13. NOKTA
Aya çıkılmış mıdır, çıkılmamış mıdır? Ay nurunu güneş’ten mi almaktadır?
Bu konu etrafında gezineceğiz İnşaallah.
Aya çıkmak mümkün değildir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır Bakara Suresi 36. âyet-i kerîmede:
“ARZ’A İNİN VE ORADA SİZE BELİRLİ BİR SÜRE YERLEŞME VARDIR.”
(AL-BAKARA,36)
Allahu Teala Âdem Aleyhisselam’a ve eşi Havva’ya, İblîs’e ve İblîs’in eşine “Arz‘a (dünyaya) inin” demiştir ve “birbirinize düşman olarak inin” demiştir. “Belirli bir zamana kadar orada lezzetlenin, orada rahatlanın” demiştir.
Dolayısıyla kıyamete kadar Arz‘ın dışında herhangi bir yerde iskân olmak, yerleşmek insan için mümkün değildir. Nereye çıkarlarsa çıksınlar roketle, uzay mekiğiyle, yine Arz içerisinde kalmak durumundadırlar. Yani dünyanın, Arz‘ın atmosferinde. Arz atmosferi dışında herhangi bir yere iniş yoktur ve hayat da yoktur. Sadece Arz‘da çıkıp inebilirler ve hayatlarını sürdürebilirler. Allahu Teala bizi topraktan, Arz‘dan yarattığını ifade etmektedir ve tekrar Arz‘a geri döneceğimizi de bildirmektedir. Sonra tekrar diriltileceğimizi haber vermektedir ve hepsi Arz içerisinde gerçekleşecektir. Allahu Teala Tebareke Suresinde diğer ismi ile Mülk Suresi 15. âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“ONUN KENARLARINDA GİDİN (ARZ‘IN KENARLARINDA GİDİN) VE RIZKINDAN YİYİN.” (MÜLK,15)
Yani arabalarla, uçaklarla, hayvanatla, çeşitli bineklerle ya da yaya olarak gidin. Ancak Arz‘ın dışına çıkmak ve yaşamak mümkün değildir.
Ravâsi uzay gemilerine veya herhangi uzaya gönderilen satelite, her neyse, onları sadece Arz ve atmosferi içerisinde taşır. Bütün bunlara rağmen uzay gemileriyle, roketlerle illa da Arz atmosferini delip çıkmaya çalışsalar, orada infilak ederler ve hayatlarını kaybederler. Ama kesinlikle başka gezegenlere inemezler. Yani Ay‘a iniş olmamıştır ve olmayacaktır. NASA’nın Ay‘a iniş delilleri doğru değildir. Bu benim fikrimdir ve Kur’ân ile bu fikrimi destekledim.
Gelelim “Ay, ışığını Güneş‘ten aldı” iddiasına.
Hayır, kesinlikle doğru değildir. Güneş dav’ yapmaktadır yani ateş. Kendi etrafını aydınlatmaktadır ve ziya vermektedir. Ama ay, ziya değil nurdur Kur’ân’ın ifadesine göre. Ay‘ın nuru, ışığı, Allah’ın bir mucizesidir. Güneş dav’ yapar, yansır ve geceleri eşya üzerine Ay da yansır, ayın ışığıyla görünmeyen eşya daha net görünür. Karanlık olduğu halde Ay ışığında da fevkalade görebiliriz. Ay‘ın nuru sayesinde görmekteyiz. O nur veya ışık, direkt Allahu Teala’nın mucizesi olarak ve muradı olarak var olmaktadır.
Sen konuştuğunda nasıl ki sesin, sözün senden dışarı çıkmaktadır, senden meydana gelmektedir direkt, doğrudan, herhangi bir şeyden sana yansımadan. İşte aynen bunun gibi ayın ışığı da direkt kendisinden gelmektedir. Hatta yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hayatımızda gördüğümüz, göreceğimiz en güçlü, en belirgin bariz nur, ayın nurudur. Ay‘a iniş ve orada yaşamak mümkün değildir. Orada ravâsi yoktur ve hayat da yoktur.
Arz‘da sadece ozon tabakası filtresi yoktur daha çok tabakalar vardır. Zira Arz‘a gelen dalgalar, ışınlar, gazlar tehlikelidir. Ancak o atmosfer tabakalarından süzülerek, filtrelenerek canlılara ulaşmalıdır. Ancak bu şekilde faydalı olurlar. Yoksa zararları kaçınılmaz olur. O tabakalardan biri tamamen hepsini aşıp geçse, ölür, dayanamaz. Bu nedenle, bunun dışındaki anlatım ve izahlara şüphe ile yaklaşıyor ve gerçeğin bu ifade ettiğimiz şekilde olduğunu anlıyor, bu şekilde inanıyorum.
Peki Aya iniş konusundaki fotoğraflar ve videolar o halde nereye konulmalıdır?
Onlar kanaatimize göre Arz‘ın herhangi bir çöl bölgesinde yapılmış fotomontaj yapımlar, çalışmalar ve ürünlerdir. Zira örneğin o resimlerden birinde Amerikan bayrağı görülüyor, Ay üzerinde rüzgârdan dalgalanan bir Amerikan bayrağı. Ayda hava yok ki, rüzgâr olsun. Rüzgâr yok ki bayrak dalgalansın. O Ay‘a iniş konusu en büyük yalanlardan bir yalandır ve bunu da sadece iddia eden ben değilim ve bu konuda çok geniş kitlelerde şüpheler vardır.
Plüton üzerine Mars üzerine çekilen resimler de belirli fotoğraf makinalarıyla, teknolojiyle yapılmış resimlerdir. Yani Arz‘da bu gibi resimleri yapabilir ama oraya bizzat giderek oranın resimlerini çekmiş değillerdir. Bu, Allahu Teala’nın kanununa aykırıdır ve insan tabiatına karşıdır ve ayın tabiatına karşıdır. Bu noktalar önemlidir bu konuyu anlamak açısından. Âdem Aleyhisselam’dan bu zamana kadar anlatılmayan bu konuları Allah’ın izniyle anlattık ve anlattıktan sonra ne gördük? Âlimler, dil bilginleri iki kelime arasında ayrım yapmamışlardır ifade ettiğimiz gibi.
