You are currently viewing Kur’an’a göre, gün, gece, ay ve güneş gerçekleri – 2

Kur’an’a göre, gün, gece, ay ve güneş gerçekleri – 2

8. Nokta

Nur hakkında bazı bilgiler

İnşaallah Kur’ân-ı Kerîm’in anlatmak istediği maksat üzerine anlar ve anlatırız. Dav’ ve nur’un arasında Allahu Teala’nın ayrım yaptığı gibi yaparız. Bu nur, dediğimiz gibi eşya üzerinde görme yansımasıdır ve özellikle ışık olarak değil de nur kelimesi olarak üzerinde duracağız. Biz orijinalini öğrenmek ve aramızda orijinal kelimeyi yaymak amacıyla ışık demeyeceğiz. Kaçınabildiğimiz kadar kaçınarak nur diyeceğiz. Yani orijinal terimi kullanacağız. Nur Kur’ânî bir kelimedir, aynen zekât, hac veya diğer ibadetler gibi.

Örneğin insanlar zekât ve sadaka arasında karıştırırlar ve zekâta Almanca’da İngilizce’de sadaka anlamında manalar yüklerler. Ama zaten sadakanın İslam’da ayrı bir yeri var. Sadaka gönüllü olarak verilir, fakat zekât zorunlu olarak verilir ve zekât kelime manası olarak çoğalma ve temizlik anlamındadır. Ama Kur’ânî olarak manası, dini, zorunlu verilen meblağ anlamındadır. Sekiz çeşit Müslümana verilebilecek dini zorunlu verilmesi gereken miktar. Demek ki zekât sadece İslami ve Kur ‘ani bir terim ve ifadedir.

Gelelim asıl konumuz olan nur kelimesine. Nur kelimesi Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ve hadislerde geçmektedir ve nur kelimesini araştırdığımızda hepsinin aynı manaya doğru gittiğini göreceğiz. O zaman sonuç itibariyle eşya üzerine görüş yansıması yani eşyayı gözle görebilmek durumudur. Nur, kendisi bizatihi görülmez ve ölçülemez. Ama varlığının delili, eşyayı görmemiz ve ayırt etmemiz ile kâimdir. Eşyanın görünmesi nurun varlığıyla izah olunabilir. Bu nasıl gerçekleşir? Şimdi onu Kur’ânî ve bilimsel olarak açıklamaya çalışalım. İsra Suresi 44. ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

“YEDİ GÖK, YER VE BUNLARIN İÇİNDE BULUNANLAR ALLAH’I TESBİH EDERLER. HER ŞEY O’NU HAMD İLE TESBİH EDER. ANCAK, SİZ ONLARIN TESBİHLERİNİ ANLAMAZSINIZ. O, HALİM’DİR (HEMEN CEZALANDIRMAZ, MÜHLET VERİR), ÇOK BAĞIŞLAYANDIR.” (İSRA, 44)

Kerîm ayetten şunu anlıyoruz: gökler, yer ve arasındakiler hepsi Allahu Teala’ya kulluk etmektedirler, tevhitle durmaksızın tesbih etmektedirler. Bu zorunluluktur. Sadece insan ve cin bu zorunluluğun yanı sıra bir de gönüllü kulluk yapma veya yapmama ile karşı karşıyadır. Kâinattaki istinasız her bir şey; her bir atom zerresi Allah’ ı tesbih ederler ve bu yapılan tesbih nurdur, her şeyin özünde bulunan nur ve o nur ki mü’minde kıyamet günü parlayacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de Hadid Suresinin 12. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

“MÜ’MİN ERKEKLERLE MÜ’MİN KADINLARIN NURLARININ, ÖNLERİNDE VE SAĞLARINDA KOŞTUĞUNU GÖRECEĞİN GÜN KENDİLERİNE ŞÖYLE DENİR: “BUGÜN SİZE MÜJDELENEN ŞEY İÇLERİNDEN IRMAKLAR AKAN, EBEDÎ OLARAK KALACAĞINIZ CENNETLERDİR.” İŞTE BU BÜYÜK BAŞARIDIR.” (HADÎD, 12)

Bu nur genel anlamda her şeyde mevcuttur ve her şeyin enerjisidir. Her şeye yansıyan enerjidir, ona ister Allah ı tesbih deyin ister nur deyin hepsi aynı manaya gelmektedir. Mesela bu nur salihlerin yüzlerinde görülür. Özellikle ibadet edenlerde, Kur’ân okuyan, namaz kılan, oruç tutan, hacca gidenler de…. Bu nurun ruhânî çok güçlü enerjisi vardır. Zaman zaman ta yüze dahi yansır ve apaçık yüzde görülür yansıması. Bu enerji kâinattaki her şeyde mevcuttur. Bu nurun enerjisinin tesiri her şeyde mevcuttur.

Mesela susadığın zaman otomatik olarak suyu arayacaksın. Üç şey çalışmaya başlayacak. Birincisi sen organlarınla susuzluğundan dolayı işlemeye başlayacaksın. Su ise aranan olarak özellikleriyle faaliyette ve aktif olacak. Üçüncüsü atmosfer, yani sen ve suyun bulunduğu ortam, bunların hepsi bir hedefe hizmet etmekte, bir ortamda bulunmaktadır. Şayet ortalık karanlık olursa üçüncü araç eksik olacaktır. Su senin için musahhar ve mevcut iken sen o suya ulaşamayacaksın. Çünkü bir parçası eksik, ama Allah’ın senin için vaad ettiği nur işlevini yapıyorsa, o nur sayesinde suyu bulup göreceksin. Çünkü su bütün özellikleriyle sana musahhar, hizmetçi kılınmıştır. Ancak nur olmayınca karanlıkta o hedefe kavuşmak mümkün olmayacak, olsa bile çok zor olacak.

