You are currently viewing Yahudilerin özellikleri ve Bakara suresi ile alakaları

Yahudilerin özellikleri ve Bakara suresi ile alakaları

Euzu Billahi mineşeytani-r racîm Bismillahi-r Rahmani-r Rahîm.

Ve-l hamdulillahi Rabbi-l Alemîn.

Ve-s Selatu ve-s Selamu ala Seyyidina Muhammedin ve ala âlihit-tahirîn.

Yukarıda da bahsettiğimiz hususlar hakkında İnşaallahu Teala konuştuğumuzda, Kur’ān-ı Kerîm’de Beni Israil hakkında yazanlar hususunda Suretu-l Bakara’nın, 47. Ayetin’de: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”

Burada bahsi geçen Israil oğulları’dır, yani Ya’kūb (as) oğulları ve onların zürriyeti. Ya’kūb’un torunları olarak Mūsā (as)’dır.

Ve Mūsā (as) yolundan gidip’te Yahudiliği din olarak alan kimseleri. Fakat bu nimet Ya’kūb (as)’un çocukları için geçerlidir, çünkü Allahu Teāla: “Ey İsrailoğulları” diye buyurmuştur, bunun da anlamı “Ya’kûb’un çocukları” demektir. Zira Ya’kûb (as)’un bir ismi de Israil’di.

Yusuf Suresi’nin, 6. Ayetin’de Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”

Burada nimet olarak geçen Peygamberliktir, Yahudilerin kavim olarak seçilmiş olması anlamında değildir. Ya’kub (as) oğulları’nın seçilmiş kimseler olduğuna ilişkindir.

Bu çocuklardan biri de Mūsā (as)’dır, Ya’kūb (as)’un torunu olarak Tevrat ile geldi ve din olarak ona tabi oldular.

Burada tarih ile devam edelim, Allah Suretu-l Bakara’da, 49.-50. Ayetin’de şöyle buyurmaktadır: “(Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı. Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun’un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.”

Allah onları kurtardı, şimdi bakalım Mūsā (as)’ya neler yaptıklarına.

Bakara Suresi’nin, 51. Ayetin’de Allahu Teala Musa (as)’ya buyurdu ki, Tūr Dağına çık: “Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.”

Musa (as), kardeşi ve veliahtı Harun (as)’u, sonradan Deccal olan Sâmirî ile kavmi ile bıraktı.

Musa (as) Tevrat ile geri döndüğünde, kendisine Tûr’da birçok sır verilmişti Allah tarafından. Tevrat’dan ve el Furkan’dan verildi, İdrîs (as)’in orada gömdüğü sırra vakıf oldu, Tūr dağının sırrı ve Allah Subhanehu ve Teala’dan daha nice sırlar verildi.

Hayatın sırrı, daha önce âsâsı da hayat bulmuştu. Kendisine Peygamberlik verildiğinde, asa’sını yere atmıştı, bunun üzerine âsâsı hareket edip canlanmıştı, hayat bulmuştu. İşte hani o vakit âsâsında hayat görmüştü.

Tuva Vadisinde, bu yere daha sonra dönüşünde de uğradı. Sina’da Tûr dağında, yukarı çıkması için Allah’tan emir geldi. Kendisine Furkan’dan (şimdiki vahiy’den) daha fazlası verilmesi için çıkması emredildi. Musa (as) tekrardan döndüğünde, hyerglofig kelime (eski Mısır kelimesi) olan Samiri Sâ: “Böyle” – mirî: “Sevgili” Sevgili oğul demektir.

Sâmirî, Mūsā (as) ile aynı zamanda dağda doğdu, annesi doğumunun ardından vefat etti. Sâmirî’de Mūsā (as) ile aynı kavmdendi, babası da vefat etmişti. Böylece yeni doğmuş bir bebek olarak dağda yalnız kalmıştı.

Musa (as)’da aynı zamanda dünyaya geldi ve Firavun’un Sarayına gönderildi. Allah (sonradan Deccal olan) Sâmirî’ye her gün büyüyene kadar süt ve yiyecek götürmesi için Cibrîl (as)’i görevlendirdi.

Daha sonra büyüdüğünde dağdan inip Mısır’da, Musa (as)’nın veliahtı olarak kavminin yanına geldi. Musa (as) Firavun’un sarayında yetişti ve bir peygamber oldu. Sâmirî ise dağda büyüdü Cibrîl (as) tarafından yetiştirilmesine rağmen, daha sonra Deccal oldu.