Kur’ân-ı Kerîm’de ise açık seçik dav’ ile nur, ayrı manalarda ifade edilmişlerdir. Ayın nur ürettiği ve Güneş‘in dav’ ateş dalgaları, ışınları ürettiği ifade edilmektedir. Kur’ân müfessirleri bugüne kadar bu ayrımı maalesef görememişlerdir. Ne tefsirde ne lügatte yer vermemişlerdir ve bilim insanları fizikte ateşin ne olduğunu henüz tam tespit edememişler, tanımlayamamışlardır. Madde midir, enerji midir, gaz mıdır? Işık nedir, dav’ (ziya) nedir ve hangisi nur’dan gelir, hangisi dav’dan gelir, bu soruların hepsi açık kalmıştır.
Bu farkı, Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teala tarafından öğretildiğim, aldığım gerçeğinden sonra bir ayet gördüm. O ayette bütün bu anladıklarıma delil buldum. Orada tamamen bu fark ifade edilmektedir. O da Bakara Suresi 17. âyet-i kerîmedir. Münafıklar hakkında indirilen bir ayet. Müslümanlar hakkında konuşan münafıkları anlatmaktadır. Müslümanlarla alay ederek, Müslümanlara güldükleri zaman Allahu Teala onların kalplerini mühürlemiş ve hidayete kapatmıştır.
“ONLARIN DURUMU, (GECELEYİN) ATEŞ YAKAN KİMSENİN DURUMUNA BENZER: ATEŞ TAM ÇEVRESİNİ AYDINLATTIĞI SIRADA ALLAH NURLARINI YOK EDİVERİR DE ONLARI GÖREMEZ BİR ŞEKİLDE KARANLIKLAR İÇİNDE BIRAKIVERİR.” (AL-BAKARA,17)
Allahu Teala bu örneği vermektedir. Yani Rasulullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği o aydınlığı, o ışığı, Kur’ân’ı anlamayanlara böyle bir örnek vermektedir. İfade ettiğimiz gibi ateşin yuvarlak hâlesi olur ve ateş çemberi olur ve ateşin o şekilde yansıması olur. Allahu Teala bu ateşi örnek verip sonra bakıp da ibret almayanların nurunu aldığını ifade etmektedir. O Nur, akıl nuru, kalp nuru, basiret ve feraset nurudur.
Münafıklar Kur’ân’ın nuru kendilerine geldiğinde Kur’ân’a bakmak istemediler. Allah da onların kalplerinden nurunu çekip aldı. Yani fıtrattan elde ettikleri, fıtrî olan nurlarını aldı ve onları karanlıkta bıraktı. Artık göremezler. Demek ki nurun bir işareti vardır görülür ve anlaşılır. Mesela yüzde görülür. O, Allah’ın bir nimetidir. Ama dav’ ise ateş çemberi yansımasıdır. Ateşin etrafında parlar. Dav’ın yanına yaklaşıldıkça tehlike artar. Ama nur, kendisinden sadece istifade edilen ışıktır. Yakın ve uzakta zarar vermez. Sadece fayda sağlar.
14. NOKTA
Arz’ın atmosferinden herhangi kimse çıkabilmiş midir?
Rahman Suresi 33. âyet-i kerîmeden 35. âyet-i kerîmesine kadar şöyle buyrulmaktadır:
“EY CİN VE İNSAN TOPLULUĞU! GÖKLERDEN VE YERDEN ÇIKABİLİYORSANIZ, HAYDİ ÇIKIN GİDİN! HAYIR, ÇIKAMAYACAKSINIZ. İLLA BİR SULTAN İLE ÇIKABİLİRSİNİZ. O HALDE RABBİNİZİN HANGİ NİMETİNİ YALANLAYABİLİRSİNİZ? SİZE DUMANSIZ BİR ALEV VE BAKIR GÖNDERİLİR. O HALDE KENDİNİZE YARDIM EDEMEZSİNİZ.” (RAHMAN, 33-35)
Bu âyet-i kerîmeler gösteriyor ki, Arz‘ın atmosferi çıkılıp aşıldığında insanlar ve cinler yanar. Demek ki Arz‘ın atmosferi terk edilemez, aşılıp geçilemez. Bu ravâsi tabakaları aşılamaz. Ama buna rağmen bu denenmeye kalkışıldığında deneyenler yanarlar. Bazen geceleri gökyüzünde şeytanların taşlandığı, yandığı görülür. Niçin?
Zira Allahu Teala Rahman Suresinde ifade etmiştir. İş böyle iken Ay‘a nasıl gidebilir insan ve cin veya kâinatın herhangi bir yerinde fotoğraf çekebilir? Bu büyük bir yalandır. Demek ki Arz var ve Arz‘ın etrafında atmosfer var. Göklerin de atmosferleri var ve yer ile göğün arasında da Güneş var ve Ay var. Allahu Teala TÂHÂ SURESİ 6. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“O’NUNDUR GÖKLERDE, YERLERDE VE ARALARINDA BULUNANLAR.” (TAHA, 6) diye ifade etmektedir.
Evet, göklerin ve yerlerin aralarında Güneş ve Ay vardır. Güneş ve aydan sonra yıldızlar vardır. O yıldızlar insanlar için musahhardır, hizmetçidir. Allahu Teala Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“GÜNEŞ, AY VE YILDIZLAR O’NUN EMRİYLE MUSAHHARDIR.”