Senin gözlerinde de nur var. Çünkü her şey Allah’ı tesbih etmekte, gözünde bir şey olduğu için oda tesbih etmekte. O da özündeki bulunan nur ile tesbih etmektedir ve gözünün nurunda enerji olduğuna göre ve suyun nurunu günün nuruyla Allaholoji nuruyla bütün bu nurların aktif hale gelmesi ve bütün şartların bir araya toplanmasıyla hayatının devamiyeti için lazım olan ihtiyaçlarını rahatlıkla görüp karşılayacaksın.

Gözlerinde Allaholoji mercekler var ve o merceklerin arkasında Allah’ı tesbih eden nur var. Bu nur oradan eşya üzerine yansır. Ama gün ışığının yani gün nurunun atmosferinde gerçekleşir bu işler ve bir şeyle diğer şey arasındaki farkı, özellikleri tanıyabilir ve anlayabilirsin. O eşyanın özellikleri onların tesbihidir onlarda yansıyan. Gözlerin onlara baktığında gözlerinin enerjisi, aradığın şeyin enerjisiyle buluşur. Senin nurdan gelen göz enerjin günün nuruyla buluşur ve aradığı şey nuruyla da bir araya gelir. Hem sende hem aradığın şeyde hem günün nurunda, yani üç nurda hedef hasıl olur ve görülmesi gereken her neyse görülmüş olur ve aklın beynin ve genetiğinde bulunan Âdem’e öğretilen isimlerin mirası da var senin hakikatinde, DNA’nda yazılı. Zira Allahu Teala: “Ve O Âdem’e isimleri öğretti.” buyurmaktadır.

Demek ki bütün eşyanın isimleri miras yoluyla Âdem babandan sana geçmiştir. Onların parlaklığını artırırsan, paslarını siler ortaya çıkarırsan her şeyin ismini veya üzerinde çalıştığın şeyi bilmiş olursun. Bu nedenle Acem çocukları, yani Arap olmayan çocuklar, Kur’ân’dan hiçbir kelime manasını bilmeseler dahi Kur’ân’ı ezbere öğrenebiliyorlar.

9. Nokta

Gündüz, günün nuruyla “Görme Yansıması”:

Bizler, gün içerisinde eşyayı görürüz. Gün içerisinde bir ağaca bak. O ağacın tesbih nuru vardır kada olarak ve kader olarak da sıfatları, özellikleri vardır. Onun özellikleri kaderîdir. Mesela renginin yeşil olması, belirli kıvrımlara ve ölçülere sahip olması, yapraklarının biçimi vs. bunların hepsi kader kapsamındadır. O ağacı niçin gündüz görürüm de gece göremem? Allahu Teala İsra Suresinde şöyle buyurmaktadır:

“…VE BİZ GÜN İÇİN MUCİZE İŞARETİ YAPMIŞIZDIR.” O ağacın tesbih nuru vardır kada olarak dedik ve o şekilde Allah’a kulluğunu yapar ve kader olarak da sıfatları vardır. Onlar da mahlukata hizmetçi kılınmıştır. Ağaçtan istifade edebilmek için ağacı görmem lazım gelir. Onun özelliklerini göreceğim ki, istifade edebileyim. Tesbihin enerjisi ilk enerji olarak yansır. Hem kada (kaza) olarak tesbihin enerjisi vardır, hem de kader olarak tesbihin özellikleri vardır. Günün nuruyla ve gözlerin nuruyla, gözlerin nuru göz merceğinin arkasında demiştik, bu iki nurla birlikte o ağacın özelliklerini görebiliriz.

Ağacın özelliklerinin yansımaları, tesbihinin kada olarak yansıması, göz nurunun yansıması ve gün ışığının yansıması, bunların hepsi bir araya geldiğinde, Allahu Subhanehu ve Teala’nın mucize işaretlerini görürüz, anlarız, tanırız. Çalışmaya gidebiliriz, yer içeriz ve Arz‘da dolaşırız ve bütün bunlar bizim için musahhar kılınmıştır, tâ ki Rabbimize kulluk yapabilelim. Bütün bunlar hep birlikte o ağacın görülmesini sağlarlar ve yemişlerini toplattırır ve bize afiyetle yedirirler.

Bunlardan bir tanesi eksik olsa bu halkanın bir zinciri kopmuştur ve bu işlevi yerine getiremeyiz yani, görülmesi gerekeni göremeyiz veya gözümüzün nurunu (ışığını) kaybettiğimizde göremeyiz. İstediği kadar gün ışığı, gün nuru olsun, perdeleniriz, göremeyiz. Ne ağacı ne ağacın meyvelerini görürüz. Şayet bu ağaçta meyve yoksa veya o ağacın kendisi yoksa yine göremeyiz. İstediğimiz kadar göz nuruna sahip olalım fakat o ağaç yoksa onun varlığı mevcut değilse yine göremeyiz. Geceyse her şey yerinde ama gün ışığı yoksa yine göremeyiz. Allahu Teala Nebe’ Suresi 9. ayetinden 11. ayetine kadar şöyle buyurmaktadır:

“…VE BİZ SİZİN İÇİN UYKUYU DİNLENME YAPTIK VE GECEYİ, ÖRTEN BİR ELBİSE VE GÜNÜ, YAŞAMANIZ İÇİN BİR YAŞAM KOŞULU KILDIK.” (NEBE, 9-11)

Demek ki geceleri uyku ve istirahat var. Bu uyku ve istirahat etme sadece sana değil, bilakis bütün mahlukat için geçerlidir. İstisna olarak, gece aktif olan mahlukat vardır. Mesela cinler. Gece aktif olurlar. Akşam namazından sonra âleme dağılırlar. Onlar için hayat başlangıcıdır. Bizim için gün neyse onlar için de gece odur. Bizler gün ışığında görevlerimizi yerine getiririz, çalışırız. Rızkımızı toplarız ve gece de cinler içindir. Onlar hayatlarını gece yaşarlar. Biz ise gündüz.

