sonra da Allahu Teala’ya kesin kalbi imanın doğması için de kalp bundan mutmain olur.
Böylece delille iman yönünden ona teslim olur ve kesin bir şekilde kalben ona iman ederiz.
Dolayısıyla, aklî bir delil ve kesin bir kalbî imanın gerçekleşmesi için, El-Mutlak El-Mutabık’a teslimiyetle, Subhanehu hakkında, gözlemlenebilir olgular veya gaybî (bilinmeyen/gizli) meselelerden bize nakledilen her şeyi alabiliriz.
Şimdi, manayı açıklayarak, öncesinde zikrettiğimiz her şeyi ortaya koyalım:
*”Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı.”*
Bunun ayrıntılı bir şekilde açıklaması ve delilleri aşağıda geçtiği gibidir:
Allah Subhanehu ve Teala, diğer yaratılanlar gibi, yokluktan varlık sahasına çıkarmak istedi ve bu isteğini kesintiye uğratmadan, değiştirmeden, dönüştürmeden, durdurmadan, değişikliğe uğratmadan tamamladı. İstediğini, istediği zaman ve istediği şekilde…
Buna delil:
Allahu Teala’nın Burūc Suresi 16. ayeti:
*”O, istediğini yapandır.”*
Sadece murad etti. Murad ettiğini, istediğinde, istediği gibi yaptı.
Allah Subhanehu’nun Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e söylediği bir Hadis-i Kudsî’sinde şöyle geçer:
*”Benim vermem bir sözdür ve engellemem de bir sözdür. Ben bir şeyin olmasını istediğim zaman ona “ol” derim, o da hemen oluverir.”*
O’nun muradı, O’nun Zatıyla ilgili ve sadece O Subhanehu’ya has bir iştir. Buna dalmak ya da hakkında araştırmak ne mümkündür ne de caizdir. Allah’ın Zatı hakkında araştırmak küfürdür ve şirktir.
Yani O Subhanehu’nun, kendisiyle alakalı işi veya işleridir.(‘Ol’ der. Oluverir.)
Bu onun murad etmesiyle ilgilidir. Onun Zatıyla alakalı muradı, O’na has bir iştir.
Ve Allahu Teala’nın istediği şey, O’nun istediği şekilde ve istediği zamanda meydana gelmek zorundadır.
Yaptığı bir işle ya da fiille, Allah’ın bize sunduğu anlamlı kelimeler gibi söylediği sözlerle değil. Haşa ve haşa. Aksine O *sadece ister* ve O’nun muradıyla varlık, yokluktan varlığa çıkar. O’nun dışındaki her şey, O Subhanehu ve Teala’nın muradıdır.
Gökleri ve yerleri yaratmak O’nun muradıdır.
Göklerin ve yerlerin birbirine geçme zamanı da O’nun muradıdır.
Göklerin ve yerin altı günde, O’nun yarattıkları ve tecellîlerinden bir yaratılmış olarak meydana gelmesi O’nun muradıdır.
Buradaki altı gün de O’nun yarattıkları ve tecellîlerinden bir yaratılmıştır. Bu O Subhanehu’nun muradıdır ve Subhanehu dilediğini yapandır. Gökler, yer, altı gün; bunların hepsi birlikte, birbirine geçmiş ve karışmış bir şekilde yokluktan şehadete (görünen,varlık) gelmiştir. Yani yedi kat gök ve yedi kat yer ve son olarak da Arş, yaratılış düzeni açısından iç içe geçmiş (birbirine girmiş) durumdaydı.
Arş’tan sonra, bir yaratılmış karmaşık varlık yoktur.
Altı günde, Allah’ın muradıyla olan bir varlık (yaratılmış) gibidir. Ya da başka bir deyişle, gökler ve yer olarak isimlendirdiğimiz varlık, zaman diye isimlendirdiğimiz varlık ile karışmış (iç içe) bir şekildeydi. Bu nedenle altı gün, Allah’ın muradıyladır.