Onlar bu dünya hayatı için tasarlanmışlardır. Atmosfer, Arz‘dan ta ozon tabakasına kadar olanı alanı kapsamaktadır. O tabakalardan sonra ravâsi biter. Onun dışına çıkanlar yanar. Yıldızlar bizim için göğe asılmış lambalardır. Bunlar birinci gökte bulunmaktadır ve gökle Arz arasında diyebiliriz. Bu şekilde tabir edebiliriz. Onların ötesinde yıldızlar görünmez. İfade edildiği gibi yıldızlar gezegen değildirler ve yıldızların yerleri mevcuttur. Yıldızlar görevlerini bitirdiklerinde sadece yerlerinde parıltıları kalır. Allahu Teala VÂKIA SURESİ 75’te şöyle buyurmaktadır:
“YILDIZLARIN YERLERİNE KASEM OLSUN Kİ…” (VÂKIA, 75)
Bu büyük bir yemindir. Demek ki onlar artık yıldız değildir. Bir zamanlar yıldız idiler ve sonradan yanıp bittiler. Sadece süs olarak orada görünmektedirler. Ama Arz‘dan sonra, Arz‘ın atmosferinden sonra biter. Onun dışına kimse çıkamaz. Evet, yıldızlardan geriye kalan onların yerleri süs olarak hizmet görür. Allahu Teala yıldızları bizlere musahhar olarak tarif etmiştir. Güneş ve ay, özellikleri ile hizmet etmektedir bizlere. Ama yıldızlar yerleriyle musahhar (hizmetçi) ve süstürler. Allahu Teala yıldızlara yerleriyle kasem etmektedir. Onlar realitede şu anda mevcut değildirler. Sadece yerleri mevcuttur. Ayı, Güneş‘i ve yıldızları ifade etmiş olduk. Allahu Teala Rahman Suresi 5. âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“GÜNEŞ VE AY HESAPLADIR.” (RAHMÂN, 5)
Onlar belirli zamanlarda kendilerini gösterirler ve işlevlerini yerine getirirler. Biz de o sayede hesaplarımızı yapabiliriz. Astronomlar bundan dolayı, Güneş tutulması, Ay tutulması hesaplarını ve takvimciliği gerçekleştirebilirler. Bilim insanlarının bu konuda herhangi bir şeyi bulduklarından değil, Ay ve Güneş‘in sürekli tekrarlayan bu hareketlerinden dolayı ne zaman, nasıl, hangi vakitte, ne olacak, onları tecrübe ile anlamışlardır. Zira Güneş‘in, Ay‘ın yansımaları, saniyesine kadar belirlidir. O kesinlikler hesaplandığında vakit, takvim işi gerçekleşmektedir. Uzun yılları tecrübe olarak topladığımızda gelecekte de nasıl vaktin gelişeceğini geçmişin tecrübeleri ile ifade edebiliriz.
Burada bir şeyi daha ifade etmek istiyoruz satelitelerle ilgili. Satellitelere ve buna benzer aparatlara ravâsi dolduruyorlar ve ravâsi yardımıyla, istedikleri yere gönderiyorlar. Göklerin yüzüne çıkıyor bunlar. Nasıl ki bulutları taşıyor ravâsi, onun gibi de satelliteleri taşıyorlar. Ravâsi taşıyor bütün her şeyi. Biliyorsunuz gökyüzünde okyanus gibi bulutlar doludur ravâsi tarafından taşınan. Aynı bunun gibi satelliteler vb. de taşınmaktadır.
Ravâsi yukarıdan aşağıya basınç oluşturuyor ve ne kadar yukarı çıkıyorsan, aşağı doğru olan basınç azalıyor ve aşağıdaki ravâsi daha güçlü bastırmaktadır yukarıya doğru. Ne kadar yukarı çıkıyorsan. Aynı uçak prensibi gibi işlemektedir bu prensip de ve oto pilot teknolojisiyle belirli bir yörüngede hareket ettirilebiliyor bunlar. Enerjilerini cereyandan alıyorlar. Cereyanı ise solaryum teknolojisi ile Güneş‘ten alıyorlar. Satellitelerin kanatlarında solar hücreleri görürüz. Onlar Güneş ışınlarını emerler ve onu enerjiye çevirip enerji olarak kullanırlar.
Evet, Ay‘a çıkılmamıştır. Arz‘ın atmosferi aşılmamıştır ve bunu illa da yapmaya çalışanlar yanarlar. Rahman Suresi 33.-35. âyet-i kerîmelerinde de ifade edildiği gibi. Allahu Teala bize şeytanların ve cinlerin gece nasıl yandığını göstermektedir zaman zaman. Aynen bizim halimizin de o şekilde olacağını bize bildirmektedir. Bazen herhangi bir uzay mekiği, aleti yanıp yere düşmektedir. Allahu Teala’nın tam da tarif ettiği orada gerçekleşir. Yani eğer Arz‘ın atmosferi aşılmaya kalkılırsa, insanın veya herhangi bir şeyin yanacağını.
Uçaklar nasıl belirli bir balans ile havada yüzüp gidiyorlarsa, bu şekilde başka şeyler de gidebilir ama bunların hepsi atmosferin içerisine dahil kanunlardır. Yabancı bir gezegene gitmek, inmek mümkün değildir. Allahu Teala cinlerin göğe kadar çıkabileceğini ifade etmektedir. Zira onlar ateştendir. Muhammed Aleyhissalatu Vesselam’ın doğumundan sonra Arz‘ın atmosferini aşıp geçememektedirler. Yasaklanmıştır. Eğer çıkmaya kalkarlarsa yanarlar.
15. NOKTA
Allahu Teala’nın gece ile gündüz arasında yaratmış olduğu bir mucize daha vardır.
Allah’ın üç tane yapma zamanı vardır. Üç zamanı yapmıştır.
Birincisi gün. Güneş doğumu ile Güneş batımı arası olan zaman, gündür.
İkincisi ise gecedir. Güneş batımından tutun da şafak sökene kadar olan vakit.
Üçüncüsü ise al-isbâh, yani küçük ölümden uyanmaktır ya da Allahu Teala’nın ifadesiyle, uzun duran gölgedir. (Arapça; az-zıllu as-sâkin al mamdûd).