Ey Allah’ın Kaderi! İşte Muradullah böyledir, yürür gider.

Musa (as) tekrardan indiğinde, kavmini Sâmirî’nin buyruğu altında toplanmış buldu. Her biri Buzağıya secde ediyordu. Gitmeden Musa (as), Harun (as)’ı uyarmasına, bu azgın topluluğun dalalete düşmesi, onları gözetmesi gerektiğini, özellikle de bu adama dikkat etmesi gerektiğini söylesede, Harun (as) bu durum karşısında güçsüz kalmıştı.

Harun (as) onlara karşı zayıftı, fakat Musa (as) güçlüydü. Bu kırk gün içerisinde Sâmirî onlardan altın toplamış, topladığı bütün altınları eritip, karnında ve arkasında deliği olan bir buzağı yapmıştı. Rüzgarın önden girmesi ile arkadan hava çıkmaktaydı ve aynı şekilde arkadan giren rüzgar’da önden güçlü bir sesin çıkmasını sağlıyordu. Buzağın’dan çıkan bu sesi duyan kavme Sâmirî: “Bu sizin ilahınız, haydi ona secde edin” dedi.

Bunun üzerine Musa (as)’nın kavmi, Allah’tan başka birine dalalet içinde secde etti. Daha önce Allah’ın mucizelerini görmelerine rağmen: Hani denizi geçerken Allah onlar için denizi yarmıştı böylece kurtulmuşlardı da, Firavun ve askerleri o denizde boğularak ölmüştü.

Musa (as) kardeşi Harun (as)’un pasif kalmasına çok sinirlendi, Kasas Suresin’de ve Taha Suresi’nin, 94.-95. Ayetlerinde de anlatıldığı gibi: “(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: “İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!” demenden korktum. Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?

Taha Suresi’nin, 97. Ayetin’de: “(Mûsâ) şöyle dedi: “Haydi git! Artık hayatın boyunca sana düşen ‘Bana dokunmak yok!’ demekten ibarettir. Ve bil ki asla kaçıp kurtulamayacağın bir hesap günü de seni beklemektedir. Şimdi şu tapıp durmakta olduğun tanrına bir bak; biz onu iyice yakacağız sonra da un ufak edip denize savuracağız!”

Ve şu anda bir adada saklanmaktadır. Bindiği bir kayıkla kızıl denizin dalgaları ve rüzgarlar ile onu bir adaya sürükledi. Allah onu bir mağarada zincirlerle bağladı, Yecüc ve Mecüc’ün çıkacağı vakte kadar orada bekleyecek (mahsur kalacak).

Kehf suresi, 98. Ayetin’de: “Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.”

Allah’ın vadi bir asteorid’in dünya’ya çarpması ve yerin çökmesi ile gerçekleşecek. O zaman Yecüc ve Mecüc’ün kapıları açılacak

Aynı şekilde o gök taşının dünya’ya çarpması ile Deccal’in bulunduğu ada ikiye ayrılacak ve Deccal zincirlerinden kurtulacak. İşte bu lanetli Deccal’in zuhur etme alametlerinden’dir.

Bu Taha suresinde ki, 97. Ayet, Kehf suresindeki, 98. Ayet ile bağlantılıdır. Sâmirî ve duvarın çökmesi ile Yecüc ve Mecüc’ün çıkabilmesi için.

Bu nedenle Kehf suresi her cuma günü düzenli bir şekilde okunmalıdır Deccal’den, Yecüc ve Mecüc’den korunmak için büyük önem arz etmektedir.

Şimdi Bakara Suresi’nin, 54. Ayetine gelelim: “Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tevbesini kabul etti. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”

Ve Bakara Suresi’nin, 61. Ayetine baktığımızda: “Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvarda, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.)”

Bakara Suresi’nin, 55.-56. Ayetlerinde ise şöyle buyurmaktadır: “Hani bir zamanlar “Ey Musa biz Allah’ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız.” demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız. – Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik.”

57. Ayetin’de ise: “Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.”

İşte sürekli bu sofradan yiyip içtiler.

58. ayette devamı geliyor: Ve o zaman demiştik ki: “Bu kasabaya girin, böylece O’nun (ni’metlerinden) dilediğiniz yerden bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve “hıtta” (günahlarımızın bağışlanmasını diliyoruz) deyin. Biz de sizin hatalarınızı mağfiret edelim (günahlarnızı sevaba çevirelim). Ve muhsinlere (ni’metlerimizi) artıracağız.”

