You are currently viewing 111.Sure El-Mesed(Tebbet)

111.Sure El-Mesed(Tebbet)

El-Mesed Suresini bir hatırlatalım. Özellikle Türklerde Tebbet Suresi olarak geçer.

Biz diyoruz ki: bu sure umumun bildiği gibi hususi Ebu Leheb hakkında inmiş bir sure değil. Nasıl olabilirdi ki, Allahu Teala, bir şahsı hem de özel olarak Habibinin (sallallahu aleyhi ve sellem) amcasını tehdit için bir sure indirsin? Bu Allah’ın azametine hiç uyar mı? Tabii ki Ebu Leheb’in de yapmış olduğu fitne nispetinde bu sureden hissesi vardır. Ama tümüyle ona ait değildi. Aslında indiği günden kıyamete kadar veya insanoğlunun başlangıcından sonuna kadar bu sıfatları taşıyan herkesi muhatap almaktadır. Bu sure şahıs eksenli değil sıfat eksenlidir. Bütün fitnecilerin, bütün fitne ateşi yakanların muhatap olduğu bir suredir. Hepsini kapsamaktadır. Bu İlahî ve Rabbanî mesaj ve hitap ne kadar ehl-i fitne (fitneci) varsa bütünüyle hepsini tehdit etmektedir.

El-Mesed Suresi

Tebbet (تَـبَّـت), tebbe (تَبَّ) fiilinden türeme bir sözcüktür ve ayetin sonunda zaten ve tebb (وَ تَبّ) olarak geçmektedir.

“EUZUBİLLAHİMİNEŞŞEYTANİRRACİM

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM TEBBET YEDÂ EBÎ LEHEBİ’V-VE TEBB. MÂ ÂĞNA ANHU

MÂLUHÛ VE MÂ KESEB. SEYASLÂ NÂRAN ZÂTE LEHEB.

VE’MRA’ATUH HAMMÂLATA’L-HATAB. FÎ CİYDİHÂ HABLU’M-Mİ’M MESED.”

(TEBBET, 1-5)

Surenin ortalarında “yedâ” sözcüğü geçmektedir. Yani ateşin babasının iki eli anlamında. “Tebbet yedâ”, “yedâ” elleri, ateşin babasının elleri.

Allahu Teala burada niçin ayakları demiyor da elleri diyor? Zira Allahu Teala her zaman sonucu söyler. Bir cümlede seçtiği kelimeler, sonuca, metoda ve sebebe yöneliktir. Ayaklar gitmenin metodudur. Bütün bedenin, vücudun hareketinin metodudur. Ama eller ayaklarla da gitsen, sonuçta yapacağın işleri ellerinle yaparsın. Zira her şey ellere bağlıdır. İnsan yapacağı her şeyi eliyle yapar. Bu nedenle hani derler ya “tamamıyla şu zâtın elinin altında/ şu şehir bu zâtın elinin altında”, yani “orada istediği gibi, istediği şeyi, istediği zaman, istediği yerde yapabilir” anlamında elinin altında metaforu, mecazı kullanılır.

Fitne yapanların durumu nedir?

Örneğin bir kalemi, bir lastiğe bağlarsan ve bir taraftan öbür tarafa doğru vurmaya çalışırsan, öbür tarafa gider gitmesine. Ama belirli bir noktaya ulaşınca kalem lastiğin geri çekme gücüyle tekrar gerisingeri döner. Hareket ettiği başlangıç noktasına çarpar ve vurur. İşte bu “tebbe alkalem ve tebb” anlamında, yani “kalemi attım gitti sonra geri geldi.”

Tebbe al-kalem ve tebb” ne demek?

Ulemânın dediği gibi kaybetmek anlamında değil. Kaybetmek olarak izah edemeyiz bunu. Gerçek anlamı fitnecinin ellerinin fitneyi bir yerden diğer bir tarafa hareket ettirmesi ve oradan yaylanarak geri gelip kendisine çarpması anlamını vermemiz icap eder. Tıpkı yukarıda verdiğimiz kalem ve lastik örneğinde olduğu gibi. Oradaki o kalem “tebbet ve tebb” oluyor. Yani kalem gerisingeri dönüyor ve eller eylemin metodudur. Ayaklar ise ellerin yardımcısıdır. Fiiller, eylemler, ameller ellere atfedilir. Ayaklara değil.

Zira bundan ötürüdür ki Allahu Teala iyilik yapan mü’minler hakkında, onların kıyamette nurlarının ellerinin altından ve sağlarından akacağını, parlayacağını ifade etmektedir. Onların o mü’mince amellerinin ellerinin altından, sağlarından parlayacağını, şavkıyacağını, tecelli edeceğini ifade etmektedir. Mü’minleri nurlarından tanırsın ve ellerinin altından ve sağlarından nur parlar.

Cin olsun, insan olsun, şeytan olsun fark etmez. Fitne de ateş de eller ile tutuşturulur ve sonra da o şahsa geri döner. Ellerinin yaptığını, tekrar kendisine dönmüş bulur.

“Tebbet”in ne anlama geldiğini şimdi anladık. Bundan “tebâb” sözcüğünün Kur’ân-ı Kerîm’de ne anlama geldiğini anlamış olduk. Firavun konusunda Allahu Teala “tebâb” buyurmaktadır. Ayriyeten “tatbîb” sözcüğü de “tebbet”den türemedir. Hûd Suresi 101.’de geçtiği gibi. “Tebbet” ve “Abu” kelimelerinden türemiştir. “Ab” sözcüğü ise baba anlamındadır. Baba sözcüğü “ab” veya “rab”, ikisi de babayı ifade eder. Tecvid ilminde bu bilinen bir şeydir. Buna Kur’ân-ı Kerîm’in lisan ilminde, lügat ilminde inkilap harfi, harf-i inkilap denir. Yani bir harfin döndürülüşü, inkilabı.

Nasıl mı? Sen acıkacaktın. Açlıktan tükenecektin. Nimetullah’tan dolayı yedirildin ve doydun. Zira Rab sana nimet verdi. Örneğin insanın cinsel ihtiyaçları vardır. Allahu Teala bu nedenle erkeğe kendisinden kadınını yaratmıştır. Evlenip ihtiyaçlarını gideresin diye. O seni hacet durumundan tatmin durumuna dönüştürür, çevirir nimetiyle, fadlı keremiyle. Böylece senin baban da senin ihtiyaçlarını karşılayan zâttır. Senin eğitimini, gelişmeni, öğrenimini, ihtiyaç olacak nasihatlerini, gıdalarını, üst-baş teminatını, desteği, her şeyi babandan alırsın. Bütün hacetlerini giderir. Seni muhtaç olmaktan, tatmin olmuş bir duruma dönüştürür. Seni hacetten, hacetin karşılanma haline dönüştürür.

Bu nedenle Arapça’da bu harfe tecvid ilminde, ya da Kur’ân lügati ve lisanı ilminde inkilap harfi denilmiştir. Zira bir halden diğer bir hale getirdiği, dönüştürdüğü için. Sen böyle idin, böyle oldun. Bu harfin anlamı hacet durumundan tatmin durumuna dönüşmeyi anlatır.