Yani gün vardır, gece vardır ve isbâh vardır. Îsbâh ise küçük diriliştir. Az’zıllu as-sâkin al-mamdûd, uzun bekleyen (duran) genişlemiş gölge. İsbâh dediğimiz o zaman dilimi, uzun bir gölge olan, görüntü olarak uzun bir gölge görüntüsü yani semaya baktığınızda uzun bir gölge şeklinde bir vaziyet görürsünüz, bulursunuz. Tan yerinin ağarmadan önce yani sabah namazı vaktidir. Fecrden sabah Güneş doğana kadar olan vakittir. Ondan sonra “subh” gelir yani sabah olur. Allahu Teala Tekvir Suresi 16-17. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurmaktadır:
“GECEYE YEMİN OLSUN, GELDİĞİNDE VEYA GİTTİĞİNDE. VE SABAHA Kİ, NEFES ALDIĞINDA.” (TEKVİR,16-17)
Yani “zuhuruyla hareket ettiğinde” anlamında. Nefes alması, sabahın zuhuruyla hareket etmesi, canlanması, canlılık vermesi. Az-zıllu as-sâkin al-mamdûd, uzun duran gerilmiş gölge. İlk fecirden Güneş doğumuna kadar, ondan sonra gelen âyet-i kerîmeler Furkan Suresinde. Furkan Suresi 45. âyet-i kerîmeden 55. âyet-i kerîmeye kadar bizzat kendinizin okumanızı, bu ayetlerin mealini okumanızı rica ediyorum. Hepsinin tercümesi zor olduğu için, kendiniz okuyunuz ve konu bütünlüğü içerisinde değerlendiriniz, Furkan 45’ten 55’e kadar. En’âm Suresi, 96. âyet-i kerîme:
“O Kİ SABAHI OLUŞTURAN, GECEYİ RAHAT ZAMANI KILAN, GÜNEŞ‘İ VE AY‘I HESAP İÇİN YAPANDIR. İŞTE BU, MUTLAK KUDRET (GÜÇ) SAHİBİNİN, HER ŞEYİ BİLENİN NİZAMIDIR.” (EN’ÂM, 96)
Allahu Teala Furkan Suresi 45. âyet-i kerîmede yukarıda okuduğumuz gibi, gölgeyi uzattığından bahseder. Yani gün var, uzatılmış gölge var ve gece var. Demek ki bu üç şey var zaman dilimi olarak. Sadece gece ve gündüz değil. Gündüz var, gece var ve uzatılmış gölge var. Sonra tekrar gündüz geliyor. Allahu Teala uzun gölge yaptığından bahsetmektedir. Yani ilk gün ağarmasından, fecirden, Güneş doğumuna kadar olan sisli gibi görüntü veren zaman dilimi. Ne güne benzer ne geceye benzer. İkisinin arasında, ikisinin karışımı bir görüntü verir. İşte bu Allah’ın bambaşka, değişik bir yaratmasıdır. Gece yaratması da değil, gündüz yaratması da değil, yeni bir yaratmasıdır. Üçüncü bir yaratmasıdır. Ona uzun gölge diyebiliriz kısacası.
Allahu Teala bütün günü gölgesiz bırakmış olsaydı, zamanı nasıl tespit ederdik veya nasıl ölçebilirdik? Güneş‘in ziyasından (dav’ tekil, ziya çoğul) nasıl istifade edebilirdik? Hepimiz kokuşurduk ve hayatiyetimizi yitirirdik ve yaşama imkânı bulamazdık. Demek ki gece var, uzun gölge var ve gündüz var. Ay ve Güneş hepsi musahhardır, hizmetçidir bizlere. Hepsinin özellikleri vardır ve var olma, yaratılma sebepleri vardır. Sonra göklerin arasındaki duvarlar, arzlar ve Arz‘ın üzerinde tabakalar vardır ve ondan sonra Güneş ve Ay vardır.
Atmosferden öteye hiçbir şey çıkamaz, gidemez önceden de ifade ettiğimiz gibi. Ondan sonra yıldızlar vardır. Ama kendileri artık mevcut değil. Yerleri ve parıltıları vardır. O yerleri ışık yansıtmaktadır. Onların hepsi bizim için musahhardır.
16. NOKTA:
Dört mevsim, soğuklar, sıcaklar, aylar, günler, geceler, gündüzlerin ve gecelerin uzun olması, bazen gecelerin gündüzlerden uzun olması olaylarının izahı:
Güneş‘in doğudan yükseldiğini, doğduğunu ve yavaş yavaş yukarı kavis çizerek çıktığını ve orada süzülerek gittiğini ifade edebiliriz. Arz‘ın ortasına kadar gider. O kavisin zirvesine ulaşır. Ondan sonra tekrar aşağı doğru kavis çizer ve batıdan batmak üzere hareketini sürdürür ve nihayet batıdan batar. O batış yerinin tam yukarısında, paralelinde yedi kat göğün üzerinde Arş-ı Âlâ vardır. Güneş batıdan indiğinde Arş-ı Âlâ’ya çıkar ve Arş’ın altında secde eder. Allahu Teala’ya secde kılar. Hadîs-i şerifte Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ifade ettiği gibi:
“Ya Ebâ Zerr! Bilir misin Güneş nereye battı ve gitti? (batınca nereye gitti?)” Bunun üzerine Ebu Zerr;
“Allah ve Rasulü bilir” buyurmuştur. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ya Ebâ Zerr! Güneş Arş-ı Âlâ’nın altına kadar gitmiştir ve orada secde kılmıştır ve izin istemiştir Allahu Teala’dan, batıdan doğması için. Allahu Teala izin vermemiştir. Güneş tekrar istemiştir batıdan doğmayı. Allah yine izin vermemiştir. Üç kere istemiştir ve üç kere izin vermemiştir. Allahu Teala “doğduğun yere geri dön” demiştir ve “doğudan doğ” demiştir. Ancak kıyamette (Allah’ın izniyle) batıdan doğacaktır. Kur’ân çekilecektir ve zelzele olacaktır. Ondan sonra kimsenin imânı kabul edilmeyecektir.”
Güneş Arz‘ın ikinci tabakasının yanından geri gider. Yani Ye’cûc ve Me’cûc’ün yaşadıkları yerlerden, tâ doğuş yerine kadar varır ve doğudan tekrar yukarı doğru hareket eder ve doğar. Her gün bunu tekrar eder, tâ kıyamet gününe kadar. Güneş‘in bu kavis yörüngesinde süzülmesi ise bu sıcağı, soğuğu, mevsimleri ve günün ve gecenin kısalma-uzama durumlarını etkiler. Gün, gecenin içerisine sokulur ve tam tersi de, gece gün içerisine. Güneş günü var ettiği için değil, paralel olarak ikisi bir arada o görevi tamamlar. Yani gündüz ve gecenin hesaplanabilmesi için.
Mesela kış günlerinde gün gecenin içerisine sokulduğunda, gece uzar ve gece gündüzden daha uzun olur. Ancak yaz mevsimlerinde ise tam tersi olur bunun. Günler, gündüzler gecelerden daha uzun olur. Bu, gündüzün geceye, gecenin gündüze sokulması olayı Güneş‘in süzülmesiyle ve o kavisteki Arz‘a olan mesafesiyle de ayarlanmış bir sistemdir. O kavis dünyaya daha yakın bir mesafede çizildiğinde yaz mevsimi olur ve sıcak hakim olur. Kışın ise o kavis farklı çizilir. O nedenle Arz‘a uzak tutulur ve kış hakim olur. Bu iki kavis arasında diğer iki mevsimler de meydana gelir. Yani ilkbahar ve sonbahar mevsimleri Güneş‘in yaz kavisi ile kış kavisi arasında meydana gelmektedir ve yerlerini bulmaktadırlar. Bundan dört mevsim meydana gelir.