Onlar ateşten yaratılmışlardır ve enerjileri de ateşten gelmektedir ve o ateşte çember yansıması vardır. O çember yansımasında gece görürler. Bizler için ise gün ışığı vardır. Yani görme yansıması vardır gündüzleri. Mesela hayvanlar, kuşlar, nebat ve cemad da gece uyurlar. Uyumak; sıfatlarını istirahat ettirmek, göstermemek anlamındadır. Bu nedenle geceleri ağaçlar görünmez. Yani görünse de cansız görünürler.

Gündüz gibi canlı değillerdir. Belirli ağaçlara baktığımızda geceleri, yaprakları, dalları çiçekleri aşağıya doğru sarkıktır. Yani parlak değillerdir. Canlı değillerdir. İstirahat modundadırlar. Belirli çiçekler, güller de geceleri aynı bu şekilde, kendilerini salıverirler. Gece uykusu bütün canlılar içindir. Bizler içindir ancak cinler için değildir ve gün, yaşam imkanıdır. Bu nur ile kada ve kader de gece ile gündüzle alakalı bir meseledir. Görüyoruz ki bu yeni bir noktadır. En büyük ateş, yani ateş çemberi yansımasına sahip olan en büyük ateş Güneş‘tir. Allahu Teala’nın Yunus Suresi 5. âyet-i kerîmesinde buyurduğu gibi:

“O’DUR GÜNEŞ’İ ZİYA YAPAN VE AY’I NUR KILAN.”

(YUNUS, 5)

Demek ki en büyük ateş Güneş‘tir ve bize gündüzleri Güneş görünür ve bir mucize işaretidir. Bütün mahlukat Güneş‘i görür ve gün ışığını görürler. En büyük görünme yansıması Ay ışığıdır. Allah Ay ışığını yapmıştır. Bu nedenle gece onu görebiliriz. Allah Ay’a nur vermiştir. Ta ki gece onu görebilelim, gündüz değil. Gündüz çok istisna olarak görürüz ayı. Zira gündüz başka bir nur ile kaplanır âlem. O günün nurudur. Günün nuru Allahu Teala’nın güne olan tecellisidir. Zira o nur ile, o nurun yansımasıyla eşyayı görebiliriz. İki enerjiyle görebiliriz. Yani eşyada bulunan tesbih enerjisi ve onun özelliklerini barındıran kader enerjisi. Zira bunlarla eşya hizmetçi kılınmıştır. Eşyayı onunla görür onunla kullanırız.

Yukarıda dediğimiz gibi en büyük ateş Güneş‘tir ve en küçük ateş ise bizim yaktığımız ateştir. Ateşin etrafında bir yuvarlak hale bulunur ya da dav’ dediğimiz ziya bulunur. Bu ateş yakılarak da olsa cereyan ile yanan bir lamba da olsa, Güneş enerjisi de olsa yaktığımız herhangi bir lamba bu şekilde yanar veya bu enerjiyle makinaları çalıştırabiliriz. Bu yolla elde ettiğimiz, ürettiğimiz enerjiyle hem ışık, lamba yakabiliriz, hem makinaları çalıştırabiliriz, cereyan vasıtası ile. Ama bunların hepsi dav’ sınıfındadır.

Yani lambanın ışığı da olsa Güneş‘in ışığı da olsa cereyandan üretilen herhangi bir şey de olsa fark etmiyor. Hepsi aynı sınıfa giriyor. Bunların hepsi küçük ateşlerdir ve büyük ateş de, ziya da, dav da, Güneş‘in ziyasıdır, yani dav’ıdır. En büyük ışık, nur ayın ışığı yani nurudur. En küçük nur ise insanların yüzünde parlayan nurdur. Hani söylenir ya insanlara “yüzün Ay gibi parlıyor” diye.

Hz. Aişe (ra) ve sahâbe (ra) ne demişlerdir; “Zaman zaman geceleri Rasulullah’ın yüzü ayın nurundan daha faza ışık saçıyordu.” O, O’nun nuruydu (sallallahu aleyhi ve sellem). Zira O her şeyin kendisinden yaratıldığı bir nurdur.

Mesela “salih insanların yüzünde nur vardır” denilir. Bunlar en küçük nurdur. En büyük nur ise ayın nurudur. Bunlar Allahu Teala’dan tecelli olarak yansımaktadır ve bu Allahu Subhanehu ve Teala‘nın bir nimetidir. Asıl olarak nur Allah’tandır ve ondan tecelli olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a verilmiştir. Tecelli olarak Rasullulah’ın nurundan bütün mahlukata yansımıştır. Nasıl mı?

Rasullullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sonuncu olarak âlemlere rahmet olmasından kaynaklı. Her şeye tesbihi verildi, zira Rasullullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün âlemlere gönderildi. Hem de rahmet olarak gönderildi. Onların özellikleri ve tesbihleri Nur-u Rasullullah’tır (sallallahu aleyhi ve sellem). O bütün mahlukata tesbihlerini öğretti ve onların özellikleri Rahmet-i Rasulullah‘tır, hem de bütün mahlukat için. Asıl Nurullah’tır ve bunların hepsi Subhanehu ve Teala’dan tecellilerdi. Nur Suresinin 35. Ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

“ALLAH GÖKLERİN NURUDUR.”

(NUR,35)

Yani O’nun nurunun tecellisidir, Rasullulah’ın vesilesi ile. Rasulullah’ın nuru ise Allah Subhanehu ve Teala’nın nurudur.

Dediğimiz gibi nur bir enerjidir. Bu enerji bedende ruh gibidir. Bu Allah tarafından verilir ve yapılır. Ya yoktan var edilir, halk edilir ya da mevcut bir şeyden yapılır. Mesela Ay gibi. Allahu Teala ne buyuruyor: “BİZ AYI NUR KILDIK.” Demek ki o (ay) nur kılındı yani yapıldı Allahu Teala tarafından.

