You are currently viewing Kur’ân-ı Kerîm’deki Bir Harf Önünde Duruş

Kur’ân-ı Kerîm’deki Bir Harf Önünde Duruş

Tartışmacılara ve şüphecilere bir cevap ve mü’minlere bir bildiri olarak:

Elif, Lâm, Râ – Kehf, He, Ye, Ayn, Sad: Bu ikisinin mânâsı

Âlimler bu ikisi ve bunların benzerleri hakkında çokça şey söyledi, Allah onları en hayırlı mükâfat ile mükâfatlandırsın.

Ben de aşağıdakileri eklemek istiyorum:

Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 *الٓرۚ تِلۡكَ ءَايَٰتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡمُبِينِ. إِنَّآ أَنزَلۡنَٰهُ قُرۡءَٰنًا عَرَبِيّٗا لَّعَلَّكُمۡ تَعۡقِلُونَ.* (سورة يوسف، ١-٢)

Elif, Lâm, Râ. Tilke âyâtu’l-kitâbi’l-mubîn. İnnâ anzalnâhu kurânen arabiyyen leallekum ta’kilûn. (Yûsuf, 1-2)

*”Elif, Lâm, Râ. Onlar, apaçık Kitâb’ın âyetleridir. Muhakkak ki biz anlayasınız diye onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.”* (Yûsuf, 1-2)

Yusuf suresinin başında El-Hakk Subhânehu ve Teâlâ burada ve çeşitli yerlerdeki, uzaklık ișâreti olan *”tilke/onlar”* edatı ile ilgili ayetlere işaret etmektedir.

Buna rağmen aynı ayette hemen sonrasında şöyle buyurmaktadır:

*”El-Kitâbi’l-Mubîn/Apaçık Kitâb”*

Yani Kitâb’ın tamamı, ayetlerinde, surelerinde, kıssalarında, kânunlarında ve de helâl ve haram hükümlerinde açıktır.

Çünkü Kur’ân şifreli olarak inmemiştir. Aksine icazına ve sınırsız belâgatine rağmen, tercüme edilebilir, diğer beşerî dillere nakledilebilir, tüm dillerde anlaşılabilir beşerî bir dilde inmiştir. Bu sebeple burada uzaklığa işaret vardır ve Kitâb’ın açıklığına rağmen, i’câzının sonunun gelmesi imkânsızdır. Bu yüzden *”Tilke âyât/Onlar, âyetlerdir.”* âyetinde, Kitâb’ın ayetlerinin uzaklığına işaret edilmiştir.

Fakat ilim, ihtisas ehli (ilim sahibi ve ilimde uzmanlaşmış kişiler) için bir mânâ vardır, avâm (normal insanlar) için bir mânâ ve hepsi de kendi anlayışı üzere i’câz olarak çelişkisizdir. Eğer sen anlamazsan, bu senin kusurundur, Kur’ân’ın değil.

Elif, Lâm, Râ – Kef, He, Ye, Ayn, Sad ve benzerleri hakkında yazılanlara gelince; âlimlerin söylediklerine ek olarak biz de Allahu Teâlâ’nın âyetini söylüyoruz:

*”Âyâtu’l-Kitâbi’ l-mubîn/Apaçık Kitâb’ın âyetleri”*

Bu harfler ve benzerleri, diğerleri gibi normal ayetlerden birer ayettir, yani mucizedir.

Âyet kelimesinin, çeşitli anlamları vardır: i’câz, mucize, alâmet, öğüt, ibret.

Âyet kelimesi Kur’ân’ın surelerinin parçaları olmasına ek olarak, bu anlamlara da gelmektedir. Bu harfler âyetler olarak isimlendirilmektedir. Dolayısıyla bu harf olan âyetlerin şöyle isimlendirilmesi gerekmiştir:

Tek harfli ya da birden fazla harfi olan âyetler. Bunların manası, Allahu Teâlâ’nın *”Onlar, Kur’ ân’ı tedebbür etmezler mi?”*(Muhammed, 24) talebine ve hatta yine Allahu Teâlâ’nın *”Bu, ayetlerini tedebbür etsinler diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”* (Sad, 29) sözüne göre Kur’ân’ın nüzul (iniş) sebebine uyarak O’nun ayetlerini tedebbür etmek yönündendir.

