You are currently viewing Ravasi – Bölüm 2

Ravasi – Bölüm 2

Ravâsi ile ilgili Kur’an ayetlerini hatırlayalım:
Allahu Teala bazı farklı ayetlerde arza Balans-Ağırlıkları attığını ifade etmektedir. Birinci bölümde teferruatlı olarak anlatmıştık.
Bu ağırlıklar alimlerin anladığı gibi “dağlar” değildir. Nebe Suresi’nin 7. Ayetinde: “Dağları da birer kazık yapmadık mı?” (NEBE, 6/7) buyurulmaktadır.

Dağlar Arapça “Cebel” dir. O halde “ravâsi” yani “ağırlıklar” ne olabilir? O ağırlıklardan maksat, arza konulan %78 azot, %21 oksijen, %1 hidrojen, helyum, argon, vs. gazlardır.

Allahu Teâla Nahl Suresi’nin 15. Ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Arzda, sizi sarsmasın diye sabit ağırlıklar koyup yerleştirdi; ırmaklar meydana getirdi ve şaşırmayasınız diye yollar ve alâmetler koydu ve onlar yıldızlarla da yollarını, yönlerini bulurlar.” (NAHL, 15)

Enbiya Suresi’nin 31. Ayetinde Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: “Ve Onları sarsmasın diye yere de sabit ağırlıklar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.” (ENBİYA, 31)

Allahu Teâla Lokman Suresi’nin 10. ayetinde şöyle bir buyurdu: “O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz (balans) ağırlıklar(ı) bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik.” (LOKMAN, 10)

Ravâsi arza, dönmemesi, sabit kalması için atılmıştır.

Einstein ne dedi

Yerçekimi ile alakalı meşhur bilimci Einstein’nin görüşünü bazı bilim insanları şöyle ifade etmişlerdir. “İki tane birbiriyle çarpışan kara delikten meydana gelen gravidasyon dalgaları” o dalgalar ise eşyayı birbirine doğru iterler.

Arzı hem genel olarak hem ayrı ayrı değerlendirelim. Su ile alakalı olarak Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (BAKARA, 163)

Suda meydana gelen Ravâsi etkisi: Ravâsi havadaki azot, oksijen ve biraz da hidrojen ve diğer gazlarla yukarıdan aşağıya bir basınç oluşturur ve su içinde de aynı ravasi aşağıdan yukarıya doğru bastırmaktadır. Havada ve suda azot, oksijen ve hidrojen gazları yani ravâsi mevcuttur.

Eğer ravâsi olmasaydı rüzgarlar deniz sularını karaya taşır ve %70’i su olan arz su altında kalırdı. ravâsi yukarıdan aşağıya ve bütün yanlardan cisimlere baskı yapmaktadırlar, bu durumda cisimler sabit (stabil) kalır herhangi bir tarafa savrulmaktan kurtulurlar.

Denizdeki cisimler ise hem yukarıdan (havadan) gelen ravâsi baskısına hem de sudan yukarı doğru bastıran ravâsi baskısına maruz kalmaktadırlar.

Ravâsi rüzgâr da üretmektedir ve rüzgarlar da denizde dalgaları üretirler ve dalgalar gemileri yürütür, denizi temizler ve tazelendirir ve böylelikle deniz alemi canlıları için deniz refresh olur yani tap taze yaşam alanı olur.

Ravasi, suyu stabilize etmektedir, öyle ki gemiler rahatça sularda yüzerler. Ravâsi bütün suyun moleküllerini ve atomlarını temizlemektedir. Bu nedenle deniz içerisine atılan bütün pislikleri sahile atmaktadır ve öz temizliğine kavuşmaktadır. Allahu Teala “musahhar” yaptık demektedir. Bu ne demektir? Arzda bulunan kara parçaları ve sular belirli özelliklerle yaratılmışlardır, ancak Allahu Teala ayrıyeten musahhar (hizmetçi) yapmıştır, o sonradan yapılan ise ravâsi sistemidir. Bu nedenle tabiat işleri için büyük melek Mikail (as) görevlendirilmiştir.

Su nedir?

Suyu küçük parçacıklara ayırdığınızda yani atom alemine indiğinizde suyun molekülleriyle karşılaşırsınız. Kimyada o formüle H2O denir. Bu molekül ise 2 atomdan teşekkül eder; biri hidrojen diğeri oksijen.
Suyun bambaşka bir özelliği vardır. Eğer su soğutulursa suyun hacmi azalır. 4 derece sıcaklıkta suyun hacmi en aza iner ve dolayısıyla yoğunluk en çok halini alır.

Arşimet Prensibi der ki: Bir sıvı içindeki katı cisim, taşırdığı sıvının ağırlığına eşit bir kuvvet ile yukarıya itilir.
Suyun kaldırma kuvveti, Arşimet tarafından fark edilen ve ileri sürülen bir ilkeyle, açıklığa kavuşmuştur. Su, kendi yoğunluğundan da az yoğunluğa sahip olan cisimleri, yüzeyine doğru itmektedir. Yoğunluk farklılıklarından ortaya çıkan itme kuvveti etkisiyle cisim mesela gemiler yüzmeye başlar.