10.NOKTA

Nur niçin insanın yüzünde, kalbinde ve eylemlerinde,

hareketlerinde, konuşmasında, basiretinde yansıyor veya yok olup gidiyor ve geldi mi nereden geliyor o nur?

Allahu Teala seni nur ile yarattı. O nur fıtrî nurdur. O fıtrî olarak, doğal olarak verilendir. Ruhunda tâ kâlû belâ’dan beri vardır o nur. Yani tevhîdin nuru. O nur ile doğarsın. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz buyurmuştur ki:

“ÇOCUKLAR İSLAM FITRATI ÜZERE DOĞARLAR. AMA EBEVEYNLERİ ONLARI HRİSTİYANLAŞTIRIR, YAHUDİLEŞTİRİR VEYA MECUSİLEŞTİRİRLER.”

Olgunlaştığında teklif gelir. Yani Allahu Teala tarafından görev verilir ve o teklifte mükemmel bir nizam verilir. Allah’ın peygamberleri tarafından mükemmel bir nizam ile karşılaşırsın. Sen bir ürün olarak üreticini tanımalısın ve O’nun yarattığı Arz‘ı, gökleri, atmosferi, kâinatı tanımalı, bilmeli ve gereğine uygun hareket etmelisin. İslam’da peygamberlerle gelen nizam, tam ve mükemmeldir. Bütün eşyayı kendine doğru bir şekilde hizmet ettirebilmen için gerekli olan bütün bilgiler mevcuttur ve bu yaratılan her şeyin, eşyanın kadası ve kaderi mevcuttur.

Örneğin senin bedenin, nurun enerjisine muhtaçtır. O seninle birlikte gelişir. Sen sürekli gelişip büyüdüğün için o da gelişip büyür. Yaşın arttıkça o nurdan gelen enerji de fazlalaşır. Sürekli nurun artması gerekir.

Allahu Teala El Aziz’dir. İbadetine muhtaç değildir. Ama niçin ibadet yaparsın? Zira ibadet senin içindir. Mesela namaz. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“KAPINIZIN ÖNÜNDEN BİR IRMAK AKSA VE ORDA BEŞ DEFA YIKANSANIZ, VÜCUTTA HİÇBİR KİR KALIR MI?” DEDİLER Kİ: “HAYIR YA RASULALLAH, KALMAZ.” RASULULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) DEVAM İLE ŞÖYLE DEDİ: “İŞTE O, NAMAZDIR.”

Namazın olabilmesi için abdest şarttır ve ayakta Kur’ân okursun, tesbih yaparsın, hamd yaparsın vs. Abdest nurdur ve o suyu vücuduna sürersin. Vücudundaki negatif ateş enerjisini bir yerlere, merkezlere toplarsın ve Allahu Teala’nın huzuruna vardığında, namazda tesbih eder, Kur’ân okursun. Bunların hepsi nurdur ve pozitif enerjidir. Allahu Teala NİSA SURESİ 174’te “SİZE NUR İNDİRDİK” buyurmaktadır.

Sen nur olarak tesbih yaparsan, rukû ve sucûd yaparsan, Kur’ân okursan ve Allah’ın huzurunda kıyamda durursan ve secde kılarsan ve secdeye vardığında alnın yere dokunur ve ellerin ve dizlerin, ayakların, ayaklarının parmakları yere temas eder. Bu şekilde negatif enerjileri Arz çeker. Abdestle topladığın o enerji, oralardan akıp gider. Günahların da yok olup gider. Negatif enerjiler de boşalır. Kâbe istikametine doğru çekilir gider. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu nedenle buyurdu ki:

“ABDEST ÜSTÜNE ABDEST, NUR ÜSTÜNE NURDUR.”

Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“BİR KİMSE ÖFKELENDİĞİNDE HEMEN ABDEST ALSIN VE İKİ REKÂT ALLAH RIZASI İÇİN NAMAZ KILSIN.”

Zira öfke şeytandandır ve şeytan ateştendir ve su ateşi söndürür. Dolaysıyla negatif enerji boşaltılmış olur bedenden. Rasulullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) dediği gibi yapıldığında bu işler, işte bu bizim mizanımızdır. Bu nedenle ibadet yaptığında, Allahu Teala’nın huzurunda durduğunda, namaz kıldığında Allah ile bağlantıdasın ve sürekli nur enerjisi dolar vücuduna. Negatif enerji çeker gider.

Oruçta da aynı böyledir. Oruçta da nur enerjisi vücuduna pompalanır. Oruçlu birisinin yüzüne baktığında nur görürsün. Yüzünde belirli bir parlaklık ve ışık görürsün ve sükûnet bulursun. Sürekli onun yüzüne bakmak istersin. Zira yüzünde nur parlar ve o nur orucun nurudur. Hacc’da da aynısı. Hacca giden birisini izle. O kadar yorgun olduğu halde yüzünde nur parlar. Kuran okuyanlara baktığında ona keza. Doğumunda zaten sana peşin verilen o nuru gönüllü, iradenle, yapmış olduğun ibadetlerle arttırmış olursun.

Tabiatla, doğayla hemhal oluşun sana neler getirir? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurmaktadır ki:

“BEDENİNİN HAKKI OLANI ONA VER.”

Yani geceleri güzelce uyu. Sağlıklı beslen. Niçin? Bu yolla sürekli enerjik olursun ve enerji toplarsın. Yani gece sükunetle, uykuyla, gündüzleri de yemeyle gıdalanarak enerji toplarsın. Mesela bir tavuk yedin. O senin için yaratılmış bir varlık. Şayet o tavuk doğru bir şekilde yemlendiyse, fesada uğramadıysa, suni bir şekilde yetiştirilmediyse, onun eti nurânîdir. Çünkü o da tesbih yapıyor ve kada olarak özellikleri var ve sana hizmet yapmak zorunda. Belirli enerjileri var sana katkıda bulunacak. O sana güç olacak yediğinde.