Eğer ki hitta deseydiler, Allah onları affedeceğini söz vermişti.

Onlar ise arpa veya buğday dediler.

Onlar kelimeyi değiştirdiler ve başka bir şey dediler ve böylelikle kendilerine zulm etmiş oldular.

Onda sonra Allah onlara ceza olarak göklerden hastalıklar ve çok zorluklar indirdi.

59. Ayette geçtiği gibi: “Böylece o zalimler, sözleri, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Bunun üzerine Biz de, fıska düştüklerinden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten korkunç bir azap indirdik.”

O zaman dediler ki: “Ya Musa (as), su yok ama bizim suya ihtiyacımız var. Çeşmeden temiz suya ihtiyacımız var.” Ondan sonra Musa (as) Allah tarafından bir taşı asası ile vurma emrini aldı.

60. Ayette bu olay anlatılır: “Ve Musa (as), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine, “Asânla taşa (kayaya) vur.” dedik. Böylece ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (pınarını) bilmişti. Allah’ın rızkından yiyin, için ve sakın azıp arzda fesat çıkaranlar olmayın.”

Taş ve değnek cemad (cansız varlık). Cemad artı cemaddan 12 kuyu olarak sudan hayat oldu. Her 12 kuyudan su fışkırdı. Onlar da 12 kabileydi ve her kabile için bir kuyu vardı.

Şimdi de âsânın sırına bakalım.

İlk başta O (as) Medyen’den Mısır’a, Sina’nın içine Vadi Tuva’ya gittiğinde, O (as) suda hayat buldu… O asa o zaman çok sırra sahip oldu.

Ondan dolayı Allahu Teala Enbiya Suresi’nin 30. Ayetinde buyuruyor ki: “…Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?”

Çöldeki su bir âsâ sayesinde 12 kuyuya yarıldı. Böylelikle sudan hayat oluşsun. O değnek bir cemad olduğu halde sır taşıyor. Bunlar Musa (as) Vadi Tuva’dayken oldu.

Allah onlara Bakara Suresi’nin 60. Ayetinde buyuruyor ki: “…Allah’ın rızkından yiyin, için ve sakın azıp arzda fesat çıkaranlar olmayın.”

Ve her gün Allahu Teala’dan Musa (as)’ya bir mucize olarak bir sofra masası aldılar.

Ondan sonrada tatlı yiyecekler verildi onlara.

Yemekten sonra Musa (as)’ya dediler ki: “Ya Musa (as) biz hep bu lüks ve sadece bir çeşidi olan yemeği yiyemiyoruz artık.”

61. Ayette ise şöyle geçmektedir: “Hani “Ey Musa! Biz bir (çeşit) yemek (yemeye) asla sabredemeyiz. Artık bizim için Rabbine dua et. Bize arzın yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” demiştiniz…”

Onlar Musa (as)’dan Allah’a, bu Ayette geçen yiyecekleri yerden çıkarıp onlara vermesi için, dua etmesini istemiştiler.

Bakın, onlara lüks yemekler sunuldu. Ama onlar bunu kabul etmediler. Onlar Mısır’da alıştıkları soğanı ve sarımsağı yemek istediler.

Onlar tuzlu balığa, soğana, sarımsağa, mercimeğe ve turşuya alışmıştılar. Onlar bu yiyecekler için özlem duymuştular.

Bu Musa (as)’yı rahatsız ediyordu. 61. Ayet şöyle devam eder: “…(Musa a.s): “Hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır’a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki orada var.” demişti. (Sonra da) onların üzerlerine zillet (sefalet) ve fakirlik (damgası) vuruldu. Ve onlar, Allah’tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerinden dolayıdır. İşte bu (ceza), asi olup (isyan edip), haddi aşmış olmaları sebebiyledir.”

Onlar Allah tarafından gazaba uğradılar ve çok zelildiler çünkü onlar hep Musa (as)’yı rahatsız ettiler ve O’na (as)’a uymadılar ve dalalet içinde oldular.

Sonra Tûr dağı yerine geldiler ve oraya oturdular. Allah’tan tekrar bağışlanma aldılar.

Diğer tarafta Akdeniz vardı oraya yerleştiler. Balık tutmak istediler ve bunu tekrarladılar. Bakara suresinin, 65. Ayetinde Allahu Teâla onlara cumartesi günleri balık tutmanın yasak olduğunu buyurmuştu.

Onlar ne yaptı?