Arapça ‘da bâb, kapı demektir. Sen yolda kalakalmışken bir evin kapısı açılır. O bâb’dan içeri girersin ve birdenbire halin değişir. Durumun değişir. Sükûnet bulursun. O evde ihtiyaçlarını karşılarsın. İşte buradaki bâ harfi, “tabba” inkılap harfidir. “Tabba”daki bâ harfi çevirme, değiştirme, dönüştürme anlamındadır. Hûd Suresi 101.ayette ise “tatbîb” olarak geçmektedir. Ğâfir Suresinde “tabâb” ve Mesed Suresinde “tabba” geçmektedir. Bunların hepsi aynı kökten gelir ve o kök “tabba”dır. “Tabâb”-”tatbîb”-”tabba”.

Tıpkı şerâba-şerâb-teşrîb denildiğ gibi. Bu kelime ne anlama gelir? Bütün ulemâ bu konuda tefsirlerinde, bu “tabbat” kelimesini “kaybetti” anlamında, yani “lanete uğrayarak kaybetti” anlamında yorumlamışlardır. Ama Allahu Teala bize burada, manayı vermektedir.

Sonuca gelelim:

Bu manayı anlayabilmek için, ki bu şekilde Arap lügatini bu kelimenin bu manası da böylelikle girmiş olsun. Nedir bu kelime? Nasıl bir örnek vermiştik? Örnek şöyleydi. Bir kalemi bir lastiğe bağladığımızda başka bir tarafa gerdiğimizde, sağdan sola doğru gerdiğimizde elimizle bırakırsak dönüp geri gelir. Geldiği yere çarpar demiştik. İşte buna “tabba” denir ve kalem “tabb” oldu. Geri döndü. Yani neticesiz oldu, sonuçsuz oldu anlamları yüklenebilir. Bir sağdan sola bu kalemi atmak, sonuçsuzlukla sonuçlandı. Yani herhangi bir şey getirmedi o fiilin sahibine. Çünkü geri geldi. Ne yaparsan yap dönüp geri gelecek ve yapanı vuracak ve yapan kişiye geri değecek. Yani “tabbat” Arapça ‘da sonuçsuz, neticesiz, lâ netice, ne yaparsan yap sonuç olmayacaktır anlamındadır.

Nasıl mı? Bu ayetleri bu anlayışla okuduğumuzda, bu tesiri meydana getirecektir ve bu sureden anladığımızı tamamıyla bu yazının bu sohbetin sonunda öğreneceksiniz.

Şer, kötülük, fitne ateştir ve ateş ise her şeyi yakar ve siler. Tıpkı bir kâğıdı, kâğıdın üzerindekilerle birlikte yok ettiği gibi. Başka şeyler ile tahrip edildiğinde örneğin kâğıdın üzerine su döküldüğünde vs. bu tahribatı vermez, yani ateşin verdiği tahribatı. Ama ateş ne yapar? Siler yok eder. Üzerinde çok değerli yazıların bulunduğu bir kâğıdı yaksan, geriye hiçbir ağırlık, tartıya gelecek bir şey kalmaz. Hem maddi anlamda hem içeriği anlamında havada uçuşur, yok olur gider.

Fitne bu derece tehlikelidir. Her şeyi yakar ve her şeyi siler. Fitneyi yapanlar, fitneciler, negatif enerji ile doludurlar. Yani öyle bir negatif enerji ki yakıyor. Kıskançlık, haset, nefret ateşiyle yakıyor. Yazılarıyla, konuşmasıyla, eylemleriyle yakıyor. Buluşlarıyla yakıyor. Atom bombasının buluşu gibi, bombaların buluşu gibi, çeşitli silahların buluşu gibi. Bugünlerde yapay zekâ dedikleri, yapay zekâ ile savaş araçları, geçmişteki Hiroşima’yı düşünün. Örnek olarak yeterli.

Atom bombasını bulanlar işte Ebu Leheb’dir. Silahları bulan Ebu Leheb’dir. Hastalık, virüs, bu gibi şeyleri yayan biyolojik silahları üreten ve yürürlüğe koyanlar Ebu Leheb’dirler. Zira önce hastalıklar, sonra onları tedavi edecek ilaçlar aynı kaynaktan üretilmektedirler. Sonunda tabii ki o hastalıklar onları üretenleri gidip bulacaktır. Bu hastalıklar ve onların ilaçları üzerinden para kazananların paraları onlara sonuçta yardım etmeyecektir. Bu surenin sonunda Allahu Teala’nın da zaten buyurduğu gibi.

Atom bombasını bulanlar halkları yok etmek üzere kullandılar. Ona sebep, vesile oldular. İnsanlık anlamında, insanlık kardeşlerini yok etmek üzere buldular. Ama kendilerine dönüp kendilerini helak edecektir. İşte bu da bir fitnedir. Evet Ebu Leheb bu şekilde çalışır. Yani ateşin babası bu şekilde çalışır. Bu sureyi bu manasıyla okuduğunda, Türk kardeşlerimizin dedikleri gibi “muska” tesiri yapar yani koruyucu etkisi olur. Allahu Teala’nın verdiği korumadan istifade edersin. Etrafında bir koruma duvarı örer fitnelere karşı, Ebu Leheb’e karşı. Zehrine ve ateşine karşı.

Birinci ayetle devam edelim. Allahu Teala niçin Ebu Leheb demektedir? Ateşin babası demektir Ebu Leheb. Niçin fesadın babası değil, Ebu Harab değil, harabın babası değil de Ebu Leheb, ateşin babası demiştir? Biraz önce dedik ki baba çocuğun üzerine etki sahibidir ve onu yetiştirir. Onun yetişmesinde etkilidir. Ateşin sadece helak etme gibi bir özelliği yoktur. Sadece problem çıkartıp negatif sonuçlar verdirmek üzere değildir.

Ateş aynı zamanda yok edici özelliğe sahiptir ve fesat yapar, bozar, yok eder. Ateş yok etmede, felakette ve helakta hepsinin üzerindedir. Bir kâğıdı ateşe tuttuğunda onu geri alamazsın. Geri kazanmazsın. Onun geri dönüşü imkansızdır. O nedenle Allahu Teala, ateşin babası demiştir. Zira ateş içlerinde en tehlikelisidir. Bir şey bozulduğunda tamir edilebilir ama bir şey yakıldığında tamir edilemez, geri döndürülemez. Bozmak, fesat çıkarmak sınırlıdır. Ama ateş her şeyi yok eder. Ateş hem maddi hem manevi yakabilir.

Öyle bir kanun çıkartılabilir ki örneğin o kanunla insanlara zulüm yapılır. İşte insanlar için çıkartılmış zulüm içerikli kanun da Ebu Leheb’dir. Ateşin babasıdır. Zira fitnedir. Zarardır. Bir aileye insan fitne yapabilir ve onunla bütün aileyi birbirine katabilir. Hatta aile fertleri içinde cinayete kadar götürecek fitne yapılabilir. İşte bu Ebu Leheb’dir. Ebu Leheb’in ta kendisidir. Ateşin babasıdır. Bir hastalık üretilir, virüs, bakteri veya hormonları üzerine insanların çalışma yapılır. Belirli zehirler üretilir ve insanların üzerine yollanır. İnsanlar bununla tahrip edilir. İşte bu Ebu Leheb’dir.