Öyle ki bunun gibi aynı sure ekseninde, önceki ve sonraki surelerde bu ayetlerdeki gibi anlamlara sahip ayetler buluruz. Bu onun manalarından biridir. Söylediklerime delil sunmak için:

*Örneğin:*

Yûsuf suresinde ru’yâ, temel ve objektif olarak kâmil (tam) bir rol oynamıştır. Surede Seyyidinâ Ya’kûb’a (as) risâlet (peygamberlik) ve vahiy şeklinde kısa, gerçekçi ve fütüristik (geleceğe dönük, haber verici) bir kıssa olarak 4.âyette Yûsuf’un (as) ru’yâsından bir başlangıç vardır (Ru’yâ (رؤيا) kelimesi de dört harften oluşmaktadır.)

Dolayısıyla Seyyidinâ Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ona işaret ettiği gibi ru’yâ nübüvvetten bir cüzdür (peygamberlikten bir parçadır).

Ondan sonrası Yûsuf’un zindanda iki arkadaşının ru’yâsına kadar uzanır. *”Ey zindan arkadaşlarım! İkinizden biri..”*(Yûsuf, 41)

Burada Kur’ânî i’câzdandır ki; burada El-Hakk’ın sadece hapisteki arkadaşlığa işaret ettiğini görürüz. Çünkü Allah Subhânehu’nun söylediği gibiydi. Yani Yûsuf’un sadece zindanda arkadaşları vardı.

Ancak Seyyidinâ Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşı Ebûbekir’di (ra). Çünkü El-Hakk Subhânehu ve Teâlâ bu arkadaşlığı şu ayetinde belirtmiştir:

*”Hani ikisi mağarada iken, arkadaşına şöyle diyordu: ‘Üzülme, muhakkak ki Allah bizimledir.’ “*(Tevbe, 40)

Dolayısıyla Seyyidinâ Ebûbekir (ra), Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hem hayatta iken, hem öldükten sonra, hem O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) yanındaki kabrinde ve İnșaallahu Teâlâ Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) *”Her nebînin cennette bir refîki (yoldaşı) vardır, benim refîkim Ebûbekir’dir.”* sözünce cennetteki arkadaşıdır. Bu, Kur’ân âyetlerinin dili, yapısı ve anlamları bakımından bir i’câz değil midir?!!

Ondan sonraki ru’yâ gecenin karanlığı, uykusundaki kralın sarayına yayılıncaya kadar uzanmış ve gelişmiştir. (yani sonraki gelişmeler kralın ru’yâsına kadar uzanmaktadır.)

Öyle ki kral, Yûsuf’un (as) teviliyle, Yûsuf’un, Ya’kûb (as) ailesinin, Mısır sâkinlerinin, idâre ve hükümde, yıllar süren kıtlık ve sonrasında arzın gidişatının değişmesine sebep olan ru’yâyı gördü.

Yukarıdakilerin bir sonucu olarak:

Burada anlarız ki, ru’yâ (رؤيا) ve onun sembolü olan Râ ( ر) harfi 111 âyetten oluşan surenin ekseni ve konusudur.

Surenin Kur’ân’daki tertibi (sırasının) 12. olması, Yûsuf ve kardeşlerinin sayısının 12 olması, Yûsuf’un (as) ru’yâsında kardeşlerini temsilen 11 ay görmesi ve bu ru’yâyı gören kişi olarak 12. kardeş de kendisi olması, i’câzdandır (eșsizdir).

Eğer ki surenin başındaki Elif, Lâm, Râ’yı, Verş kıraatine uygun olarak *”al-imâlah as-suğra”* ile okursak, Verș kıraatinde Râ, hafif kesralı olur (Yani Elif, Lâm, Râ’yı Verș kıraatine göre Elif, Lâm, Re olarak okuruz. Bu Re harfindeki E sesi tam açık bir E değildir. İ sesine yakın bir telaffuzu vardır.)

Eğer Al-Ahvân kıraatine uygun olarak *”al-imâlah al-kubrâ”* ile okursak, Râ harfi tıpkı Arapça’daki *yerâ (يَرَى)* yani *görüyor* fiilinin emir hâlindeki okunuşu gibi *”رِ / Ri”* olarak okunur. Örneğin;

رِ اَلْحَال = رِ + اَلْحَال

Ri + El-Hâl = Durumu gör.

Ri = Gör.

El-Hâl = durumu

Tıpkı şu diğer örneklerde olduğu gibi:

وَقَى (vakâ) = korudu

 قِ (kıi) = koru

قِ نَفْسَك اَلنَّار = قِ + نَفْسَك اَلنَّار

Qıi + nefsek an-nâr = Kendini ateşten koru.

(Burada Q harfi Arapça’daki Kaf harfini temsil ediyor. Kalın bir K.)

Qıi = Koru.

Nefsek an-nâr = kendini ateşten

يَعِى (ya’iy) = dinliyor/anlıyor

عِ(ıi’) = dinle/anla

عِ اَلدَّرْس = عِ + اَلدَّرْس

‘Ii + ad-dars. = Dersi dinle. (Bu örnekte ‘Ii olarak yazılan, L harfi değil yani I, ı harfi.)