Allah’a karşı hile ve kurnazlık yaptılar. Onlar kendilerini Allah ve peygamberden zeki sandılar, hâşâ.

Bir cumartesi günü sabahından pazara kadar ağlarını denize bıraktılar. Pazar günü balıkları topladılar ve o pazar günü tutuklarını söylediler. Bu doğru o gün tutular fakat hile yapıp ağlarını cumartesi denize bırakıp pazar topladılar.

Allah’a ve Musa (as)’ya kurnazlık yaptılar. Allah onlara şöyle buyurdu: “Sizler kaybolmuş birer Maymun ve Domuzsunuz.” Başka bir yerde Allah şöyle buyurmuştur: “Biz sizleri Maymun ve Domuz yaptık.”

Ve onlar insan ırkından kıyamete kadar maymuna (yani hayvanlara) dönüştürüldüler. Bir maymun cinsi o insanlardan dönüşmüş olan maymunlardan gelmektedir. Kökeni Yahudilerden geliyor ve belirli domuzların yüzleri insan ve maymunlara benziyor.

Bu cezayı örtbas etmek ve Kur’ân’da bir çelişki olduğunu ifade etmek için Charles Darwin insanlarının aslının maymundan geldiğini iddia etmiştir.

Tabiki de o gün balık tutanlar domuz ve maymuna dönüştürülerek cezalandırılacaklar.

Başka neler yaptılar?

Bakara suresinin, 67. Ayetine bakacak olursak. Size anlatacağım nedenden dolayı bu Surenin ismi Bakara yani İnek Suresi’dir.

Onlardan birinin bir kuzeni vardı ve bu kuzenin ölse dahi gömecek kimsesi yoktu. Bu kişi Kârun kadar zengindi ve Kârun’da Musa (as)’nın toplumundandı.

Allah, sarayını, altınını ve servetlerini yerin yutmasına izin verdi.

Kârun o zamanlar Fayyûm’un en zenginlerindendi.

Kârun kadar zengin olan bir kişi daha vardı ve o da Musa (as)’nın toplumundandı.

Kimsenin onu ölünce gömmesine izin vermiyordu kuzeni hariç. Kuzeni onu hemen gömmek istiyordu bu nedenle onu öldürmeliydi. Onu öldürdükten sonra cesedini ailesinden birine götürdü ve onu gömmek için para talebinde bulundu.

Demek ki üç nedenden dolayı:

1) Üzerindeki şüpheyi silmek istedi.

2) kuzeni için ailesinden fidye almak istedi.

3) onu gömmek için, çünkü gömme yetkisi sadece onda olduğu için.

Sonra ne oldu?

Erkenden orada bekleyip hakkını aradı bunu gören aile kabul etmedi ve öldürmediklerini söyledi, böylece kavga ettiler.

Bu sureye nasıl geldiğini şimdi anlatacağım.

Herkes kendini koruyordu ve üzerlerindeki şüpheyi atmaya uğraşıyorlardı.

Sonra Musa (as) onlara şöyle buyurdu: “Bu problemi çözmemiz ve kimin öldürdüğünü bulmamız için, Allah sizlere bir ineği kurban etmenizi emrediyor.”

Allah emretti; sadece bir ineği kurban edeceklerdi ve iş bitecekti. Nasıl bir inek olması önemsizdi ucuz ve basit olabilirdi.

Fakat onlar hangi tür inek, hangi renk inek olsun diye sordukları için koşullar değişti. Çünkü onlar yapmamak için sürekli işi yokuşa sürüyorlardı. Ne kadar çok sordularsa koşullar gittikçe artıyordu ve öyle bir inek bulma şansı gittikçe düşüyor ve pahalılaşıyordu.

Allah Subhanehu ve Teâla’ya böyle davrandıkları için, Kendisine ve Musa (as)’ya kurnazlık yapmaya çalıştıkları için çaplarını daraltıyorlardı.

Musa (as)’ya şöyle dediler: “Ya Musa (as) sen bizi küçümsüyor bizimle dalga mı geçiyorsun? Allah’ın bizden böyle bir şey istemesi nasıl olur?” Musa (as) cevap verdi: “Bu nasıl mı olur?  Euzubillah ben cahil değilim ki sizlere böyle bir şey yapayım, bu Allah’ın vahyidir.”

Bunun üzerine 68. Ayette şöyle dediler: “Rabbine dua et bizlere açıklasın.”

“Rabbine” dediler “Rabbimize” değil.