Gökler ve yer olarak isimlendirdiğimiz varlıklar, altı günün kapsamındaki zaman mahlukuyla bir aradaydı ve iç içe geçmişti.
Buradan çıkarılması gereken şudur ki;
Gökler ve yer varlık olarak mevcuttur. Ve zaman da varlık olarak mevcuttur ve bu ikisinin varlığı, Allahu Teala’nın ilmi dahilindedir ve O’nun muradıdır. O Subhanehu bu ikisini ve son olarak altı günü yokluktan varlığa ve şehadet alemine çıkarmak istediği zaman, bu ikisini iç içe geçmiş ve birbirine karışmış bir şekilde Arş’ın yanına getirdi.
Şöyle bir örnek verelim:
Uçak (yaratılmış/varlık), Kahire’den (varlık) Medine-i Münevvere’ye (varlık) bir saat gibi bir zaman dilimi dahilinde (varlık) ulaşır. Araba ile yaklaşık 17 saatte, at ile 15- 20 günde, deveyle 25 – 30 gün ve yaya olarak 50 – 60 günde ulaşılır.
Kahire’den
Medine’ye
Neyle gidiyorsa?
= zaman süresi.
Bunun Allah’ın kudretiyle alakası yok Allah’ın Muradıyla alakalı bir durum. Zira Allah’ın Kudreti söz konusu olsa bir anda istediği her şeyi yapar. Ama muradıyla yapmak isterse o şeylere verdiği özelliklerle alakalıdır. Bir uçağa dilediği özellik bir arabaya dilediğinden daha süratli.
*Bu durum Halık’ın mahlukla imkan ölçümü değil mahluk ile mahlukun imkan ölçümüdür.*
Her ikisi nesne ve artı zaman, üç yaratılmış varlıktır. Bu üç yaratılmış varlığın Yaratıcının kendileri için murad ettiği özelliklerle bir durumdan başka bir duruma gelmeleri belirli zaman almaktadır. Altı günde yaratma olayını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Mahlukun mahlukla ölçülmesi, o’nun yaratılmış belirli bir zamanda belirli bir süreçte bir hedefe ulaşması ve bir duruma kavuşması olayıdır buradaki *altı gün* olayı.
Burada mahlukun mahlukla ölçülmesini Allah öyle kılmıştır. Bunu da kader olarak murad etmiştir.
Haşa Subhanehu, yoksa Halık’ın mahlukla ölçülmesi veya yaratılmışlarla ölçülmesi (kıyaslanması) değildir.
*Bütün bunları kısa ve öz bir şekilde tekrarlamak gerekirse;*
“Allahu Teala, bizlere sabrı öğretmek istedi ve gökleri ve yeri altı günde yarattı.” Ulemanın bir kısmı tarafından yapılan bu izah doğru değildir.
Bazı alimlerde konuyu biraz daha yükseğe çekerek bu, bir *Halk-ı Lahzî* (Anlık Yaratma) *Halk-ı Tatawwurî*(Evrimsel Yaratma) yani aşamalı olarak yaratma diyerek ikiye ayırdılar. Yukarıdaki izahımız böyle diyenlere de bir cevaptır. Zira o görüş de yanlıştır.
…………………..
*İkinci Mesele:*
*”Rahman, Arş’a istiva etmiştir.”*
“Üzerine istiva etti”,
“-e/-a istiva etti”,
“Düzenledi”,
“Aynı hizaya getirdi”,
“Gelişimini tamamladı”
Bu kelimeler arasında farklar var.
Bu kelimelerin tümü Kur’an-ı Kerim’de, yukarıda bahsedilen anlamlarıyla zikredilmiştir.
Allahu Teala’nın şu sözlerindeki gibi:
*”Rahman, Arş’a (Arş üzerine) istiva etmiştir.”*
*”Sonra göğe yöneldi…”*
*”Onu yedi gök olarak düzenledi (tanzim etti)”*
*”İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince…”*
*”Musa, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik…”*
Allahu Teala;
*”İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince…”* buyuruyor.