Günün ve gecenin uzama ve kısalması, gündüzün geceye, gecenin gündüze sokulmasıyla alakalı bir işlemin sonuçlarıdır. Bunlar Güneş‘le de alakalandırılmıştır. Sebep olarak değil sadece paralel olarak. Mesela Güneş kışın doğudan yükseldiğinde, yazda daha farklı oluşturur. Batıda Güneş‘in kışın batması, yazın batmasından daha çabuk olur. Bu nedenle kışın gün geceden daha kısadır.
Belirli zamanlarda günün uzunluğu bir dakika kısa veya bir dakika uzun olur. Bunun nedeni Güneş‘in erken doğmasıyla, geç batmasıyla alakalı bir meseledir. Güneş’in kavisi ile alakalıdır ve bu her gün bir dakika gibi bir zaman farkı oluşturmaktadır. Bunu ifade eden âyet-i kerîme ise, Fâtır Suresi 13. âyet-i kerîmedir.
“GECEYİ GÜNDÜZE SOKUYOR. GÜNDÜZÜ DE GECEYE SOKUYOR. GÜNEŞ’İ VE AY’I EMRİ ALTINA ALMIŞTIR. HER BİRİ TAKDİR EDİLMİŞ BİR GAYEYE AKIP GİDİYOR, SÜZÜLÜYOR. İŞTE BU GÖRDÜKLERİNİZİ YAPAN ALLAH, RABBİNİZDİR. MÜLK O’NUNDUR. O’NDAN BAŞKA YALVARIP DURDUKLARINIZ İSE BİR ÇEKİRDEK ZARINA BİLE HÂKİM OLAMAZLAR.” (FATIR, 13)
Yâsin Suresi 37.âyet-i kerîmede:
“VE ONLARA BİR DELİL DE, BİR MUCİZE DE GECEDİR. BİZ ONDAN GÜNDÜZÜ ÇEKERİZ. O HALDE KARANLIKTA KALIRLAR.” (YASİN, 37)
Yani gece gündüzden, gündüz geceden, sanki bir bir elbiseyi vücuttan soyup çıkarır gibidir. Gündüz, geceden bir elbise gibi soyulunca gece kapkaranlık kalakalır. Bu gündüzü geceye, geceyi gündüze sokma durumunun orantısı, gecenin uzunluğunu veya gündüzün uzunluğunu oluşturmaktadır. Yine Allahu Teala Güneş’i ve Ay’ı hizmetçi kılmıştır.

“HER BİRİ YÖRÜNGESİNDE, BELİRLİ BİR ECELE KADAR, BELİRLİ BİR MÜHLETE KADAR HER BİRİ KENDİ YOLUNDA GİTMEKTEDİR.” buyurmaktadır.
Allahu Teala Güneş’i ve Ay’ı bizim için hizmetçi kılmaktadır. Her biri hizmetini yapmaktadır ve belirlenmiş bir mühlet her biri kendi özellikleriyle kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Rahman Suresi 5. âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“GÜNEŞ VE AY HESAPLARINA GÖRE YÜRÜRLER.” (RAHMAN, 5)
Ay’ı nasıl hesap ederiz?
Daha önce detayları ile anlatmıştık.
Allahu Teala, İsrâ Suresi 12. âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
“BİZ, GECEYİ VE GÜNDÜZÜ BİRER MUCİZE İŞARETİ YAPMIŞIZDIR. SONRA, ARDINDAN GECENİN ALAMETİNİ SİLMİŞİZDİR VE GÜNDÜZÜN ALAMETİNİ AYDINLIK BİR ŞEKİLDE YAPMIŞIZDIR. RABBİNİZİN NİMETİNİ GÖRESİNİZ VE YILLARIN HESABINI YAPABİLESİNİZ (TUTABİLESİNİZ) DİYE. HER ŞEYİ APAÇIK SERGİLEMİŞİZDİR.” (EL-İSRÂ,12)
Bazı ayların 29, bazı ayların 30 çekmesi de, günlerin ve gecelerin uzaması ve kısalmasıyla alakalı bir meseledir. Ay nokta dereceleriyle alakalıdır semada, yani Arz’ın semasında. Hilal ile başlar. Ondan sonra büyür, nuru genişler ve yarım ay olur. Ondan sonra dolunay olur. 13,14 ve 15. gecelerde tam kemaline erer. Ondan sonra gerisin geriye küçülür. Aynı yolu geri geri gider ve kaybolur. Ondan sonra ikinci defa doğmaya başlar. Demek ki Ay, nokta dereceleri ile ilerler yani sıfırdan dolunay mesafesine ulaşıncaya kadar. Ay katı bir madde değil. Bilakis nurdur, ışıktır. Allahu Teala Yunus Suresi 5. âyet-i kerîmede öyle buyurmaktadır:
“O‘DUR GÜNEŞ’İ ZİYA YAPAN VE AY’I NUR KILAN VE GÖK NOKTALARI, DERECELERİ HALİNE GETİREN. TÂ Kİ YILLARIN HESABINI VE HESAPLANMASINI BİLESİNİZ DİYE.” (YUNUS,5)
Allah bunu hakikatte yaratmıştır. Bilenler için Allahu Teala her şeyi apaçık kılmıştır. Demek ki Ay apaçık nurdur ve katı madde değildir. Ay’ı gündüz gördüğünde bulut gibidir görüntüsü. Ay’daki görülen o parçalanmışlık hali Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında müşriklerin, “göklerden bir mucize göster bize” dediğinde, Ay’ı ikiye yarmasındaki, sonra birleşmesindeki kalıntı izlerdir. Bu, Allahu Teala tarafından mucize olarak yapılmıştır. Bu nedenle Ay’a indik diyenlere nasıl inanabiliriz? Önceki ayetlerde Rahman Suresinden deliller getirmiştik bu konuda.
Ay tutulmaları ve Güneş tutulmaları ise, önceden de ifade ettiğimiz gibi, Allah’ın mucizelerinden bir mucizedir. Güneş, Arz’la ve Ay’la paralellik oluşturduğunda bu efektlerden dolayı, Ay tutulması, Güneş tutulması gerçekleşmektedir. O, belirli zamanlarda hep tekrarlanmaktadır. Bundan dolayı da hesaplanmışlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin de ifade ettiği gibi
“BUNLAR ALLAHU TEALA TARAFINDAN KULLARINA UYARI, MUCİZELERİDİR.”