Arşimet Prensibi

Arşimet şayet Ravâsi prensibini bilseydi muhtemel başka izah yollarına gitmeyecekti.

Su dondurulduğunda üzerinde yürümek mümkün olmaktadır. Niçin? Zira ravâsi (denge-ağırlıkları) kanunu tatil edilmiş yani durdurulmuştur, dolayısıyla ravâsi etkisi sakıt olmuştur.

Bu durumda ne bir hayat alanı olur ne de gemilerin yüzmesini sağlayabilir.

Bunun tersi olursa yani su kaynatılırsa bu defa da gazlar yanıp sudan atılırlar. Dolayısıyla yukarıdan aşağıya havadaki ravâsiden dolayı baskı oluşur ama aşağıdan yukarıya bir baskı yani itme işlemi kalmamıştır.

Bundan dolayı kaynamış suda yukarı bastıracak ravâsi olmadığı için cisimler aşağı dalarak inerler. Bu nedenle Allah suyu kendi tabiatı içinde ılımlı yapmıştır. Yani suyun en verimli hali kaynamamış ve donmamış halidir.

Akvaryuma niçin hava salınır ve sirkülasyon yapması sağlanır? O şekilde suni ravâsi oluşturulur da ondan. Ravâsi sistemiyle tazelenen akvaryumda balıklar için hayat alanı sağlanmış olur.

İnsan kendisini suya bıraktığında suya batmaz. Eğer bir insan suya tam orantılı olarak yatabilirse teorik anlamda ömür boyu batmadan su yüzeyinde kalabilir. Ama sudaki Ravâsinin ve havadaki ravâsinin basınç yaptıkları alanlar yanlış hereketlerden dolayı orantısız hale gelir ve denge bozulursa suya batılır.

Ölü Deniz

Lut (as) kavminin üzerine yağan felaketler nedeniyle bölgedeki ravâsi kaldırıldığından dolayı oradaki içerisinde hayvan ve balıklar yaşamayan denize “Ölü Deniz” denmiştir, düşüncesindeyim. Allah’ın laneti aşağıya yağınca rahmet ve nimet olan ravâsi oradan yok edilmiş ve bir daha verilmemiştir.

Bunun tam tersi Türkiye’nin Urfa şehrinde gerçekleşmiştir. Nemrud, İbrahim (as)’i içine atmak için şehrin her yerinden görünecek biçimde bir ateş yaktırmıştı. İbrahim (as) ateşe atıldığında Allahu Teala ateşe şöyle buyurmuştur: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik. (ENBİYA, 69)

Allah ateşi suya ve atılan okları da balıklara tebdil ettirdi. Bugüne kadar o gölde balık mevcuttur ve kıyamete kadar da eksik olmayacaktır. Çünkü o durum bir rahmet eseri ve mucize olarak vuku bulmuştur.

Med ve Cezir

Med ve cezir sanıldığı gibi güneş ve ayın etkisiyle olmaz bilakis güneşin etkisiyle olur. Ravâsi güçlü bir şekilde deniz suyuna bastırınca “med” az bastırınca da “cezir” olmaktadır. Gece ravası gazları soğuktan dolayı yoğun hal alınca denize güçlü bastırırlar, gündüz vakti güneşin ışık ve ısısıyla gazlar gevşer ve hafifler, bundan dolayı da ravâsi baskı gücü azalır ve dolayısıyla cezir olur.

Ölü denize tekrar dönelim. Fıkha göre Allah’ın gazabının ve lanetinin yapdığı yerin suyundan abdest alınması ve oralarda ibadet edilmesi caiz değildir. Konuyla ilgili bir hadis:

Bilimsel yönü ise şu şekilde izah edilebilir: Yukarıdan ravâsi bastırmıyor ve rüzgarlarda etki yapamayacak kadar az. Ölü denizde aşağıya doğru itecek ravâsi var ama yukarıya doğru itecek ravâsi yok. Ravâsi sirkülasyonu gerçekleşemediğinden dolayı denizde tazelenme olayı gerçekleşemiyor. Bundan dolayı mineraller ve tuz çoğalıyor. Suyun üçte birinden fazlası tuzdur. Ölü denizde Ravasi olmadığından Med – Cezir olayı araştırılsa ya hiç olmadığı ya da çok az olduğu tespit edilse gerektir.

Ölü denizin farklı isimlerle anılagelmiştir. Ölü Deniz, Lut Gölü, Tuz Gölü, Kokan Göl.

Ölü denizi akıntısı olmayan 428 m deniz seviyesinin altında bulunan bir deniz veya göldür. Tuz orantısının çokluğuyla anılır. Ürdün’e, İsrail ve İsrail’in işgal ettiği Batı Ürdün toprağına sınırdır. O mekan yer tarafından yutulmuştur. Uydu resimlerinden görüldüğüne göre zaten o yer arzın içine çekilmiş bir büyük mağara veya kuyu gibidir. Zamanında Lut (as) kavmi orada Allah’ın lanetine uğradı. Yukarıdan rahmet değil lanet yağdı aşağıya. Allah’ın gazabı orayı taş yağmuruna tutarken bir taraftan da yer üzerindekileri yutuyordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah’ın lanetinin indiği bir beldeye uğrarsanız oradan çabuk geçip gidiniz, ya da oradan ağlayarak geçiniz.”