‘Ii = Dinle.

Ad-dars = dersi

وَفَى (vafâ) = (sözünü) tuttu

فِ ( fi) = tut

فِ بِالْوَعْدِ = فِ + بِالْوَعْدِ

Fi + bi’l-va’di = Sözü tut.

Fi = Tut.

Bi’l-va’di = sözü

Hafs kıraatinde ise Râ (رَ) olarak fethalı okunur. Bu kıraatlerin tümü, mânâyı *”ru’yâ (رُؤْيَا)”* kelimesine yönlendiriyor. Bu kelimenin fiili ise görmek mânâsına gelen *”ra’â (رَأَى)”* fiilidir. Hafs kıraatine göre fethalı yani *”Râ (رَ)”* olarak okunur. Fakat diğerlerinde (ister al-imâlah as-suğrâ ister al-imâlah al-kubrâ olsun) kesralı olarak *”Ri (رِ)”* şeklinde okunur ki, Ra harfinin ru’yâ (اَلرُّؤْيَا) manasında olması ve Ra harfinin kıraatlerinin manayı, ru’yâ (رُؤْيَا)   kelimesiyle aynı kökten gelen emir fiile yönlendirmesi için.

Elif, Lâm, Râ’nın şöyle olması için:

Elif (ا) ; Ulûhiyet yani Allah (اَللّٰه),

Allah gönderdi. (Kime?)

(لِ/ Li) + (يُوسُف/ Yûsuf) = Yûsuf’a

Buradaki Lâm, kime yani – e/a olarak yönlendirme belirtiyor. Kime olduğunu belirtiyor.

Sonra Ra (رَ) harfi var;

Ra – Ru’yâ (رَ – رُؤْيَا)

Allah ru’yâ’ya, uykudayken Yûsuf’a  görünmesini emretti. Yûsuf’a da ru’yâ’yı görmesini emretti ve buyurdu ki *”Ri (رِ)”*.

Sonra ru’yâ Allah’ın istediği şekilde Yûsuf’a geldi. İki zindan arkadaşı ile de böyle, kral ile de böyle… Mânâsında, rolünde ve amacında, senin ru’yân için de aynısı geçerli…

Bu basit bir şekilde böyledir ve bu ve benzerleri Elif, Lâm, Râ’da olduğu gibidir.

Bunun ardından Meryem suresi eksenindeki *”Kef, He, Ye, Ayn, Sad ( كهيعص )”* mânâsı:

Kef (ك) = Kun (كُنْ) = Ol

He (ه) =Hakezâ (هَكَذَا) = Böylece/Bu şekilde

Ye (ي) – Ayn (ع) = Yâ Șey’ (يَاشَيئ) / Yâ Ibâdîyy (يَا عُبَادِي) = Ey Filanca/Ey Kulum

Sad (ص) = Sâiran (صَائِرًا) yani Kun-Feyekûn, yani:

*”Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri o şeye sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”*(Yâsin, 82)

Eğer bu sureyi tedebbür edersek, onun *”Kun-Feyekûn (“Ol!” der, oluverir.)”* ve *”Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri o şeye sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”*(Yâsin, 82) çevresinde döndüğünü görürüz. Dolayısıyla burada bu şaşırtıcı bir şekilde vurgulanmaktadır. İlginç ve eşsiz olan ise, bu surede bu âyetin, açık bir şekilde veya mânâlı olarak, hem Yahya (as), hem İsa (as) ile (o ikisinin anne karnında bulundukları durum üzere) tekrar olarak zikredilmesi, Seyyidinâ İbrahim’in (as) ateşte ateş ile ateşten kurtuluşu mucizesine kapalı bir işaret olarak zikredilmesi ve Allah’ın, davetini ve vahyini insanlara ulaştırmak üzere nebîleri hakkındaki murâdını *”Kun-Feyekûn (“Ol!” der, oluverir.)”* ile gerçekleştirmesidir.

Eğer bu gibi *”tek harfli ya da birden fazla harfi olan âyetler”* in manasını tedebbür edersek, surenin kendinden önceki ve kendinden sonrakilerle ekseni üzere manaları olduğunu da görürüz. Bu, onun (o surenin) manalarından bir manayı ve -Kur’ân-ı Kerîm’in sadece kelimeleri veya ayetleri değil- harflerindeki mucizelerden bir mucizeyi açıklamak için yeter.

Vallâhu Teâlâ Alâ ve Âlem

Sayyid Magdy Dawoud