Allahu Teala Güneş’i ve Ay’ı hesap yapmamız için dediğine göre, bunlar doğru hesaplandığında rahatlıkla takvimler oluşturulabilir ve Güneş ve Ay tutulmaları da tabii ki tespit edilebilir. Herhangi bir gezegen, herhangi bir gök cismi, belirli bir zaman diliminde belirli bir yere gelip de orada devrini tamamladığı, sürekli takip edilip de kaydedildiğinde onların hangi zaman dilimlerinde, hangi zaman periyotlarında tekrarlanacağını da bu şekilde hesaplamışlardır. Rahman Suresinde Allahu Teala:
“GÜNEŞ VE AY, BELİRLİ BİR HESABA GÖRE YÜRÜMEKTEDİR.”
buyurmaktadır. Demek ki bu hesapla, bu matematikle takvimler oluşturulabiliyor.
17. NOKTA
Arz’ın şekli nasıldır?
Şimdi Arz’ın âyet-i kerîmeler ışığında şeklini anlamaya ve tarif etmeye geçelim İnşaallah.
Arz, küre halinde yuvarlak mıdır? Dümdüz müdür, yoksa üzerinde çalışılmış bir alan mıdır? Evet Arz bir avuç içi gibi açılmış bir el şeklinde diyebiliriz. Arz’ın yüzde yetmişi sudur, tıpkı insan bedeninde olduğu gibi. İnsan vücudu küçük bir Arz’dır. Arz ilk gökten ayrıldığı haliyle durmamaktadır. Zira dümdüz ortadan kesilerek ikiye ayrıldı. Yukarı kısmı gökler, aşağı kısmı yerler oldu ve sonra bir el halinde engebeli, çıkıntılı, girintili, yüksekli, alçaklı yer haline geldi. Arz’ın kenarını kimse aşıp geçemez. Arz korunmuştur. Zira Allahu Teala Rahman Suresinde şöyle buyurmaktadır:
“SİZE KARŞI, DUMANSIZ BİR ATEŞ YALIMI, ALEVLİ BAKIR GÖNDERİLİR DE O HALDE KENDİNİZE YARDIM EDEMEZSİNİZ.” (RAHMÂN,35)
Burada niçin bakır denilmiştir? Bakır, nereden gelir?
Yukarıdan ateş gelir. Zira şeytanların taşlandığını, ateş toplarıyla vurulduklarını biliyoruz. Gökyüzüne baktığımızda zaman zaman görüyoruz o manzaraları. Ama bakır nereden geldi? Bakır, demir gibi Arz’dadır. Arz’ın yani yerin kenarları buz dağlarıyla çevrelenmiştir ve o buz dağlarının altında ise, bakır vardır. Yukarıda, gökte, alevli ateş vardır. Arz’ın kenarlarında bakır vardır. O buz dağları bildiğiniz gibi aşırı soğuktur ve fırtınalar soğuk soğuk esmektedir. Orada hayat yoktur. Yaşamak mümkün değildir. Oradaki ravâsiler donmuştur. Oradan insan geçip gidemez. Oradan geçmeye çalışanlar helak olurlar. O kenarda, Bermuda Üçgeni tarafında su da vardır, yani okyanus, deniz. Bütün bunlar Arz’ın korunağı ve kenarıdırlar. Hiç kimse orayı aşıp geçemez. İlla da deneyenler helak olurlar.
Bütün parmaklarını birleştir, avuç içine bak. İşte dünyanın şeklini o şekilde anlarsın. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir defasında Ebu Zerr (ra) ile bir aradayken, Güneş batmıştır ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
“YA EBÂ ZERR! BİLİR MİSİN GÜNEŞ NEREYE BATTI VE GİTTİ? (BATINCA NEREYE GİTTİ?)” BUNUN ÜZERİNE EBU
ZERR; “ALLAH VE RASULÜ BİLİR” BUYURMUŞTUR. ALLAH RASULÜ (sallallahu aleyhi ve sellem): “YA EBÂ ZERR! GÜNEŞ ARŞ-I ÂLÂ’NIN ALTINA KADAR GİTMİŞTİR VE ORADA SECDE KILMIŞTIR VE İZİN İSTEMİŞTİR ALLAHU TEALA’DAN, BATIDAN DOĞMASI İÇİN. ALLAHU TEALA İZİN VERMEMİŞTİR. GÜNEŞ TEKRAR İSTEMİŞTİR BATIDAN DOĞMAYI. ALLAH YİNE İZİN VERMEMİŞTİR. ÜÇ KERE İSTEMİŞTİR VE ÜÇ KERE İZİN VERMEMİŞTİR. ALLAHU TEALA “DOĞDUĞUN YERE GERİ DÖN” DEMİŞTİR VE “DOĞUDAN DOĞ” DEMİŞTİR. ANCAK KIYAMETTE BATIDAN DOĞACAKTIR. KUR’ÂN ÇEKİLECEKTİR VE ZELZELE OLACAKTIR. ONDAN SONRA KİMSENİN İMANI KABUL EDİLMEYECEKTİR.” Buharî’de geçmektedir bu hadis.
Ulemâ demiştir ki: “Güneş, daire çizer.” Ama bununla alakasızdır. Zira Güneş Arş-ı Âlâ’ya gider, orada secde eder ve sonra tekrar geri gelir. Tam olarak nasıl döndüğünü, nasıl gittiğini bilemeyiz.
Dünyada, Arz’da yüksekli-alçaklı yerler olduğu için Güneş gözümüzden kaybolduğunda suya batmış gibi görünür örneğin. Allahu Teala buyurur ki:
“GÜNEŞ HESAPLANMIŞ BİR ECELLE GİDER.”