Mesela bir insana telkin yoluyla sürekli hasta olduğu söylenir. Oysaki o insan sağlamdır, sağlıklıdır. İşte ona “yüzün, benzin solmuş, sen mutlaka şöyle hastasın böyle hastasın” diyerek o insanı gerçekten etkileyerek hasta etmek, işte bu da Ebu Leheb’liktir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) işte bu nedenle der ki:

“MÜJDELEYİNİZ. NEFRET ETTİRMEYİNİZ. KOLAYLAŞTIRINIZ. ZORLAŞTIRMAYINIZ. BEN KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN GELDİM. ZORLAŞTIRMAK İÇİN GELMEDİM.”

Süreklidir komplikasyon ve yanlış etkilemek, Ebu Leheb’liktir.

Niçin baba? Niçin “Ebu”? Zira öyle bir fitne ateşi yakıyordur ki o şahıs, o fitnenin ipi o şahsın elindedir. Onu istediği yere götürür. İstediği yerden alır. İstediği yere verir. İstediği mühlet bırakır. İstediği kişiye uygular. İstediği kadar uygular ve o fitne ateşinin ipi onun elindedir. Kontrolünü o sağlar. Bundan dolayı fitnenin babasıdır. Yani fitne hakkında ne yapılması gerekiyorsa onun hepsini yapanın, onun babasıdır, sorumlusudur. Bu nedenle ona Ebu Leheb denmiştir. Yani fitne babası. O negatif enerjisiyle bütün bunlara sahip olmuş, hâkim olmuştur.

Ebu Leheb her yerde vardır. Ailelerde, şehirlerde, devletlerde, toplumlarda, cemaatlerde, gruplarda. İblîs olduğu sürece de bunlar toplumun bütün katmanlarında var olacaktır. Dünya olduğu sürece var olacaklardır. Dünyada yaşadığımız sürece kıyamete kadar var olacaklardır.

Gelelim ikinci ayete. Mesed Suresinin ikinci ayeti.

“ONA NE MALI FAYDA VERİR VE NE DE KAZANDIKLARI FAYDA VERİR!”

“Al-Ğaniyy” ne demek? Yani “zengin” ne demek?

Allahu Teala malı, mülkü demektedir. Yani; „Parası, onu zengin kılacak olan onu zengin kılmadı.“ buyurur. Nasıl mı? Örneğin çok paran ve malın var. İnsanlara ihtiyacın olmadığını düşünürsün bu nedenle. Zira sen paranla her şey yaparsın ya, gerekirse insanları da parayla satın alabilirsin. En azından bu düşüncedesin. Bir dükkâna gider istediğini oradan alırsın. Ne istediğin ne kadar istediğin önemli değil. Paran çok. İstediğini istediğin zaman alırsın. Alışverişteki bu özgürlüğü sonuna kadar yaşarsın. Zenginliğin değeri işte bu paranın sonucudur. Zengin olan Ebu Leheb’in durumu nedir? Elinde istediği kadar mülkü, parası, zenginliği vardı. İstediğini yapardı. Zira istediği zaman istediği şeyi satın alabilirdi. Onda o değer, zenginliğin değeri var. Ama o değeri o kaybedecektir.

Nasıl mı? Zira o, insanlarda hayrı, iyiliği, faydayı bozar, yok eder. Toplumdan yok eder. Hastalıklar getirir. Sağlıklarını götürür. Ülkeleri birbirine düşürür. Ülkelerde fitne çıkartır. Aileleri bozar. Ailelere, ocaklara ateşler düşürür. Yakar. Elindeki parayla o, istediğini yapacağını düşünür. Çünkü insanların iyiliğine onun ihtiyacı yoktur. Onun parası vardır ya. O parasıyla istediği mutluluğu alabilir. En azından öyle düşünür. Ama iş o ki, hakikat o ki her şey gerisingeri döner, o kişinin yüzüne çarpar ve başarısızlıkla neticelenir, sonuçsuzlukla sonuçlanır bu durum.

Niçin mi? O fitneci toplumları yakar, kavurur. İnsanların arasındaki güzel bağları yakar, bozar. Zira insanların iyiliklerine onun ihtiyacı yoktur. Onun için bozması gerektiğini düşünür. O istediği hacetini parasıyla satın alır. Ama Allah onu o insanlara zelil kılar. O aşağıladığı insanlara, onların karşısında sonuçta zelil olur bu gururlu, kibirli ehl-i fitne.

Çünkü insanlar arasında yaşıyor. Hastalandığında doktor lazım. İhtiyaç duyduğunda mağazalardan alışveriş yapması lazım ve gerekiyorsa kuyruğa girip orada sıra beklemesi lazım. Doktorda, alışverişte, tamirhanede nerede olursa, devlet dairesinde vs. beklemek onu zelil yapar. Bu zillet onu hasta edebilir ve sonunda doktora gitmek ve ilaç alma mecburiyetinde kalır. O, hedefine ulaşamayarak o zenginliğinin gururunu, kibrini sonuna kadar yaşayamayarak kaybeder. Onun parası onu, zenginliğini ihtiyaçsız bir şekilde yaşamaya ulaştırmayacaktır. O zelil olacak ve parası onu mutlu yapmayacak. Başarılı kılmayacak. Onda her şey tersine dönecektir. Bu nedenle Allahu Teala buyurmuştur ki:

“ONUN MALI ONU ZENGİN YAPMAYACAK.”

İnsanlar nezdinde aziz olmayacaktır. Tam tersi zelil duruma düşecektir.

Allahu Teala buyurmaktadır ki:

“O ASLA KAZANAMAYACAKTIR. BİLAKİS KAYBEDECEKTİR.”

O, zenginliğin değerini kaybetmiştir ve hedefine ulaşamayacaktır. Yani kaybetmiştir. Hacetini giderememiştir, tamamlayamamıştır. Zelil yaşamak zorunda kalmıştır ve kalacaktır. “Vamâ keseb” Ve asla kazanamadı ve asla kazanamayacaktır. Onun zenginliği onu zengin yapmadı ve onu asla zengin yapmayacaktır.

Keseb ne anlama gelir? Keseb kazanmak demektir. Bu fiil Kur’ân’da her zaman nefis ile birlikte zikredilegelmiştir. Allahu Teala şöyle buyurur:

“HER NEFİS KAZANDIĞI İLE SORUMLUDUR.”

Başka bir yerde;

“HER NEFİS, KAZANDIĞI İLE MÜKAFATLANDIRILACAKTIR.”

Yine başka bir yerde;

“İYILER, NEFİSLERİ İLE MÜKAFATLANDIRILACAKLARDIR VE KÖTÜLER NEFİSLERİYLE CEZALANDIRILACAKLARDIR.”

Yani keseb, insanın nefsine atfedilen bir kazanmaktır. Bu ne anlama gelir?