Öyle bir dediler ki sanki sadece Musa (as)’nın Rabbi gibi. Bakın konuşma tarzlarına ve gururlarına.

70 Ayette onlar Musa (as)’ya şöyle dediler: “Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz.”

Demek ki onlar hala Allah ile pazarlık ve O’na hile yapıyorlar fakat  Allah Subhanu ve Teâla onlara planların en iyisini yapıyor ve onları kendi kazdıkları kuyuya düşürüyor. Allahu Teala sonradan gelişecek ve görülecek olan bir İman meselesini bize göstermektedir.

Bir onların planı var bir de Allah’ın planı. Tabiiki de onlar hile yapıyor fakat Allah Subhanu ve Teâla hile ve tuzak kuranların en hayırlısıdır. İneğin özelliklerini daraltıyorlar böylece ineği bulmak zorlaşıyor ve sonuçta ne olursa olsun o ineği bulmak ve ne pahasına olursa olsun almak zorunda kalacaklardır.

Ve 70. Ayetin devamında şöyle dediler: “…Çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse hidayete erdirilmiş oluruz. (onu elbette buluruz).”

Ve 69. Ayette şöyle buyuruluyor: “…Musa, Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır.”

Bu arap dilinin mükemmeliğidir misal, açık sarı vardır, koyu sarı vardır veya kırmızı, açık kırmızı ve parlayan kırmızı vs.

Renklerin tonları vardır, bu arapçanın ve Kur’an’ın mükemmelliğidir.

Onların görevi sadece sapsarı bir ineği bulup satın almalarıydı böylece bitecekti. Fakat kolay işi durmadan yokuşa sürerek zorlaştırdılar. Onlar o görevden kaçmak istedikçe şartlar daha da ağırlaştırıldı.

Allahu Teala 71. Ayette şöyle buyurmakta: “Musa, Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır…”

İneği bulup kurban ettiler.

Şimdi inanç meselesine gelelim ve Allah neler planlamış görelim.

Ve 71. Ayetin devamında şöyle buyuruluyor: “Onlar da, İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun.” dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.”

Demek ki hemen satın almayıp bir veya iki hafta kadar beklediler. Allah’a karşı hile yapmak istediler fakat yapamadılar böylece ineği satın almak zorunda kaldılar.

Şimdi hikâyeye gelelim:

O yerde salih bir insan vardı ve bu kişi çocuğunu annesiyle yalnız bıraktı. Çocuk daha çok küçüktü ve adamın mal olarak sadece küçük bir ineği vardı. Vefat etmeden önce adam eşine şöyle dedi: “Ben öleceğimi hissediyorum ve bu ineği Allah’ın ellerine oğlum için emanet ediyorum ve oğlum büyüyünce bu emaneti Allah’tan geri alsın.” İneği çöle bıraktı ve vefat etti.

Bir zaman sonra bu çocuk büyüdü ve çok salih bir insan oldu. Gün içerisinde odun toplamaya gidiyordu ve topladığını üçe bölüyordu. Bir bölümünü annesine veriyor, bir bölümünü sadaka olarak veriyor ve geri kalanını kendisine bırakıyordu.

Annesine karşı çok iyiydi ve gecesini de üçe bölüyordu. Gecesinin bir bölümünü annesine hizmet etmek için ayırıyor, bir bölümünü namaz kılmak için ve diğer bölümü ibadet etmek ve uyumak için ayırıyordu. Hayatı böyle devam ediyordu.

Bir gün annesine şöyle sordu: “Ben evlenmek istiyorum, babam bana ne bıraktı?”

Annesi şöyle cevap verdi: “Bak oğlum, baban senin için küçük bir inek bıraktı ve bu inek sen büyüyene kadar Allah’ın emanetinde.”

–        Oğul: “Bu ineği nasıl bulabilirim?”

–        Anne: “Allah, Allah! Baban nasıl yaptıysa sende öyle yapacaksın. Baban ineği Allah’ın ellerine emanet olarak bıraktı ve dedi ki; Ya Rabbi, bu ineği senin ellerine oğlum için emanet olarak bırakıyorum. Sende baban gibi dışarıya çık, tevvecüh duası et ve şöyle de: “Senden babamın benim için Senin ellerine bıraktığı emaneti istiyorum.”