Aynı insan eceli gibi. Sen ecelinin ne zaman geleceğini bilemezsin ve Allahu Teala da “Güneş ve Ay, belirli ecelle giderler ve ecelinin nerede olduğunu kimse bilemez” buyurmakta. Allahu Teala gündüzü yaratır ve Güneş’i gösterir gündüz vakti ve geceyi yaratır ve gecede Ay’ı gösterir. Biz insanların, canlıların yaşayabilmeleri için bu elzemdir. Biz Güneş ve Ay vesilesiyle zamanı belirler ve hesaplar yapabiliriz. Seneleri, ayları, saatleri hesaplarız. Allahu Teala bunu Kur’ân’da böyle buyurmuştur. Hepsi kendi yörüngesinde gider ve hepsi ayrı ayrıdır, müstakildir. Hepsi yalnız gider. Birbirine bağlı, bağımlı değildirler. Şayet Güneş daire çizerek gitseydi, dünyanın etrafında dönmüş olsaydı ve kendi etrafında dönmüş olsaydı, bu hadis yanlış olmuş olurdu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmaktadır ki:
“GÜNEŞ ARŞ-I ÂLÂ’NIN ALTINA KADAR GİTMİŞTİR VE ORADA SECDE KILMIŞTIR.”
O, bir yörüngede gider ve Allah Güneş’e geri gitmesini emreder. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Güneş’in Arş-ı Âlâ yanından geçip gittiğini söylememiştir. Yani bizim Haceru’l-Esved’in yanından geçip gittiğimiz gibi geçip gittiğini ifade ederdi yoksa. Ama öyle dememiştir. Demek ki Güneş bir daire çizmemektedir.
Biz ürün hakkındaki enformasyonu, üreticiden alırız ve Üretici Subhanehu ve Teala eğer böyle diyorsa bizim için doğru olan budur. Biz o yalancılara inanmayız, dünyaya yuvarlak filan diyenlere. Onlar bizi yalanlarıyla yanıltmak ve doğrudan saptırmak isterler ve bizi olduğumuz yerde durdurmak isterler. Gelişmemizi önlerler ve Kur’ân’da tezat göstermeye çalışırlar. Gerçek marifet ve bilgi Allah’tandır. Onlar birçok bilimsel meseleyi İslam âlimlerinden almışlardır. Mesela “ALGEBRA”yı Câbir İbni Hayyam’dan almışlardır ve o şekilde kendilerini geliştirmişlerdir. Bize yanlış teoriler vermişlerdir.
Allahu Teala Kitâb-ı Kerîm’i El-Kur’ân için o kitabın ne küçük ne büyük hiçbir şeyi dışarıda bırakmadığını söylemektedir. Yani her şey Kur’ân’da vardır. Bizim sadece doğru okuyup anlamamız gerekir. Biz kendimizi insanî ve beşerî bilimden kurtarıp, kendimizi formatlayıp Allah’ın ilmini Kur’ân’dan almalıyız. Size anlattığım her şeyi Kelâmullah’tan alarak söyledim. Zira ben sadece Allah’ın dediğini duymaktayım. İnsanların dediklerini değil. Bütün kâinatın başlangıcından sonsuzluğuna kadar yerleri, gökleri ve arasındakileri anlattık. Allahu Teala Kur’ân-ı Kerîm’de buyurmaktadır ki:
“ O, SİZİN BİLMEDİĞİNİZ BAŞKA ŞEYLER DE YARATIR.”
(NAHL, 8)
Bizim bilmediğimiz yaratıklar da vardır. Şayet biz onları her şeyi bütün yaratılanları bilmiş olsaydık, Allahu Teala’nın kudretini sınırlamış olurduk. Bu ise mümkün değildir. Bu, Kudretullah’a ve İlmullah’a karşıdır. Zira Allahu Teala kuşatıcı ilmin ve sonsuz kudretin ve mutlak ilmin sahibidir. Hamd O’na mahsustur. Elhamdulillah ki O bize Kur’ân’ın nuruyla, aklımıza ve kalbimize ilimlerden vermiştir de size izah etmeyi ve tarif etmeyi nasip etmiştir. Sizin de bu hakikatleri anlayıp, idrak edip yaşamanız, bu evrensel yaratma olayını idrak etmeniz için.
Yukarıda da bahsetmiştik Arz’ın atmosferinden, göklerden ve arasındakilerden ve birinci gökte olanlardan. Göğe baktığımızda gördüklerimiz, birinci gökle Arz arasındaki olanlardır. Bizim için musahhar olanı, gökle yer arasındaki hizmetçi olanları görmekteyiz. Arz ve Arz’ın atmosferi ise ozon tabakalarına kadar gider. Ondan sonra Güneş ve Ay gelir, ondan sonra yıldızlar. Allahu Teala El-Enbiya 30’da şöyle buyurmaktadır:
“İNKÂR EDENLER, GÖKLERLE YER BİTİŞİKKEN, BİZİM ONLARI AYIRDIĞIMIZI VE DİRİ OLAN HER ŞEYİ SUDAN MEYDANA GETİRDİĞİMİZİ GÖRMEDİLER Mİ? HÂLÂ İNANMAYACAKLAR MI?” (ENBİYA, 30)
Talak Suresi 12. âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulmaktadır:
“ALLAH, YEDİ GÖĞÜ VE YERDEN BİR O KADARINI YARATANDIR. ALLAH’IN EMRİ BUNLAR ARASINDAN İNİP DURMAKTADIR Kİ, ALLAH’IN HER ŞEYE KADİR OLDUĞUNU VE ALLAH’IN HER ŞEYİ İLMİYLE KUŞATTIĞINI BİLESİNİZ.” (TALAK, 12)
“O, ARZ‘DA OLANLARIN HEPSİNİ SİZİN İÇİN YARATAN, SONRA GÖĞE YÖNELİP ONLARI YEDİ GÖK HÂLİNDE DÜZENLEYENDİR. O, HER ŞEYİ HAKKIYLA BİLENDİR.” (BAKARA, 29)
Demek ki, göklerle yerler birdi ve bölündü. Arz önce düzdü ve sonra işlendi. İşlenerek engebeli hale getirildi, ani dağlarıyla, düzleriyle, ovalarıyla. Canlılara yaşanılabilecek bir hale getirildi. Allahu Teala Bakara Suresi 22‘de şöyle buyurmaktadır:
“O RAB Kİ, YERİ SİZİN İÇİN BİR DÖŞEK, GÖĞÜ DE(KUBBEMSİ) BİR TAVAN YAPTI. GÖKTEN SU İNDİREREK ONUNLA, SİZE BESİN OLSUN DİYE (YERDEN) ÇEŞİTLİ ÜRÜNLER ÇIKARDI. ARTIK BUNU BİLE BİLE ALLAH’A ŞİRK KOŞMAYIN.” (BAKARA, 22)
Yani Arz önce bir döşek gibi yapıldı yuvarlak değil. Arz ve gökler bir fasulye tanesi gibiydi ortadan ikiye bölündü ve üzerine çalışıldı. Arz’da yaşayabilmemiz için yapıldı bu. Allahu Teala bunu Neml Suresi 61. âyet-i kerîmede ifade eder:
“YAHUT ARZ‘I KARAR KILMA YERİ YAPAN, İÇİNDE NEHİRLER AKITAN, ONUN İÇİN OTURAKLI DAĞLAR YAPAN VE İKİ DENİZİN ARASINA BİR ENGEL KOYAN MI? ALLAH İLE BİRLİKTE BAŞKA BİR İLÂH MI VAR!? HAYIR, ONLARIN ÇOĞU BİLMİYOR.” (NEML, 61)
Kur’ân-ı Kerîm’in başka bir yerinde TUZLU VE TATLI DENİZLER BİR ARADA BULUŞURLAR AMA HER BİRİ “ONA RAVÂSİ YAPTI VE SONRA KENDİ ÖZELLİĞİNİ KORUR. SANKİ ARALARINDA BİR DUVAR VARDIR VE BİRBİRLERİNE KARIŞMAZLAR.”