Örneğin acıktın ve yemeğini yedin. Kazanmış oldun. Yani tokluk kazandın. O yemeğin değerini kazandın ve sen kazandığını düşünüyorsun. Allahu Teala bir karın ağrısı verir de veya zehirlenme verir. İşte birden kaybettiğini fark edersin ya da yersin, kazandığını, doyduğunu sanırsın. Birden kusarsın da yediklerini çıkarırsın. Yani yemeğin değerini taşıyamadın ve doyamadın. Hedefine ulaşamadın. Yani yemiş olsan bile hedefine ulaşmış sayılmazsın. Zira Allah onu senden geri çıkartabilir.

Örneğin paranla çok lüks bir araba aldın. Niçin aldın? İstediğin zaman istediğin yere rahat bir şekilde gidebilmek için. Bir kaza yapıverirsin ve kaybedip gidersin sahip olduklarını. Bütün bunları kim yapar? Allah. Ebu Leheb nefsinden dolayı hased eder de insanların elindeki hayırları yakar ve „kazandım“ sanır. Oysaki Allahu Teala “hayır” der. Kazanmadın. Allah „onun parası onu zengin yapmadı“ diyorsa, yapmamıştır. Allah onun hasedini ve ateşini sonuçsuz bırakmıştır. Onun parası geri döner. Zenginliği geri döner. Ona fayda vermez ve onu zelil kılar. Kendi parası kendisini zelil yapar ve rezil yapar. Allahu Teala buyuruyor ki:

“O ASLA KAZANAMADI VE HER ZAMAN KAYBETTİ. BAŞARISIZDI.”

O eylemi, o yaktıklarına daha çok ihtiyaç duyacaktır. Arayıp bulamayacaktır ve ararken zilleti artacaktır. Ona ne hasedi yardım edecektir, ne ateş, ne para. Asla kazanamayacaktır. Eğer Allah böyle diyorsa zaten konu bitmiştir. Zira bunun böyle olmasını Allah yapacaktır. Bu ayeti bu manayla okuyun ki kazanın ve Ebu Leheb’in negatif enerjisi başarısız olsun. Kendi başına çarpsın.

Şöyle bir buluş yapıldı ki kanserin asıl sebebi Vitamin B17 eksikliğinden kaynaklanmıştır. İsrail ve Afganistan’da bir tane böyle bir vaka bulunmamıştır. Niçin? Zira orada her şeyi doğal, özellikle üzümü çekirdeğiyle yemektedirler ve yanında ceviz tüketmektedirler. Üzümün çekirdeğinde ve cevizde Vitamin B17 mevcuttur. Ayriyeten bu meyvelerin çekirdeklerini yemekle beraber fazlaca badem tüketmektedirler. Bunların Vitamin B17 ile dolu olduğunu tespit etmişlerdir. Kayısının ve şeftalinin çekirdekleri de böyledir. Bunları toplarlar, öğütürler, tuzlarlar, yemeklerine katıp yerler ve bu yüzden bunlarda Vitamin B17 eksikliği yoktur, hastalanmazlar. Bu Afganistan’daki insanlarda doğal bir olaydır. İsrail’de ise bu ürünlerden vitamin yapmaktadırlar ve tablet halinde almaktadırlar.

Dünyanın her tarafında kemoterapi var, kanser vakaları ve ameliyatları mevcut ve kemoterapi ve tabletlerle kansere karşı nasıl yenilebilir? Bu hastalıkları bilenler, sebebiyet verenler ve bu hastalıkların şifasını bilenler ve söylemeyenler, kendilerini koruyorlar ama hastalıkların yayılmasını teşvik ediyorlar. Daha fazla ilaç üretip satabilmek için ve kazanmak için. Bu kazandıkları paraların onları zengin yapacağını düşünüyorlar. Onlar tam hakiki Ebu Leheb’dirler. Ama Allahu Teala onlara karşı kendini koruyabileceğin yolu da öğretmiştir. Bu Allaholoji himayedir, Allaholoji koruma ve muskadır senin için. Eğer dersen ki;

BİSMiLLÂHİ’R-RAHMÂNİ’R-RAHÎM.

  1. TEBBET YEDÂ EBÎ LEHEBİN VE TEBB.
  2. MÂ AĞNÂ ‘ANHU MÂLUHÛ VE MÂ KESEB.
  3. SEYASLÂ NÂRAN ZÂTE LEHEB.
  4. VE’M-RAETUHÛ HAMMÂLETE’L-HATAB.
  5. FÎ CÎDİHÂ HABLUN MİN MESED.

Sadak’allahu’l-azim…

Bunlar nurânî kelimelerdir, nurânî harflerdir. Allaholoji korumadır, korunaktır, kaledir, Allaholoji muskadır. Bunlar nurânî silahlardır, nurânî konuşmadır. Bu nurânî konuşmanın bir enerjisi vardır. Bu enerji ses telleriyle kelimelerden süzülerek ortaya çıkarılır ve her çıkan ses ve kelime etrafında senin için bir koruma duvarı örer, Ebu Leheb‘in fesat dairesinden korunman için. Bu anti-Ebu Leheb, anti-ateş, anti-fesat ve yanmadır. Bu korumadır. Onun fitnesinin senin üzerinde başarısız olmasıdır. Allah bunu bize gösteriyor. Biz bunu niçin kullanmayalım?

Bu sure tertip tenzile göre Nasr Suresinden önce gelmektedir. Yani İslam Devleti kurulduktan, bütün düzen yerine oturduktan sonra ve sükûnetin, asayişin sağlanmasından sonra, Ebu Leheb‘in fitnelerine karşı korunmak için verilmiş rabbanî himayedir. Zira Nasr Suresinin sonunda şöyle buyrulmaktadır.

“…FESEBBİH BİHAMDİ RABBİKE VESTAĞFİRH, İNNEHÛ KÂNE TEVVÂBÂ.”

“…ARTIK RABBİNİ HAMD İLE TESBİH ET VE BAĞIŞLAMASINI DİLE! MUHAKKAK Kİ, O, ÇOK BAĞIŞLAYANDIR!” (NASR, 3)

Ebu Leheb ortalığı yakıp kavururken sen nasıl ibadet edebilirsin ki?

Nasr Suresinin tarif ettiği ahvali koruyabilmen ve onu yaşayabilmen için, onu sükûnetle hayırla koruyabilmen için Allahu Teala ondan sonra Tebbet Suresini göndermiştir, korunabilmen için başarıyı sürdürebilmen için, pozitif bir enerji olarak vermiştir. Etrafına koruma kalesi yapabilmen için. Zira Tebbet Suresi tuğla gibi etrafını sarar, korur, anti-Ebu Leheb‘dir. Onun ateşine ve fitnelerine karşı bu duvar seni mutlaka korur. Onun başarısızlığından, fitnesinden, onun maddi-manevi, kadına ve erkeğe olan fitnesinden seni korur. Ebu Leheb kadın da olabilir erkek de, cahil de, bilim insanı da, münafık da olur, şeytanın fitnesi de olabilir. Bütün bunlara karşı her kim olursa olsun bu sureyi koruma niyetiyle okur ve bu nurânî koruma duvarının içine girer. Allahu Subhanehu ve Teala’nın izni ile.