Tabiiki de o ineği görmeden çağırdı ve inek çok uzaklardan geldi. Musa (as)’nın kavmi bu ineği gördü ve aradıkları tüm özellikler bu inekte mevcuttu. Tüm insanlar bu ineğin o çocuğa ait olduğunu gördü ve inek sadece o çocuğun ona dokunmasına izin verdi. Ne zaman yabancı biri ineğe yaklaştıysa inek kafası ile vuruyordu sadece salih çocuk onu tutabiliyordu.

–        Musa (as)’nın kavmi: “Bize bu ineği satar mısın.” Bunun üzerine çocuk şöyle dedi:

–        “Annemden izin almadan bu ineği satamam.” Sonra şöyle dediler:

–        “Sana bu inek için üç dinar/dirhem veririz.” Çocuk tekrar: “Anneme danışmam gerekiyor.” dedi.

Sonra annesine gitti ve üç dinar yeter mi diye sordu annesi yetmez deyince annesinin cevabını Musa (as)’nın kavmine açıkladı. Böylece fiyatı çıkardılar ve altı dinar veriyoruz dediler, çocuk tekrar annesine sormak için gitti ve annesi tekrar olmaz az dedi.

Bu bir süre böyle devam etti. Musa (as)’nın kavmi fiyatı 12‘ye yükselti ve ne zaman annesi olmaz az dediyse hep iki katına çıkarttı. Fakat annesi hala karşı çıkıyordu.

Her fiyat artışında çocuk annesine gidip izin almak için sordu. Annesi ineği altın ile doldurmalarını söyledi.

O halde ineğin derisini kesip altın ile doldurup kese gibi tekrar dikmeleri gerekiyordu. Bu şartlar altında ineği satın alıp kurban edebilirlerdi.

Allah onlara 72. Ayette ne buyurdu?: “Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.”

Allahu Teala 73. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.) İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir.”

Allah yukarıdaki Ayette şöyle buyurmaktadır: “Satın aldığınız ineği kurban edin. Ineğin bir parçasını yani eti veya kemiği olabilir, onunla öldürülen adama vurun o zaman kimin öldürdüğü ortaya çıkacaktır.”

Allah’ın buyurduğu gibi bunu yaptılar. İnekten bir parça alıp öldürülen adama vurdular. Bakın Allah’ın mucizesine, adamda ölü inek de ölü. Allah bir ölüyü diğer ölüye çarpar da hayat çıkartır. İneğin parçasıyla adama vurduktan sonra tekrar hayata dönüyor ve kimin öldürdüğünü söylüyor. Bu bir mucizedir ve 72. Ayette açıklanmıştır.

Allah ölüleri tekrar diriltiyor ve O Subhanehu sizlere işaretleri gösteriyor, ki Allah ile pazarlık ve kurnazlık edilmemesini kavrayabilesiniz diye.

Bakar mısınız, bir inek için Allah ile pazarlık ediyorlar, aynı şekilde Musa (as)’yla da yaptıkları gibi.

Biz onlarla nasıl bir şehir için, Aksa Mescidi için, miracın asılı taşı için veya kutsal yer Kudüs için pazarlık ederiz!

Onlar Allah ile Peygamberi aracıyla sırf bir inek için o kadar pazarlık ettiler ve Musa (as) Ulul Azīm bir peygamber olduğu halde, fakat siz onlarla nasıl pazarlığa girersiniz! Onlar Allah’a ve peygamberlerine karşı sözlerini tutmamışken acaba bize verdikleri hangi sözü tutarlar. Veya yakın tarihte uluslararası hangi anlaşmaya sadık kaldılar? Onlarla pazarlık yoktur, ancak güç vardır ve eğer bizde o güç de yok ise, o halde İmanın kuvvetini (gücünü) edinmemiz gerekiyor, Allah Subhanehu ve Teâla’nın da buyuruduğu gibi: “Biz Kitab’ta İsrailoğullarına; Sizler yer içinde azgınlık derecesinde bir kibre kapılarak iki defa fesat çıkaracaksınız.” (İsra, 4)

Bazı Kur’an Ayetlerinde Allahu Teala “Beni İsrail” terimiyle doğrudan Ya’kub (as)’un oğullarını kastetmektedir, mesela: “Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün kıldık.” (Duhan, 32) Ve bazen de yukarıdaki ayette olduğu gibi mecazen Musa (as)’nın ümmetini kastetmektedir: “Biz Kitab’ta İsrailoğullarına; Sizler yer içinde azgınlık derecesinde bir kibre kapılarak iki defa fesat çıkaracaksınız.” (İsra, 4)