O nur sana musahhar, hizmetçi durumundadır ve senin nurunu arttırır. Ama o tavuk şayet kötü şartlar altında yetiştiriliyorsa, kimyasallarla, hormon tabletleriyle vs., hayvan daha çabuk büyüsün gelişsin diye; ona fesat karışmıştır ve o hayvan zehirlenmiştir. Artık o sana şifa olmaz, ancak zehir olur. Onunla negatif enerji almış olursun vücuduna ve o negatif enerji vücudunda çoğalmaya başlar. Bununla fesat yapmış olursun. Allahu Teala Bakara Suresi 11-12. âyet-i kerîmede ne buyurmaktadır?

 “ONLARA ‘ARZ‘DA FESAT ÇIKARMAYIN’ DENİLDİĞİNDE, DERLER Kİ ‘HAYIR, BİZ İYİLİK YAPANLARIZ’. HAYIR! ONLAR BOZGUNCULUK (FESAT) ÇIKARMAKTADIRLAR. AMA ONU HİSSETMEZLER.” (AL-BAKARA,11-12)

Aynısı meyve ve sebze için de geçerlidir. Onlara hormon iğnesi yapıldığında tabiatları, doğaları zehirlenmiş olur. Oysaki onlar bizler için yaratılmıştı ve özellikleri o yönde idi. Ama bu şekilde bozgunculuk yapıldığında, yiyecekler üzerinde oynandığında, negatif enerji almış oluruz bedenimize. Teneffüs ettiğimiz hava dahi o şartlarda sağlık ve sıhhat olmaktan ziyade zarar olur ciğerlerimize.

Sağlıksız iş yerleri ile havayı kirlettiğimizde ortamı kendimiz zehirleriz ve negatif enerji salgılarız. Bu nedenle yaşadığımız çağda insanlar sağlıksız yaşamaktadırlar daha çabuk ölmektedirler. Birçok hastalıkların kaynağı bunlardır. Tanınan, tanınmayan nice hastalıklar türemiştir. Arz‘da ne kadar çok ürün ve ne kadar çok fesat yapılırsa ürünler üzerinde, hayattan beklentiler o derece azalır.

Bu nedenle mümkün mertebe doğal yiyecekler, içecekler tüketmek lazım gelir. Allahu Teala kışın ayrı meyveler yaratmıştır. Mesele portakal, limon vs. C vitamini içerikli meyveler yaratmıştır, gribe yakalanmayasın, yakalansan da güçlü bir şekilde atlatasın diye, birçok hastalıkları yenebilesin diye. Yazın Allahu Teala farklı meyveler yaratmıştır. Yazın su ihtiyacı çok olduğu için, karpuz, kavun, salatalık, hıyar gibi besinler yaratmıştır fazla fazla. Vücudunun sıvı ihtiyacını o şekilde karşılarsın. Allahu Teala yaz hastalıklarından korunman için bu sıvısı bol meyveleri, sebzeleri yaratmıştır.

Ama fesat ile muamele edersen, daha çabuk, daha fazla üretebilmek için, o halde Arz‘da fesat yapmış olursun. Fayda vereceklerine artık zarar verirler. Mesela kışın topraksız seralarda yetiştirilen hıyarlar gibi. Hormonla yetiştirilen sebzeler, meyveler gibi. Onlar anti-nurdur ve hastalık yapmaktan başka bir işe yaramazlar. Evet, bu böyledir.

Bu nedenle Allahu Teala’nın yarattığı doğa üzerine gitmek lazım. Bu şekilde yaparsan, tabiatı, atmosferi ve hayatın lezzetini tamamıyla tadarsın ve günahsız bir şekilde, nuru bol olarak yaşarsın. Ama kirletirsen kendini ve etrafını, pozitif enerjileri kaybedersin, negatif enerjilerle dolarsın. Nurun silinir. Kimya ve hormon yersin, içersin. İçindeki nur gitgide azalır ve negatif enerjiler çoğalır.

İnsanları görürsün; hastalar ve öfkeliler. Hep faiz yiyenler ve alkol içenler gibi. Onlarda nur göremezsin. Yüzleri süt gibi beyaz da olsa nursuzdurlar. Yüzlerinde nur bulamazsın. Onların amelleri şeytan amelleridir ve konuşmalarında başarı yoktur. Hayatlarında başarısızdırlar. Zira basiret nurunu yitirmişlerdir. Fiil, hareket, eylem, amel nurunu yitirmişlerdir. Konuşmalarında ve yüzlerinde nurdan eser kalmamıştır. Negatif enerji ile dolmuşlardır. O negatif enerji ise şeytandan gelmektedir. Şeytan ateşten yaratıldı ve anti-ravâsi ve anti nurdur.

Tabiatla ne kadar çok meşgul olursan, o kadar çok nurun olur. Allahu Teala niçin bizi dağlara, göklere bakmaya teşvik eder? Tefekkür etmeye teşvik eder? Ay‘a bakmaya, yıldızlara, Güneş‘e, bulutlara? Tabi ki pozitif enerjilerin yüklenmesi ve nurumuzun artması için. Bakmakla tefekkür yapmak, pozitif enerji yükler bize. Nurumuzu arttırır. Akılda enerjiyi arttırır. Kudretu’l-Hâlık’ı yani Yaratıcı‘nın Subhanehu ve Teala kudretini seyrederiz. Dağa baktığında, ormana baktığında, ağaçlar görürsün. Onlar Allah’ı hamd ile tesbih ederler. Onlar nurânî hamd ile tesbih ederler. O, onların kadasıdır, bir de özellikleri vardır kader olarak. Onlar nurânî enerjidirler.