Gelelim Mesed Suresinin 3. ayetine;

“SEYASLÂ NÂRAN ZÂTE LEHEB.”

“(O) ALEVLİ BİR ATEŞE GİRECEKTİR.”

Nasıl mı? Bütün âlimler istisnasız buradaki ateşi ahirete, yani cehennem ateşine atfetmişlerdir. Oysaki hakikat bunun tam tersidir. Bilakis bu sure dünyaya bakar. Şu anda her an yaşadığımız hayatı alakadar eder. Ahiretle ilgili değildir. Allahu Teala ahiretin ateşine narul cehennem veya cahim demiştir? Kuran-ı Kerîm‘de böyle geçmektedir. Bütün Kuran-ı Kerîm‘de nar yani ateş kelimesi el takısıyla ifade edilmişse, tanımlanmışsa cehennem ateşi anlamındadır.

Bu ahirettedir. Nasıl mı? Evet Kuran-ı Kerîm‘de cehennem ateşiyle alakalı bütün ifadeler el-nar diye geçer. Bakara Suresi 24’e baktığımızda;

„Öyle bir el-nardan sakının ki yakıtı insanlar ve taşlardır.“ (AL-BAKARA/24)

El-nar kelimesi el takısı olmadan ifade edilirse dünya ateşine atfolunur ve dünya ateşi anlaşılır onunla veya hem maddi hem mecaz anlam taşıyabilir. Zahiren birebir ateş olarak alınabilir bu kelime. Bu surede daha çok mecaz anlamda, yani fitne ateşi olarak ifade edilmiştir.

Arapça‘da sadece nar tek başına olursa bir mana ifade etmez zaten. O illa bir kelime daha eklenerek bir anlam kazanır. Yoksa umumi bir anlam taşır. Yani mutlak anlam taşır. Hiçbir şeye atf onulmaz. Mesela Arz dediğimiz zaman tek başına yer, toprak dersek, bir mana ifade etmez. Ama Türk Toprağı dediğimiz vakit bu sözcük bir anlam kazanır. Ya da el ard dediğimiz vakit bütün Arz kast olunur bununla. Yani göğün zıttı olan yer kast olunur.

Veya kitap dediğim zaman, arkasına bir takı eklemezsem mutlak mana kazanır, her şey olabilir. Hiçbir yere oturtulamaz. Ama Kimya kitabı dediğimiz zaman kimya ile sınırlanmış olur veya yemek kitabı dediğimiz zaman yemek ile sınırlanıp bir anlam kazanmış olur. Ama onun dışında sırf kitap desem bundan bir mana çıkmaz. Sadece el kitap dediğimiz vakit ondan Allah’ın kitabı anlaşılır.

Allahu Teala Nar’ın da Nur’un da yaratıcısıdır. İkisi de aynı kelime kökünden gelmektedir. Ama ikisi arasında dağlar kadar fark vardır. Bu iki sözcüğün sonuçları birbirinden gökle yer kadar farklıdır. Nar yakıcıdır, silicidir, yok edicidir ve bir daha dönüşü olmamak üzere yok eder, öldürür.

Mesela bir kuşu ya da herhangi bir hayvanı yakacak olsak onun hayatını durdurduk demektir. Bir ağaca ya da herhangi bir bitkiye ateş verdiğimizde onun hayatını durdurup sildiğimiz anlamına gelir. Herhangi bir canlıyı ateşle tutuşturduğumuz vakit onun hareketini ve hayatiyetini durdururuz. Ateş hareketi hayatı durdurur, siler ve geri tamir edilemeyecek, dönüştürülemeyecek şekilde yok eder. İnsan, hayvan, nebat, cemaat her ne ise yandığında onun tesbihi, hayatı, özellikleri, tüm varlığı durur, yok olur. Bu narın, ateşin özelliklerindendir. Ateş böyle yapar. Ama nur tam tersidir.

Allahu Teala’nın buyurduğu gibi, Allahu Teala bizim için günü yapmıştır. Gün ışığında dağılalım ve bütün Arz‘da hareket edelim. Nebatatın hareketi vardır, hayvanatın, insanın hareketi vardır. Nur hareket ettirir, çalışmayı sağlar ve pozitiftir. Nur sayesinde Arz‘da oturur, yer-içer, hayatımızı sürdürürüz. Ateş ise bunun tam tersidir. Bir şeyin izlerini yok edene kadar onu yakar bitirir, bir daha da geri dönüşü olmayacak hale getirir.

Ebu Leheb plan yapar. Mesela bu haram videoları çektirir, para kazanır ondan. Porno filmler yapar, kadınları pis işlerde kullanır, insanların gizli resimlerini çeker, sonra onları onunla tehdit edip istediğini yaptırır, kendisine hizmet ettirir. Bunu yapan kişi, başkalarının üzerinden para kazanıp menfaat sağlayan kişi sonunda o ateşte kendisi yanar. Allahu Teala böyle buyuruyor. Onlar öyle bir ateşe düşerler ki o ateş onların hareketini durdurur ve siler, hayatsız, kazançsız, hedefsiz bırakır. Hedefine ulaşamaz. Bu dünya ile alakalıdır, dünyada bunu görecektir. Ahiretin cezası ise bunun dışındadır.

Ebu Lehebler her tarafta var. Ebu Leheb kime nasıl tuzak kuracağım diye oturur, plan yapar. Sonuçta kazdığı kuyuya kendisi düşer. Allahu Teala ”Nara erişecektir, ateşe ulaşacaktır.“ buyurmuştur. Sonuçta hayatı, hareketi, elindeki iyilikler, kurnazlığı, planları, her şeyi durdurulacak, söndürülecek, silinecek ve helak edilecektir. Başkasına kuyu kazan içine kendisi düşer prensibi ile. Bu surede geçen narın cehennem ile ahiretle alakası yoktur. Yoksa Allahu Teala derdi ki seyasla naran cehennem veya el-nar veya el-cahim… Ama Allah bu şekilde söylemedi. Burada bir hassasiyet var dikkatten kaçmaması gereken. Bunu anlamak lazım. Bunun dünyaya ait bir mesele olduğunu anlamak lazım.

Mesed Suresi bütünüyle dünyaya aittir, ahiretle alakası yoktur. Dünyada Allah’ın salih kullarına, fitnecilere, şerlere karşı bir sığınaktır. Hayatlarını varlıklarını, şerlerden, fitnelerden koruyabilmeleri için verilmiştir. Bu Allahu Teala‘dan istisnasız hepimize himaye, zırh olarak verilmiştir. Burada tekrar seyasla (سَيَصْلى) kelimesi üzerinde durmak istiyoruz. Daha iyi anlayabilmemiz için 3. ayette seyasla se (سَ) -ecek anlamında yani geleceğe yöneliktir. Sin (س) harfiyle yazılır. Yasla (يصلى) ise yusalli (يصَلِّي) den gelir. Salat (صَلاة) yani namaz kılmak anlamındadır. Salat (صَـلاة) yani namaz kelimesinin se’si ise sad (ص) harfi ile yazılır. Sat kelimesi ise çekirdekle alakalıdır ve namaz kılmak çekirdeğe öze gitmek anlamındadır.