Allahu Teala bu ayette onların kitaplarında yapacaklarını açıkladığını haber vermektedir. Yahudiler bu ayetten önce sayısız defa fesat (bozgunculuk) yapmışlardı, ayette ifade edilen iki bozgunculuk İslam geldikten kıyamete kadar olan süreci kapsamaktadır. Birinci fesadı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında çıkardılar: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.” (İsra, 5)

Demek ki ayette kast olunan arzdaki ilk bozgunculuğu Yahudiler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yaptılar ve bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara Hayber’de ve diğer yerlerde hadlerini bildirdi ve onları Arap yarımadasından sürdü. İslam Yahudiler’i mağlup etmişti. Zaten ileride Halife Ömer (ra) Kudüs’e girdiğinde anahtarları Yahudilerden değil Hristiyanlardan- papazdan- aldı. Hz. Ömer Kudüs’ü İslamlaştırdı.

“Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız.” (İsra, 6)

Bu ayette hangi topluma hitap ediliyor? Bu Ayette Allahu Teala doğrudan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a ve dolayısıyla da İslam Ümmetine hitap etmektedir. Müslümanlar gerçekten de o zamandan bu zamana kadar hem nesil çoğalması yaşadılar hem çeşitli zenginliklere kavuştular hem de şan, şöhret ve güç buldular. Emevileri, Abbasileri, Selçukluları ve Osmanlıları düşününüz! Ama Allahu Subhanehu ve Teala Müslümanları Kur’an-ı Kerim’de uyarmaktadır: “Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” (İsra, 7)

Nitekim konunun bu noktasında Kur’an’da dikkatlice tedebbür yapmamız Ayetleri bağlantılı okumamızı ve hakikatin parçalarını doğru diyazn etmemiz gerekmektedir.

“Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz.” (İsra, 7) Buraya kadar hitap Müslümanlara sonrası Yahudilere. “Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.” (İsra, 104)

“Şimdilik arzda dağınık yaşayın, ancak zamanı gelince sizi toplayacağız” anlamında. Nitekim 1948 yılında Filistin topraklarında toplandılar. Demek ki Allah 1400 yıldan fazla Müslümanları uyarmaktadır: “Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz.” (İsra, 7) Müslümanlar son elli yıldır dünyaya dalarak gaflet ve dalalete daldıkları için Allah da Yahudileri Müslümanların üstüne musallat ederek cezalandırmaktadır. Allah izin vermese onlar ne yapabilirler ki! Sonra da şu ayet gelmektedir: “Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler…” 1948’den bu yana Yahudiler Müslümanların yüzlerini kara etmiyorlar mı! “Daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık). (İsra, 7)

Ayetin bu kısmında mescide girecek ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip edecek olan “Allah’ın kulları” kimler?: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra, 1)

Isra suresinin 5. Ayetinde Allahu Teala: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.” (İsra, 5)

Bir açıklama: Allah zamanı da yaratmış ve Zat’ı zamandan münezzehtir. Bu nedenle bazen kesinliğe vurgu yapmak için gelecekte olacak olayları mazi sigasıyle ifade eder. Mesela Yasin Suresinde şöyle buyurulmaktadır: “Sûra üfürüldü.” Her iki vaate bu ayetlerin inzalinden sonra gerçekleşeceği halde yukarıdaki ayette birinci vaat geçmiş zaman sigasıyle ifade edilirken ikinci vaat olayı istikbal sigasıyle ifade edilmektedir. İşte bu Kur’an hitabının icazıdır (mucize). Allahu Teala için her iki vaadinde vukuu muhakkak olduğu halde niçin birincisini mazi ve ikincisini istikbal sigasiyle ifade etmiştir? Birinci ile ikinci vaat arasında uzun zaman mesafesine vurgu yapmak için böyle ifade etmiştir. Bu açıklamadan sonra tekrar konumuza dönelim.

Bu Ayette kast olunan elbette Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabıdır (ra). Peki Osmanlılın son padişahı olan Müslümanların halifesinden bu yana Kudüs’ü işgalden kurtaracak ve geri alacak Allah’ın kulları nerede? Allah’ın hakiki kulları iman, ihlas ve takva sahibi kullar. Öyle ki zalimleri tehlil ve tekbirlerle mağlup edecek olan erler.

Şimdi tam da zaman olarak o zamandayız. Fesat çıkartıyor, öldürüyor ve tahrip ediyorlar.