Kelimelerin kökü tek olmasına rağmen, her kelimenin kendine has ve bir diğerinden ayrılan manaları var.
Örneğin;
“Çukuru yerle aynı hizaya getirdim.” Cümlenin anlamı açık. Yani “Yeri eşitlemek için çukura toprak koydum.”
Burada standart ölçü, çukuru kendisine eşitlediğim yerin üstü (yüzeyi).
Allahu Teala;
“İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince,..” buyuruyor.
Buradaki standart ölçü ise ‘iki yamaç’tır. Yani iki dağ. Anlamı ise;
Çukur kısmı iki yamaç boyunca yükseltmek için, iki yamaç arasını doldurmaktır.
Örneğin;
“Zeyd olgunlaştı (gelişimini tamamladı).”
Yani onun olgunlaşma ve erillik faktörlerinin tümü tamamlandı.
Başka bir örnek;
Buğdayın sürülmesi. Yani erginleşmesi ve olgunluğunu tamamlaması ile ilgili olgunlaşma. Ayrıca yemeğin (hazır) olması. Yani yemek için hazırlanmış olması da buna örnektir.
Örneğin;
“Düzenledi.”
Allahu Teala’nın sözlerinde olduğu gibi:
“Elimle düzenledim.”
Yani onu, ondan bir şey eksiltmeden dört dörtlük kıldım.
Örneğin;
“Muhammed dağın üzerine çıktı (istiva etti).”
Yani dağın zirvesindeki en uç noktaya ulaştı. Ve artık sınırı tırmandıktan sonra, ötesinde başka bir mekan yok.
*Yukarıda geçenler bize şunları açıklıyor:*
Tefsir ve akîde (inanç) alimleri şimdiye kadar, “istiva” kelimesinin anlam ve niteliği hakkında daima Allahu Teala’nın “Allah, Arş’ın üzerine istiva etmiştir.” ayeti üzerinde durmuşlardır. Bazı gruplar, medreseler ve topluluklar ise, bunun aksine, bu kelimeyi, nitelikler açısından her birinin diğerinden ayrılan anlamlara geldiğini ifade etmiştir.
Ve ben burada basit ve kolay bir şekilde Kur’an-ı Kerim’in kendi delilleriyle ve kesin (net) belirtileri (anlamları) bu görüş ve tutumu çözümleyen dilsel anlamlarıyla, aşağıdaki gibi açıklamak istiyorum:
*Buradaki anlam şudur;*
“Allahu Teala gökleri ve yeri altı günde yarattı.”
Allah yeri yarattı. Ve orada dört gün içinde geçim maişetlerini ve rızıklarını takdir etti. (Allahu Teala’nın buyurduğu gibi)
Sonra semaya çekildi (istiva etti). Yani semaya intikal etti ve iki günde gökleri inşa etti.
Ondan sonra da Arş’ın üzerine istiva etti. Yani *Arş’ı yaratma işlemi tamamlandı.* Ve Arş’ın yaratılmasında bundan sonra başka bir adım yok. Yani Arş’ın yaratılışı tamamlandı.
Allahu Teala en yücedir ve en iyi bilendir. O, kemal sahibidir. O’nun eşi ve benzeri yoktur.
Korunmuş Selam, O’nun Nebilerinin üzerine olsun.
Allah ile ilgili olarak “nasıl” sorusu sorulamaz. Zira “nasıl”ı o yarattı. Bu nedenle Allah ile ilgili “nasıl” denilemez.
O, mekanın da Yaratıcısı olduğu için “nerede” sorusu da sorulamaz.
Demek ki Allah, keyfiyyetten yani nelik ve nitelikten münezzeh “nasıl” ve “nerede”nin içinde değil bilakis onların yaratıcısı olan Subhan Allah’tır.
“O, Subhan’dır. Onların ortak koştukları şeylerden yücedir, uzaktır.”
‘Senin güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir.
Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.’
Sayyid Magdy Dawoud