Alkolün yasaklanmasından önceki alkolle ilgili ayette ”sarhoşken namaza gitmeyin“ olarak gelmiştir ayet. „Niçin ne söylediğinizi bilesiniz?“ diye buyurmaktadır Allahu Teala Kuran-ı Kerîm’de, anlamanız ve aklınızın kavraması için. Manayı yakalamanız için. İşte burada sert olan s sad (ص) harfi salat (صَلاة) ile çekirdeğe giden özdür, çekirdektir.

Dokunmak mesh anlamındadır. Elini ateşe değdirsen ve geri çeksen sadece dışı yanar, içine geçmez. Ateş elin parmaklarının bütününe ulaşamaz ve bedenini yakmaz. Tıpkı eti bir tencereye koyup 15 saniye sonra çekince etin belki 1 mm. dış kısmını pişirir ama ateş ondan fazlasına ulaşamaz. Ama o eti yarım saat bıraksan tencerede, ateş o etin bütününe ulaşır. Bu nedenle Allahu Teala seyasla kelimesiyle yani ateş ona bütünüyle ulaşacaktır. Zira cezalandırmak eylemin cinsindendir. Fıkıhta ve şeriatte bu böyledir.

Bir ceza o eylemin, fiilin, amelin cinsinden verilir. O aklını, hislerini, organlarını, mülkünü, parasını planlarını gündüzü ve geceyi planlarını bozmak için sorun çıkarmak için, namuslarını şereflerini zarar vermek ve onları yaralamak için, insanlara zarar vermek için kullanmıştır. Bu nedenle Allahu Teala böyle bir kişinin öyle fitne ateşine düşeceğini ve tamamıyla yanacağını bildirmektedir, haber vermektedir. Kendi eliyle yaptıklarının karşılıklarını bulacağından bahsetmektedir. Başarısızlığından ve sonunda o kurdukları tuzakların, yaptıkları entrikaların kendi başına çalınacağını haber vermiştir.

Mesed Suresinin 4. ayeti ile devam edelim İnşaallahu Teala.

“VE’M-RAETUHU HAMMALETE’L-HATAB.

Ve’m-raetuhu burada “karısı” diye tercüme edilmiş. Yani karısı cehennem madeninin ateşini taşıyıcı olarak, yani ateşe odun taşıyıcı olarak, bu şekilde yorumlanmış. Âlimler “Ümmü Cemil’in, yani Cemil’in annesi olan Ebu Leheb’in karısı odun toplamıştır” demişler. O zaman odun toplamışlar. Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) eziyet etmek için, yollarına serpmek için falan. Ama bilinen tarihi vak’a ise Ebu Leheb’in zengin birisi olduğu ve karısının odun toplamayacağıdır. Zira o odun toplama işi, fakirlerin işi olduğu için onun karısının odun toplamakla ne işi olabilir? “Onun işlerinden bir işi Allahu Teala burada zikretti” olarak anlatılmış. Ama işin aslı öyle değil.

Burada “ve’m-raetuhu” kelimesini “karısı” diye anlamışlar. Bu ise bambaşka bir manaya sahiptir. Zira karısı olarak anlamak ayetin bütününe, surenin bütününe muhalif düşmektedir. Nasıl mı? Son ayeti okuduğumuzda “fi ciydiha hablun min mesed”; “fi” burada “içinde” anlamında. Etrafında değil. Ama anlatımlar “onun boynunda” ya da “boynunun etrafında” cehennem ipi varmış gibi anlatılmış. Ama Allahu Teala burada “ciyd”in etrafında değil, içinde kastediyor. “Ciyd” boyun değildir. Allahu Teala Kur’ân’da boyun kelimesini kullanmıştır ama “ciyd” ile değil. “Rakaba” sözcüğü ile kullanmıştır.

“Rakaba” Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde geçer. “Fakkû rakaba” yani “bir esirin boynunun kurtulması anlamında “fakkû rakaba”. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ve idrâke ve’r-rakaba”. Al-Akaba’nın ne olduğunu bilmez misin? O, kölenin boynunun kurtulmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de boyun “unuk” olarak da geçmektedir. Allahu Teala “ve kulla azzamnahu” yani “onun boynuna kitabını astık” veya “taktık”. Yani kendi kendisinden sorumlu anlamında. Ama bu ayette Allah Teala “ciyd” buyurmaktadır. Yani mesed ipinin ciyd’i. Bu 4.-5.ayet birlikte okunması lazım, bağlantılı.

Önce ve’m-raetuhu kelimesini Kur’ân’ın diline göre anlayalım. Kur’ân’ın ifadesi, methodu nasıl? Önce bir bunu tespit edelim. Allahu Teala Kur’ân’da kıyamet için der ki mer’. Yani insan için geçerlidir bu mer’ sözcüğü. Hem erkek hem kadın bununla ifade edilebilir. O günde mer’ kardeşinden kaçar. Annesinden babasından kaçar ve “sahibeti” yani karısından, zevcinden veya zevcesinden kaçar. Burada Allahu Teala sahibe buyurmaktadır. İmra’a demez kadın için. Oysaki kadın imra’a demektir. Dünyada kadına “imra’a” denilir. Ahirette ise “sahibe” ve buradaki ayette Allahu Teala devamla şöyle der: “Her mer’ (her insan) kendiyle, kendi durumuyla meşguldür o gün.”

Yani dünyada imri ya da mer’ geçer. Bu, erkek için veya kadın için olabilir.

Erkek için imri ya da mer’, kadın için ise imra’a geçer. Hanımlar dünyada erkekler için birer sükunettir. Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi sükûnet aracıdır.

“O’nun işaretlerindendir ki, O sizden kendinizden size eşler yaratmıştır. Onlarda sükûnet bulasınız diye.“ (RUM/21)

Âyet-i kerîmede böyle ifade edilmektedir. Kadın erkeğin sükûnet tenceresidir, sükûnet kabıdır. El-mer’a yani kadın, dünyada erkeğin sükûnet tenceresidir. Sadece şehevi anlamda değil tabi.

O, rahatlık konusunda, istirahat konusunda, herhangi bir sorunu olduğunda gelir hemen karısına anlatır. İçini döker, rahatlar. Her olayı karısıyla paylaşır. O tencereye döker içini ve rahatlar. İsteklerini sıkıntılarını öfkesini her şeyini kadının tenceresine bırakır. Bu dünyada kadın, erkeğini sakinleştirir, sükunete erdirir.

Dünyada mer’ ve imra’a ya da imri ya da imra’a olarak geçmiştir erkekle kadın. Bu, dünyaya ait olan ifadelerdir. Dünya için bunları kullanmıştır Allahu Teala ve imra’a erkeğin sükûnet tenceresidir ya da tam tersi kadın için olursa, erkek onun sükûnet tenceresidir, yani tencere ve kapağı.

Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

“KARILARINIZ SİZİN İÇİN BİR ÖRTÜNMEDİR. (YANİ SİZİ ÖRTERLER.)”