İslam fıkhına göre Allah’ın lanetinin indiği yerlerde abdest alınmaz ve namaz kılınmaz. O yerlere kıyamete kadar rahmet inmez.

Ölü denizde su çok yoğundur. Yüzde 30’dan fazla tuz oranı mevcuttur. Orada doğal su tazelenmesi yoktur. Ürdün’den su getirerek Ölü Deniz’e buharlaşarak kaybolan suları aktarıyorlar. Lut (as) kavminden ziftleşmiş insanlar bulunmuştur. Orada ziftleşmiş insan ve eşyalar Allah’ın gazabıyla inen felaket eserleridir.

O deniz başka deniz ve sulardan yalıtılmış (izole) durumdadı, aksi halde oranın suyu ile başka sular karışır ve dünya sularına katılırdı. Sonradan eklenmiş sular bir yoluna bularak o, Allah’ın üzerine lanet yağdırdığı sulardan kaçarak ayrılma çabasındadırlar. Bu nedenle yollarını bularak kaçarlar ve bu nedenle Ölü Denizi’nin çeşitli yerlerinde sonradan açılmış delikler vardır. Orada ne yukarıdan aşağı bastıran ne dem sudan yukarı doğru iten ravasi vardır.

Denizdeki su buharlaşarak kaybolurken geriye kalan su miktarı tabiki yoğunlaşmaktadır. O deniz bütün denizler arasında istisnadır. Oraya turistler de gitmektedir. Orada minerallerin çokluğundan dolayı tuz miktarı da fazladır. Bu nedenle sedef gibi bazı cilt hastalıklarına iyi gelmektedir.

Orada havadaki oksijen miktarı da başka yerlerden daha yoğundur. Satelit resimlerine bakıldığında orası yer tarafından yutulmuş deniz seviyesinden 400 m aşağıda tıpkı bir yer mağarası veya büyük bir kuyu gibidir. Bunun üzerine yüksek hava sıcaklığının etkisiyle çokça buharlaşan deniz suyu yani mineralleri ve deniz seviyesinin 400 m altında olan hava katmanlarının etkisiyle güneşin zararlı dalgaları UVB (mor ötesi) süzülmektedir.

O yerde yukarıdan aşağıya ravasi inmiyor. Zira ravasi rahmettir. Gazab inen yere rahmet inmiyor. Bu nedenle yanlardan gelen ravasi karşılıklı bastırdıklarından dolayı yoğunlaşıyorlar. Sudaki mineraller ve girdaplar havayı yandan çekmektedirler. Bu nedenle orada oksijen oranı fazladır. Araştırıldığı takdirde orada med ve cezir olayının ya hiç olmadığını veya sonradan eklenen sulardan oluşan ravasiden dolayı pek az bir miktar olduğu görülecektir.

Burada akla gelebilecek bir sualin cevabını vermek istiyoruz: Madem ki oraya Allah’ın laneti inmiş o halde orası nasıl bazı hastalıkların şifası olabilir? Cevabımız şöyle ki: Şifa zehirde dahi vardır. Şifa ile rıza , veya tersinden bakacak olursak hastalık ve gazap arasındaki farkları görmek lazımdır. Bir ilacı hırsızlık yoluyla çalarak kullanan bir şahış şifaya kavuşabilir. Bu durum Allah’ın ondan razı olduğunu göstermez bilakis o durum gazabı celbedecek bir durumdur.

Oradaki tuz negatif enerjiyi emerek tüketmektedir. Orada Allah’ın laneti o kadar yoğun ki belki de arzın dengesini bozabilirdi. Orada ki tuz miktarının yoğun olmasının nedeni belki böyle açıklanabilir.

İki tane istisna görülmektedir: İsrail ve Ürdün sınırlarındaki Ölü Denizi ve Türkiye’deki Balıklı Göl. Bütün canlılar sudan yaratıldığı halde Ölü Deniz suyunda hayat eseri yok. İbrahim (as)’in içine atıldığı ateş ise su olmuş ve ona atılan oklar da balıklara döndürülmüşlerdir. İşte bu bütün hata ve güçsüzlüklerden münezzeh olan Subhan Allah’ın kudretidir.

Sayyid Magdy Dawoud

Bilim insanları ravâsinin etkisini tanımadıkları için konularla ilgili oluşum gerekçelerini farklı tesirlere bağlamışlardır.

Umarız ki alimler hem doğa ilim ve bilimlerini hem diğer bütün ilim ve bilimleri kainatın Yaratıcısı’nın Kitabı Kur’an-ı Kerim’den araştırır, anlar ve halka anlatırlar.

Seyyid Magdy Dawoud