Onlarla sürekli hemhal olduğunda nurânî enerji ile kuşatılmışsındır demektir. Sürekli varlığını, bedenini, maddiyatını, maneviyatını o nurânî enerji ile doldurursun ve sende yansır. Amellerinde, konuşmalarında, yüzünde, durumlarında o nur yansır. Doğru olduğun her halinden görünür. Çünkü tabiata bakıyorsun ve kendine bakıyorsun. Tefekkür yapıyorsun ve teemmül yapıyorsun. Kur’ân-ı Kerîm’i tedebbür yapıyorsun ve sonunda Subhânu’l-Hâlık diyorsun. Bütün bunlar ibadettir ve 1 saat tefekkür 70 yıl ibadete bedeldir. Niçin?

Zira sen Allah’ın bir kulu olarak Allah’ın yarattıklarını, Allah’ın verdiği akıl nuruyla anlamaya, kavramaya çalışıyorsun. Gözlerinle görüp, kalbinle idrak etmeye çalışıyorsun ve bütün bunlarda eriyip, nura gark olup gidersin. Kadâî nur ve kaderî nurun içinde gark olursun ve sürekli bu şekilde nurun artar. Sadece Allahu Teala’nın yarattığını yersen, insan elinin dokunup da bozduğu şeylerden uzak durursan o halde orijinal nura sahip olursun. Pozitif enerjiye sahip olursun. Ama Allahu Teala’nın mahlukatında daha fazla para kazanma hırsıyla fesat yapıldığında, insanoğlu kendi eliyle yaptığı bu fesat tarafından zarar görür ve yok edilir. Hem kendini hem etrafını hem diğer canlıları zarara sokarsın ve yok edersin, helak edersin.

Önceden olmayan birçok hastalıklar bunlardan meydana geldi. Ürünlerden meydana gelen fesat ve hastalık önceleri bu kadar çok değildi. Çünkü bu kadar çok fesat yapılmıyordu. Bozgunculuk yapılmıyordu. Allah’ın yarattığına müdahale edilmiyordu. Şimdi ise her taraf hastalık dolu ve sürekli yeni hastalıklar çıkmakta. Doğru dürüst düşünemez olmuş insanlar ve ancak fesat yaymaktalar. Yemekte fesat, tabiatta fesat vs.

Sürekli ilaç bulmaya bir taraftan gayret sarf ediyorlar. Ama o hastalıkların tam ilacı bulunamaz. Çünkü o hastalıklar yok edilmiyor ki ilaçlar fayda versin. Mesela kanser gibi hastalıklara hâlâ kesin bir çözüm bulunamamış durumda. Bağışıklık sistemi zayıflığı, hemoglobin eksikliği, demir eksikliği, kalsiyum eksikliği, bunların hepsi insana hücum etmektedir. Manevi ve ruhânî nur da çekip gitmektedir ve insanlar mevcut olan nurlarıyla da dünya ile meşgul olmaktadırlar.

Neden bu kadar çok savaşlar yapılır ve neden insanlar birbirleriyle savaş ve kavga içindedirler? Birinci Dünya Savaşı oldu, ikincisi oldu, şimdi üçüncüsü bekleniyor. Neden? Çünkü nur kalmadı insanlarda. Doğru düşünceye götürecek nur kalmadı. Yediklerimiz plastik, içtiklerimiz zehir. Nefes alıp vermelerimiz zehir. Aklımız, maneviyatımız otomatik olarak negatif enerji ile yükleniyor ve nur gittikçe bizi terk ediyor. Nur azalıyor ve onların yerine hastalıklar çoğalıyor. İşte günümüzde bunların hepsini görmekteyiz. Tâ ki artık bu hasta düşünce yapıları savaşları tetikleyip birbirimizi yok edene kadar işi vardırıyoruz.

Bu zulüm pozitif enerjiyi yok etmektedir. Nur çekip gitmekte, negatif enerji gelmekte ve bu fesat, bu cinayet alıp başını insanoğlunu kuşatıp gitmektedir. Yani dünyayı sarmaya devam etmektedir. Bütün dünya ülkelerinde maalesef durum aynıdır.

11. NOKTA

Nur ve Dav’ (Yani Ay ve Güneş)

Allahu Teala Güneş‘i ateş olarak yarattı yani ateş çemberi yansıması ve ayı nur olarak yarattı. Eşya üzerinde görme yansıması ve Ay en büyük nurdur ve geceleri gelir. Gündüz ise görebileceğimiz en büyük ateş olan Güneş yansır ve gündüzleri gelir. Belki bana şöyle bir soru sorulabilir; “Neden bazen Güneş ile Ay aynı anda görülmektedir? Bu aslında bizim söylediklerimize bir delildir. Kur’ân’dan anladıklarımıza bir delildir. Zira Ay ve Güneş günün ve gecenin müsebbibi değildirler. Bu da ikisinin aynı zamanda görülmesiyle ispatlanır. İkisi de gün ortasında görülebilir. Ay görülür ama ışığı görülmez, nursuz görülür ve Güneş görülür, ama Güneş‘in tesiri görülmez. Normalinde görüldüğü gibi görülmez, güçlü görülmez ve sıcağı fazla hissedilmez.