Yani erkek, kadın için bir kapaktır ve kadın, erkek için bir kapaktır. Birbiri için elbisedirler, birbirini örten elbisedirler. Evet, Kur’ân’a göre böyledir. Libastırlar. Dünyada bu böyledir. İmra’a yani kadın erkeğin sükûnet tenceresidir ve hatta fikir tenceresidir. Eylem tenceresi, fikir, düşünce, sakinlik, gevşemek, rahatlamak, sorunları atmak, istek ve temennileri belirtmek, endişeleri dile getirmek, bütün durumlarından haberdar etmek yönüyle tenceresidir. Her şeyi o tencerenin içine koyar ve tam tersi de aynı durumdur. Erkek de kadın için öyledir. Zira Ebu Leheb erkek olabildiği gibi, kadın da olabilir Ebu Leheb yani fitne babası.

Çölde kaldığını düşün. Yanında telefonun yok, hiçbir irtibat aracın yok ve yolunu kaybettin. Yoruldun, devam etmek zorundasın ve ediyorsun. Nerede rahat bulacaksın? Paran da yok yanında. Kendi kendinle konuşacaksın. Yani iç âlemine dalıp kendi kendinle konuşacaksın. Ya bunu içeriden yapacaksın, fikir planında ya da hatta dile döküp telaffuz ederek konuşacaksın. Aynı kıyamette yapacağın gibi. Şimdi burada imru ya da mer’ oldu veya kadın tek başına çölde kalırsa yolunu kaybederse o da kendi kendine konuşacak. Bu Kur’ân’da hep kıyametle anılmıştır.

İmru, imra’ veya mer’a, imra’a bunlar. Bu ve’m-raetuhu’yu yorumlarken işte onun yani Ebu Leheb’in imru’su onun karısı odun taşıdı diye anlamış ve anlatmışlar. Allahu Teala’nın kelamı söz konusu olduysa burada ey değerli mü’minler, hassasiyet gerektirir ve herhangi birisinin sözü gibi bunu alıp da sıradan anlayıp anlatıp da geçemeyiz. İyice bakmamız ve Kur’ân-ı Kerîm’i tedebbürle okuyarak Kur’ân-ı Kerîm’in kendi metodolojisini kullanarak çözmemiz lazım ve anlamak ve anlatmak gerekir.

Gelişi güzel yorum yapamayız. Bazıları der ki “işte onun boynunda ateşten bir ip vardır, urgan vardır.” Ama Allahu Teala der ki “boynunda değil içinde, ciydin içindedir o”. Yani o ciyd o Mesed ipinin içindedir. Niçin mi? Eğer Allahu Teala bunu Ebu Leheb’in karısı için istemiş olsaydı, direkt derdi ki “Ebu Cehil’in karısı da cehenneme gidiyor. Bu kadar basit, açık ve net” derdi. Herkes kendisinden sorumlu. Ama burda başka bir şey var.

Buradaki ve’m-raetuhu, bunu burada doğru anlamak lazım. Buradaki ve’m-raetuhu’de bir damme var. Te’nin üzerinde. Ve’m-raetuhu. Yani bu bir subjedir. Onun arkasından hemen hammalete‘l gelir. Sonu a’dır. Yani fetha, akusativ fetha’dır sondan gelen kelimenin üstü. Bu hammalete‘l’deki a, fethalı yazılırsa, ondan önceki ta hareketli ise o bir adjektiv sıfattır. Arapça gramer kurallarına göre adjektif, subjeden önce gelir. Şayet subje damme ile yazılmışsa adjektif de damme ile yazılır. Eğer subje fetha ile yazılmışsa, adjektif de fetha ile yazılır. Eğer kesre ile yazılmışsa arkasından gelen adjektif kesre ile yazılır. Yani ve’m-raetuh hammaletü olurdu. Ama hammalete‘l geçiyor burda.

Demek ki burada çekim son eki burada önemli. Çekim son eki ise, imra’a’ya dayanır. Hammalete ise fetha ile yazılmıştır. Fetha şekliyle yazılmıştır. Damme ile değil. Eğer bu kadına eğer ve’m-raetuh olup da o subje olmuş oluyor. Eğer biz ve’m-raetu’yu kadın olarak yorumlarsak. Ebu Leheb’in karısı. O halde o kelime subje oluyor ve ve’m-raetuh olunca, arkasındaki hammaletu olması gerekiyordu. Ve’m-raetuh hammaletu. Ama burada ve’m-raetuh hammalete‘l. Bundan anlaşılıyor ki ve’m-raetuh farklı bir manaya sahiptir ve kadın anlamında değildir.

Ve’m-raetuh biraz önce de dediğimiz gibi amellerin, fikirlerin, planların, fesadın, onun sonucu olan bombanın, hepsinin içine konulduğu tencerenin içidir. Fitnecinin dağarcığıdır. Türkçe ’de dağarcık denir. Hepsini onun içine koyar. O gider yatar uyur, kalkar gelir. Sağa gider, sola gider. İşe gider, sohbet eder, topluma gider. Belki camiye gider. Nereye olursa olsun, Ehl-i fitne nereye giderse gitsin, bütün o planları, fikirleri bir yerde muhafazalıdır. Mahfûzdur. Orda bekliyordur patlamayı. Onun o tenceresi o patlayacak olan bombanın planı mahiyetindedir.

Ve’m-raetuhu ise o tenceredir, o kaptır. O dağarcıktır. Fikrinin ve eylemlerinin dağarcığı. Burada taşıyan akusatiftir. Taşıyan kimdir? Kendisi. Yani fitneci. Kendi fikirlerini planlarını eylemlerini gerçekleştirdi. Bir bomba yaptı ve karısı alakalı değildir veya kadınsa, kocasıyla alakalı değildir. Kendisi yaptı o bombayı. Vakti gelince patlatacak olacağı o bombayı kendisi yaptı hazır etti ve onun taşıyıcısı.

Burada taşıyıcısı akusatif. Onun objesidir. Buradaki ve’m-raetuhu hammalete’l-hatab, hatab ise o yanıcı maddedir. Tenceresindeki fikir, eylem ve planın yanıcı maddesidir.

Fi ciydiha ve biraz daha açalım. Ciyd ense değil boyun değil, bir şeyin en can alıcı noktasıdır. Yani en işlevsel parçasıdır. Bir evde evin ciydi kapısıdır. Bir arabada motorudur. Yatakta döşektir. Makinada ise açıp kapama düğmesidir. Bu fitnede ise bombanın patlamasını gerektirecek o en can alıcı fonksiyondur ciyd. O ipe bağlıdır. İp yakıldığında gidip o ciyde çarpıp ordan patlatacak bombayı.

Mesela odun yakmak istiyorsun. Nasıl yaparsın? Küçük küçük çıraları getirir, çıra mahiyetindeki küçük odunları, odun parçacıklarını getirirsin. Topladığın büyük odunların altına koyarsın. Kibritle veya çakmak ile o küçük, çıra gibi olan odunları yakarsın. Onu odunların arasına koyarsın ki tutuşması kolay olsun diye. İşte o odun birikiminden amacı ateş yakmak olan o odun birikiminin ciydi buradaki o çıradır.