Bu, Kur’ân’ın ifadesidir. Murselat Suresinin 25. âyet-i kerîmesinde Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“BİZ ARZ’I BİR KALMA YERİ YAPMADIK MI?” buyurmaktadır.
Yani Allahu Teala bütün canlılar için Arz‘ı yaşanılabilir bir yer haline getirdi. Mü’min Suresinde ise şöyle ifade edilmektedir:
“ALLAH, ARZ‘I SİZİN İÇİN KARAR KILMA YERİ, GÖĞÜ DE BİNÂ YAPAN; SİZE ŞEKİL VERİP DE ŞEKİLLERİNİZİ GÜZEL KILAN VE SİZİ TEMİZ ŞEYLERLE RIZIKLANDIRANDIR. İŞTE RABBİNİZ ALLAH! ÂLEMLERİN RABBİ ALLAH NE YÜCEDİR! (MÜ’MİN, 64)
“BİZ ARZ‘I BİR KALMA YERİ YAPMADIK MI?” (NEBE, 6)
Yani yaşanılabilir, gezilebilir, inşâ edilebilir bir yer yapmadık mı? Nâziât Suresi 27‘den 32’ye kadar ise şöyle buyurulmuştur:
“ŞİMDİ, SİZİ YARATMAK MI DAHA ZOR YOKSA GÖĞÜ YARATMAK MI? ONU ALLAH YAPTI. ONU YÜKSELTİP KUSURSUZ OLARAK ŞEKİLLENDİRDİ. GECESİNİ KARARTTI, GÜNDÜZÜNÜ AĞARTTI. BUNDAN SONRA DA ARZ‘I DÖŞEYİP YAYDI. YERDEN SUYUNU VE BİTKİSİNİ ÇIKARDI. DAĞLARI SAĞLAM BİR ŞEKİLDE YERLEŞTİRDİ.” (NAZİAT,21-32)
Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi. Bakın bunlar Arz’da yapılan ilahî ve rabbanî çalışmalardır. Taha Suresinin 53. ayetinde ise şöyle buyurulmuştur:
“YERYÜZÜNÜ SİZİN İÇİN BİR DÖŞEK YAPAN, ORADAN SİZİN İÇİN YOLLAR AÇAN VE GÖKTEN BİR SU İNDİREN O’DUR.” İŞTE BİZ O SU İLE TÜRLÜ TÜRLÜ BİTKİLERDEN ÇİFTLER ÇIKARDIK.” (TAHA, 53)
Demek ki Arz üzerinde çalışıldı, yollar yapıldı vs.
Bakara Suresinde ise Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: VE YERİN YARATILIŞINDA VE GECENİN VE GÜNDÜZÜN FARKINDA, “GÖKLERİN DEĞİŞİKLİĞİNDE…”
Buradan anlıyoruz ki Allahu Teala geceyi ve gündüzü yaratmıştır:
“ŞÜPHESİZ, GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞINDA, GECE İLE GÜNDÜZÜN BİRBİRİ ARDINCA GELİŞİNDE, İNSANLARA YARAR ŞEYLERLE DENİZDE AKAN GEMİDE, ALLAH’IN YUKARIDAN BİR SU İNDİRİP ONUNLA TOPRAĞI ÖLMÜŞKEN DİRİLTMESİNDE, ÜZERİNDE DEPRENEN HAYVANLARI YAYMASINDA, RÜZGARLARI DEĞİŞTİRMESİNDE, GÖKLE YER ARASINDA BOYUN EĞMİŞ BULUTTA AKILLI OLAN BİR TOPLULUK İÇİN ELBETTE ALLAH’IN BİRLİĞİNE DELİLLER VARDIR.” (BAKARA, 164)
Burada göklerin ve yerin arasında buyrulmaktadır. Yani Arz‘ın göğü ise atmosferdir. Orada ravâsi ve duvarlar vardır. Ondan sonra Ay, Güneş ve yıldızlar gelir. Bu ya Arz‘ın göğüdür ya da göklerden bakıldığında yedi kat göğün birincisi olarak görülür.
Enbiya 31’de ise Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“VE BİZ ARZ’A RAVÂSİ (BALANS AĞIRLIKLARI) YAPTIK SALLANMAYASINIZ DİYE. BİZ ONDA GENİŞ GEÇİTLER YOLLAR YAPTIK Kİ HİDAYET OLUNSUNLAR DİYE…” (ENBİYA, 31)
Arz dümdüzdü, bu şekilde işlem gördü ve üzerinde çalışıldı.
Ğaşiye Suresinin 17-20. ayetlerinde ise şöyle buyurulmaktadır:
“(İNSANLAR) DEVENİN NASIL YARATILDIĞINA, GÖĞÜN NASIL YÜKSELTİLDİĞİNE, DAĞLARIN NASIL DİKİLDİĞİNE, ARZ‘IN NASIL YAYILDIĞINA BİR BAKMAZLAR MI?” (GAŞİYE,17-20)
Bu âyet-i kerîmede musaddah geçmektedir. Yani düz, sutihat musaddah yapıldı. Bunun düzlenmiş Arz‘dan başka ikinci bir manası yoktur. Onun için Arz‘ın düz olduğundan başka bir yorumda bulunamayız.
devam edecek…