Allahu Teala demek ki bazen ikisini bir araya getiriyor, fakat tesirlerini meydana çıkarttırmıyor. Bak işte bunlar; Ay geceden, Güneş de gündüzden sorumlu diyemeyesin diye. Sadece gölge gibi ikisini de semada görürsün, ama etkisizdirler. Aynen bir fotoğrafın görüntüsü gibi. Nasıl ki bir insanın fotoğrafını görsen onda cilt, et, yağ yoktur, hareket yoktur, kemik yoktur, ruh yoktur, hayat yoktur. Bunlar da Ay‘ın ve Güneş‘in adeta resimleri gibidirler. Bu da önemli bir konu olduğu için zikretmeden geçmedik. Allahu Teala Ay konusunda bakın ne buyurmaktadır:

“ALLAH’IN YEDİ GÖĞÜ BİRBİRİ İLE NASIL UYUMLU YARATTIĞINI GÖRMÜYOR MUSUNUZ? AYI, BUNLAR İÇİNDE BİR NUR YAPTI VE GÜNEŞ‘İ BİR KANDİL YAPTI.” (NAHL, 15-16)

Buradaki ayın iki manası vardır, birisi zahir diğeri mecaz. Zahir olarak astronomik manası vardır ve mecaz olarak manası ise aydan kasıt Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’tır. Önce zahir manasını ele alalım: Hadîs-i şerifte bahsedilen Güneş’in Arş-ı Âlâ’yı ziyareti gibi ayın da gökler arasında seyahati vardır. Arz’dan bakıldığında ne kadar küçük görülürse göklerden bakılınca o orantıda büyüktür. Yani hilal, yarımay ve dolunay bakımından kastediyoruz. Arz’dan bakıldığında ne kadar dolunsa göklerden bakıldığında o kadar eksiktir ve tıpkı göklerden bakıldığında ne kadar dolunmuşsa Arz’dan bakıldığında o derece eksik görülür.

İkincisi olan mecaz manasına gelince: Rasulullah bütün gökleri ve yerleri aydınlatan Nur’dur, zira gökler, yerler ve arasındakiler O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) Nur’undan yaratılmışlardır.

Dav’ı insanlar da üretebilirler elektrik vs. ancak nur’u üretemezler, onu sadece Allah yapar.

Bazı insanların fizik veya biyolojik anlamda organ ve duyu fonksiyon yetersizlikleri olduğu halde bütün organları düzgün çalışanlardan daha fazla işlere imza atmışlardır. Örneğin bir Stephen Hawking’e bakalım. Kendisine 21. doğum gününden kısa bir süre sonra ALS teşhisi kondu. İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar geçen yıl (2018) öldü. 76 yıllık ömrünün çoğunu elektrikli sandalyede geçiren ve sadece gözlerini hareket ettirerek yaşayabilen bir bilim insanı. Bir çok eser yazmış ve yıllardır hayranlıkla takip edilmiş. Bütün bunları nasıl gerçekleştirmiş olabilir? Elbette Allah’ın ona verdiği zeka nuruyla. Eğer yetenek ve beceriler organlar sayesinde olsaydı o denli özürlü insanların harikulade icraatları nasıl izah edilebilirdi.

Başka bir örnek Dr. Taha Hüseyin. Taha Hüseyin (Taha Hussein), Mısırlı edebiyatçı, yazar, romancı ve eleştirmendir. Çalışmalarıyla edebiyat alanında Arap Dünyasında çok büyük bir ün kazınmıştır. O kadar ki “Arap Edebiyatı Dekanı” olarak adlandırılmıştır. T. Hüseyin, 3 yaşındayken görme yeteneği yitirmesine rağmen edebiyat alanında takdire şayan çalışmalar yürütmesi, onu daha da ünlü kılmıştır. Yaşamı boyunca Arap Edebiyatı için yüzlerce kitap, ders müfredatı ve kendisinden sonra birçok kişinin takip ettiği ve etmekte olduğu okullar sunmayı başarmıştır.

TahaHussein

Erken yaşta görme yeteneğini kaybetmesine rağmen doktora derecesini alana kadar eğitimini devam ettirmiştir. Önündeki tüm engellere aldırış etmeden elde ettiği başarıları sayesinde ülkesinde edebiyatçılık alanında sayılı kişilerden biri olmuş ve bu alanın geliştirmesinde birçok katkısı olmuştur. Zira Mısır ve Arap Dünyasının en önde gelen üniversitelerinden biri olan Kahire Üniversitesi (Cairo University) Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak atanmıştır. Evet bu şahıs da konumuzla ilgili çok çarpıcı bir örnektir. Birçok görebilenin yapamadığını yapabilen bir insan. O icraatlarını ancak Allah’ın verdiği akıl ve zeka nuruyla yapabilmektedir.

Son örneğimiz Helen Keller. Helen Keller, Amerikalı pedagog ve aktivist.

Bebeklik çağından itibaren kör, sağır ve dilsiz olması, onu pek çok meslektaşından ayıran önemli özelliğidir. Engellerine rağmen başardıkları, onu efsanevi bir kişilik haline getirmiştir. Beş lisan bilen, bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan Helen Keller, yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla kendisini engellilere yardımcı olmaya adamıştır. Başta Amerikan Görme Engelliler Vakfı olmak üzere çok sayıda organizasyonda görev almış ve görevleri nedeniyle dünyanın pek çok yerine seyahat etmiştir.

17 Haziran 1880 tarihinde Alabama kırsalında küçük bir kasabada olan Tuscumbia’da Yüzbaşı Arthur Henley Keller ve Kate Adams Keller’ın kızı ve sağlıklı bir bebek olarak doğan Helen Keller, on dokuz aylık iken geçirdiği bir ateşli hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yetilerini yitirdi.

Helen Keller de hayat hikayesi ile binlerce sağır ve körün hayata tutunmasına ve onların yaşama sevincine vesile oldu. 88 yıllık hayatında sayısız başarılara imza atan Helen Keller’ın 1954 te hayatı film oldu. 1960 da hayat mücadelesi beyaz perdeye aktarıldı. Amerikan büyük ödülünü aldı. Körler alfabesi ile 11 kitaba imza attı ve konuşma ve işaret dili ile Amerika ve davet edildiği ülkelerde konferanslar verdi. Bu konferanslarda geniş kitleleri etkiledi. 5 dil biliyordu.

Bu örnekler de gösteriyor ki perde arkasından asıl iş gören Allah’ın verdiği nurdur. Organlar da duyu ve duygularda hepsi birer araçtır ama asıl fail Allah’ın verdiği nur’dur. O nur da zaten Kudretullah’a bağımlı işlemektedir.

LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAHİ-L ALİYYİ-L AZÎM.

12. NOKTA

Dav’ (yani ziya), ateş çemberi yansıması, eşya üzerindeki görme yansıması ve ravâsi arasındaki bağlar:

Eğer Güneş olmamış olsaydı, buhar da olmayacaktı. Su buhar halinde göğe çekilmeyecek, bulutlara yüklenmeyecekti, bulutlar oluşmayacaktı. Oysaki bulutlar yağmur oluşturur ve yağmur bütün canlıların hayat kaynağıdır. İşte bunu Güneş sağlamaktadır. Suyu buharlaştırır ve çeker. Bazı ülkeler vardır ki onlarda ırmaklar, ağaçlar, bitkiler fazla yoktur. Oralar çöl gibidirler. Orada mahlukat yeterli miktarda yiyecek ve hayatiyetlerini devam ettirecek gıda maddeleri bulamazlar. Allahu Teala Enbiya Suresi 30. ayette:

“BÜTÜN CANLILARI SUDAN YAPTIK.” buyurmaktadır.

Hayatın sırrı sudur. Su olmazsa hayat da olmaz. Onun direkt (doğrudan) Güneş‘le ve dav’ (yani ziya) ile alakası vardır. Gündüzleri bitkiler nura muhtaçtırlar; o yeşil renklerini koruyabilmek için, ağaçlarına, yapraklarına, yemişlerine ve köklerine gıda verebilmeleri için. Geceleri bu yüzden yapraklar aşağı doğru sarkıktır. Adeta uyuyorlar gibi. Çünkü gündüz çalışırlar ağaçlar, bitkiler ve gıdalarını üretirler. Dav’ ve nurdan yeterince almaları gerektiğini alırlar.

Eğer Güneş‘siz günler geçerse, canlılar, bitkiler hastalanır, kokuşur ve hatta ölürler Güneş‘siz kaldıklarında. Güneş olmasa, eşya, birçok bitkiler nemlenir, kokuşur ve ölür. Güneş gerekli kuruluğu sağlar ve hayat verir. Canlıların birçok hastalığını giderir. Günaşırı Güneş‘in dav’ı (yani ziyası) olmazsa, canlılar hastalanır ve hatta ölürler. Güneş olmasa, ışınlar da olmaz, dünyaya ışınlar gelmez vitaminler vasıtasıyla, D vitamini, kalsiyum ve buna benzer birçok vitaminlerin eksikliğini yaşar canlılar. Güneş olmasa suyun kendisi kokuşur ve pis kokar, sağlıksız olur.

Her tarafından eşyayı kuşatan ravâsi var olamaz. Ravâsi olsa da donuk halde olur, iş göremez. Kuşlar uçamaz, canlılar nefes alamaz. Soğuktan dolayı uçaklar uçamaz, arabalar yürümez ve canlıları bozar, mahveder. Çiftçiler ne yaparlar? Çiftçiler topraklarını kürekleri ile ve traktörleri ile altını üstüne getirirler. Güneş görmeyen tarafları da Güneş görüp canlansın diye. Birkaç gün o şekilde Güneş‘in yansımasına bırakırlar toprağı. Ondan sonra tohum ekerler toprağa. Sağlıksız bütün maddeler toprakta Güneş ışıklarıyla yok edilsin diye. Belirli kuruluk yapar ve vitaminler salgılar toprağa ve temizlerler toprağı. Güneş‘in yansıması olmasa, bitkiler, sebzeler, ağaçlar büyümez ve insanlığa hizmet edemezler.

Güneş olmasa ravâsi donardı dedik. Bu nedenle toprağın altında az ravâsi vardır. Yine bu sebepten dolayı, toprak ekilmeden önce altı üstüne getirilir. Güneş olmasa denizler, ırmaklar da donardı. Her taraf buz gibi soğuk olur ve kokuşurdu. Güneş ravâsi vesilesiyle havayı yumuşatır, kuşları uçurtur ve binekler yollarında ilerlerler. Her şey işlevini tamamlar. Eğer Güneş olmasaydı, vasıtaların yürümesi sınırlı olurdu.

Bunlar hep günle alakalı, geceyle alakalı, Güneş‘le alakalı, ayla alakalı, ravâsi ile alakalı, dünya hayatıyla alakalı. Ama kıyamette Güneş, Ay ve ravâsi çekilecektir. Bu nedenle bütün denizler ve ırmaklar ateş olacak. Şimdiki Arz, başka bir Arz‘a dönüştürülecek. Gökler cennet tabakalarına, yer tabakaları cehennem tabakalarına dönüştürüleceklerdir. Zira Allahu Teala El Enbiya 104. ayette şöyle buyurmaktadır:

“O GÜNDE Kİ, O GÜN GÖĞÜ AÇIK KİTAPLARIN KAPATILDIĞI GİBİ KAPATACAĞIZ (GERİ DÖNDÜRECEĞİZ.) İLK YARATMAYI NASIL YAPTIYSAK, ONU TEKRAR EDECEĞİZ.” (ENBİYA,104)

Bu ravâsi, Güneş, gün, gece ve Ay ile alakalı konu, mühendislere bu durum sorulduğunda derler ki, geceleri arabaların, vasıtaların yakıtları daha fazla olur. Neden? Çünkü hava, ravâsi azlığından dolayı daha serttir ve mukavemetle karşılaşır. Kuşlar da kolay uçamaz kışları. Yazları uçmak kuşlara daha kolay gelir ve gece de aynı kış gibidir. Çünkü ravâsi geceleri azdır. Geceleri vasıtalar da gündüzlerden daha fazla yakıt tüketirler. Demek ki ravâsinin dav’ ile, Güneş ile çok alakası vardır.

devam edecek..