Zira o kolayca yanıp, o amaca en kestirme, en fazla hizmet eden bir nesnedir. Bu ateşin ve patlamanın ciydidir, bomba için düşünecek olursak. Ciyd odun birikiminden bir mumdaki iplik gibidir. En önemli işi görür. Ateşi azdırır, çoğaltır. Allahu Teala buyurmaktadır ki: “Ciydin içinde yanmaya hazır madde vardır ve o ipe hablun min mesed’e bağlıdır. Çabucak yanan bir maddeye bağlıdır. Yani bir fitile bağlıdır. Demek ki ve’m-raetuhu karısı değil, başka bir manası varmış, o manayı da anlatmış olduk.

 Hammaletu taşıyıcı burada adjektif demiştik. Hammaletu burada onun eylemleri bunu kim yapıyor onun fikirleri eylemleri veya taşıdığı yanıcı maddeler. Buradaki bu ciyd o yanıcı maddenin içine girer ve o yanıcı ip, fitil ile bağlantı halindedir. Hemen yanacak durumdadır o. Hemen yak, çekil. Kendisi gider zaten patlayacak yeri bulur. Bombaya kadar ulaşır. O ateş ciyde kadar gider. Ciyd oduna gider. Odun ya da bombaya gider. Bomba patlar. Bu surenin asıl ismi Mesed‘dir. Yani fitil. Ateş fitili. Bununla Allahu Teala bize “dikkatli olun, dikkat edin o ateş fitiline, onda öyle özellikler vardır ki Ebu Leheb yani fitne babası onu yaktığında hemen patlayıverir.

Allah bizi uyarıyor o fitne ateşine karşı ve Allahu Teala burada rabbanî bir bildiriyle bizlere de şunu da bildiriyor. O fitnecinin kendi başına patlayacağını, onu helak edeceğini de bize öğretiyor. Ebu Leheb yani fitneci herkimse, bunu kime karşı yapmak istiyor? Bütün insanlara yani elinden gelse herkese yapacak. Bazıları küçük alanda bazıları da büyük alanda yaparlar. Ülkeler arasında yaparlar, siyasette, diplomaside, toplumda. Ama Allahu Teala bunu kendi başında patlatacaktır. Kendi elinde patlayacaktır ve sonunda o kendi eliyle yaptığı kendisine çarpıp kendisini helak edecektir.

Nihayet sonuna doğru geldik bu surenin. Tebbet dediğimizde Ebu Leheb’in eli yani ve tebb geri gelen, başarısız, amelleri, fikirleri başarısız. Ma ağna anhu, onun parası onu zengin kılmadı. Burada Allahu Teala ikisinin parası demiyor. Arapça’da ikisinin denilirdi yoksa. Onun parası yani bir kişiyi burada kastediyor. Kim Ebu Leheb’se o. Yani karısının bununla alakası yok. Anlatıldığı gibi değil. Burada sadece bir kişiye yönelik bir hitap.

Bu, toplum içinde bu sıfatları taşıyan her kimse, tabi karı koca ikisi de bu özelliklere sahipse ikisi de Ebu Leheb. O ayrı bir konu. Ama bu bütün kıyamete kadar bu sıfatları taşıyan herkese hitap ediyor. Tabii ki Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası Ebu Leheb de bundan payını alıyor. Fitne yaptığı kadar alıyor. Ama sırf ona hitap etmiyor bu sure. Ve ma keseb. ”Ve kazanamadı“. Burada onlara „kazanamadı“ demiyor. Yine „o kazanamadı“ diyor. Yine bir kişiye atfediyor.

Seyasla naran zate leheb. Burada da o, ateşte yanacak. O ikisi yanacak demiyor. Ondan sonra ve’m-raetuhu, ve onun tenceresi, onun bombası, yani dağarcığı Türkçe ‘de. Onun dağarcığı. Onun yanma maddesini içinde zaten barındırıyor.

Bu sure iki kişiyi hedef almamış. Sadece bir kişiden bahsediyor. Ve dediğimiz gibi Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) amcasıyla direkt alakası olmayan bir sure. Ne onunla ne de karısıyla. Bu sıfatları taşıyan herhangi birine hitap ediyor. Herhangi bir şehirde, iş yerinde, nerede olursa olsun, hangi zamanda olursa olsun bu sıfata haiz kim varsa, muhatabıdır bu surenin.

Mesed Suresi, korunma, himaye olarak en önemli sureler içerisindedir. Yani kötü düşüncelerden, planlardan, fitnelerden, eylemlerden, insanları koruyan bir suredir. Bu sure ve Nas Suresi, ikisi insanlardan gelebilecek şerlere karşı, bir sığınaktır, bir kaledir. Allahu Teala bu sureyi bizlere korunmamız amacıyla vermiştir. Tabiki isteyenler için, istemeyenler bundan istifade etmeyenler bunun dışında.

Bunu herhangi başka dillerde Almanca, İngilizce, Türkçe veya başka dünya dillerinde okuduğunuzda hep farklı manalar verilmiştir. Yani bu anlattığımız mana hiçbirinde yoktur. İş yerinde oturuyorsun örneğin. Bir tanesi geliyor. Senin patronuna çıkıyor, yöneticine ve sorun yapıyor. Sana sorun yapıyor. Seni şikâyet ediyor. Fitne yapıyor. Otur yerinde ve bu sureyi oku. Onun yaptığı o fitne ateşi, seni yakmak için tutuşturduğu ateş, kendisine çarpacak, kendisini zarara uğratacaktır. Zira bu sureyi okuduğunda nurânî bir enerji oluşturacaksın. Bu nurânî enerji zaten senin tarafına bir kale yapacak, duvar örecek. Ondan ve onun şerlerinden seni koruyacak. Ondan sonra o duvara çarpıp kendisine geri gidecek ve kendisini helak edecek. Onu yakacak onu tüketecek.

Allahu Teala bize burada şunu gösteriyor. Yani bu şekilde fikirlere kapılıp, bu şekilde planlar yapıp, böyle bombalar üretenler, yani maddi ve manevi bombalar üretenler ve patlatanlar, bir ülkeyi, bir toplumu yok etmeye çalışanlar veya kişileri, ama bu sure okunduğunda bunlara karşı, bu hedef alınan kimselerin başında patlayıp onlara zarar vermeyecek ve o planları yapanların başında patlayacak. Bu sureyle oluşan enerji vasıtasıyla İnşaallah geri tepecek onların fitneleri.

Tabiki bu sureyi bir ülke yöneticisi olarak, bir hükümdar olarak da kullanabilirsin ülkeni ve milletini korumak için. Yani bir ülke sana karşı planlar yapsa, fitneler yapsa huzur-u kalp ile bu manaları aklında kalbinde toplayarak bu imânla yakîn ile, ihlas ile, bu sureyi açıktan oku. Tebbet yeda ebi lehebin ve tebb. Ve geri tepecektir onların başına.

Allahu Teala en Yücedir ve en iyi Bilendir

Seyyid Magdy Dawoud