O halde Allahu Teala da onlara askerlerini yollayacak ve onlar da taşlarla, tehlil ve tekbirlerle şehirleri fethedeceklerdir. Bu savaşta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın da hadisinde ifade ettiği gibi taşlar ve ağaçlar konuşacak ve o kullara yardım edeceklerdir. 

“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Müslim, Fiten, 82) Yahudilerin o garkat ağaçlarını her yere diktikleri ve büyüttükleri bugün herkesçe malumdur.

O vakit yakında gelecektir İnşaallahu Teâla.

Yahudilere o inek ile ne olmuştur? Bakara suresi en uzun suredir ve ismini o inekten almıştır. Yahudilerin İslam tarihiyle çok bağlantıları vardır. Kur’ân’daki en uzun Ayet borç senedi yazmak üzere olan Bakara Suresi’nin 282. Ayetidir.

Kur’ân’da en azim (büyük – yüce) ayet olan Ayet Ayete-l Kürsî’dir. O sureyi okumak evdeki cin ve şeytanları def eder. Eğer onu devamlı evde okursanız eve büyü işlemez, çünkü Yahudiler büyüleriyle de meşhurdurlar.

Ahir zamanında büyü aracı ile Deccal ve askerleri ile çok iş tutarlar, bu günümüzde ‘mavi balina’ gibi oyunlarda gördüğümüz gibi. Bunu bir kimse gördüğünde başı ağrır ve bu sihrin (büyünün) bir çeşididir.

Çünkü bunlar Deccalin askerleridir, deccalin de aslı onlardan olan zaten, şimdiye kadar yaşayıp vaktinin gelmesini bekliyor Kehf Suresi 98. Ayette de buyurulduğu gibi: “Rabbimin vaadi gelince…” (Kehf, 98)

Taha Suresi 97 de Musa (as) sonradan dünya sahnesine deccal olarak çıkacak olan Samiri’ye beddua ederek şöyle diyor: “Mûsâ, “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca “Bana dokunmak yok!” diyeceksin. Senin için, asla kaçamayacağın bir ceza daha var…”

Gerçekten de Musa (as) ‘ın dediği gibi Samiri’ye o günden sonra Azrail dahil hiç kimse dokunamamış ve Allah’ın vadi gelinceye dek saklı bir mağarada tutulacak ve sonra Allah’ın vadi geldiğinde zincirlerinden çözülerek Yecüc ve Mecüc ile birlikte açığa çıkacaktır.

O vakit çok yakındadır, tüm işaretler gerçekleşmiştir.

Bu sure Yahudiler ve onların kurnazlıklarıyla çok alakalıdır.

Peki sonra Yahudilere ne oldu? Bakara Suresi’nin 74. Ayetinde şöyle ifade edilmektedir: “Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.” (Bakara, 74)

Tıpkı Türkiye’deki, Avrupa’daki ve dünyanın her yerindeki dağlardan akan şelaleler gibi. O kocaman kayalar ve taşlar Allah ‘a karşı olan huşû’larıdan (saygı korkusu) çatlar da içinden sular çıkıp yükseklerden aşağılara akarlar.

Ondan sonra ne oldu?

Bunun üzerine Allah onlara 40 yıl boyunca çölde kaybolacaklarını yazdı, ta ki herkes orada ölene kadar. Bu Musa (as) ile onların hikayesidir. Bu hikâye Bakara Suresi’nde zikredilmektedir. Bu sure vesilesiyle Yahudileri ve özelliklerini daha iyi tanıyabiliriz.

Müslümanlar çok fazla zayıflar ve bundan dolayı Kudüs’ü ve Aksa’yı kurtaracak hakiki kullar değiller. Allah’ın gerçek kullarının özelliklerini taşıyanlar henüz yok. Bu yüzden o eri (doğru ve hakiki kulu) bekliyoruz, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ve Kur’ân’ın haber verdikleri gibi çok yakında o kullar ortaya çıkacaklardır.

Sayıca az da olabilirler ama ihlas sahibidirler. Umuyoruz ki, bizde O kulun askerlerinden oluruz. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘ın da buyurduğu gibi bu ahir zamanda ihlas ile, tehlīl ve tekbīr ile fetihten nasipdar oluruz inşaallahu Teâla.

O vakit çok yakın inşaallahu Teâla.

Ve-l hamdulillahi Rabbi-l Alemîn

Ve-s selatu ve-s selamu ala Seyyidina Mubammed ve ala ahli Seyyidina Muhammed

Seyyid Magdy Dawoud