Evlilik ve boşanmanın sırları.
Kadın ile erkeğin arasındaki fark. Dişilik ve erkeklik
YENİ İLİM
KUR’AN’DA TEDEBBÜR:
- Allahı görmek Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın Miracı ve onun sırları. Mûsâ (as)’ın Allah ile konuşması ama görememesi.
- Evlilik ve boşanmanın sırları.
- Kadın ile erkeğin arasındaki fark. Dişilik ve erkeklik:
[143: El-A’râf/ الأعراف]
“وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ”
“Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. “Ey Rabbim, göster bana Kendini de bakayım Sana”. dedi. Rabbi ona buyurdu ki; “Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin”. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, “Sen Subhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,” dedi.” (A’RÂF, 143)
[11: En-Nejm/ النجم]
“مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى”
“Onun gördüğünü Fuâdı yalanlamadı.”
[21: Er-Rûm/ الروم]
“وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ”
“Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (ER- RÛM, 21)
[22: Er-Rûm / الروم]
“وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ”
“Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.”
(ER- RÛM, 22)
[49: Eş-Şûra / الشورى]
“لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ”
“Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’a aittir. O dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk bahşeder.” (EŞ- ŞÛRA, 49)
Euzubillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm
Velhamdulillâhi Rabbi’l-Âlemîn
Vassalâtu Vesselâmu Alâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlihi’t-Tâhirîn ve Sahâbeti-t Tâyyibin.
İnşaallahu Teâla bu dersimizde tedebbur ile Kuran-ı Kerim’den belirli ayetlere değineceğiz. Yeni İlim olarak açıklayacağız, tefsir değil de yeni ilim olarak anlatacağız. Çoğu Müslümanın bildikleri konuları değil aksine bu ayetlerde bilmedikleri veya farkına varmadıkları şeyleri tedebbur olarak anlatacağız İnşaallahu Teâla.
İlk konumuza gelecek olursak, Allah’ı görmek Rasulullah (sa)’ın miracı ve onun sırları. Mûsâ (as)’nın Allah ile konuşması.
Görmek ile ne kastediliyor?
Yani Allah’ı görmek ile.
Allahu Teâla Â’râf suresinin, 143. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. “Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana”. dedi. Rabbi ona buyurdu ki; “Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin”. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, “Sen sübhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,” dedi.” (A’RÂF, 143)
Burada Allahu Teâla’nın belirli yaratılanlar üzerinde tecelli ettigini anlıyoruz. Demek ki bir mümininin kalbine tecelli edebiliyor, ancak sadece inananların müminlerin kalbine tecelli ediyor (Zat tecellisi). Başka yaratiklara sıfat tecellisiyle tecelli ediyor (yansıyor).
Allahu Subhanu ve Teâla sadece mümin kulunun üzerine yansır. Yani mümin kişi çok değerli ve Allah katında yüksektir. Kalbi gökyüzünden ve Arz’dan daha yüksektir. Onlar Allah’ın tecellisini kaldıramıyorlar Allah’ın kudsi hadiste buyurduğu gibi: “Beni göklerim ve yerlerim almadı ancak mü’min kulumun kalbi taşıdı.”
Yani burada şu konuya değiniyoruz, Allah’ın müminin kalbine ve diğer yaratılanların üzerine yapmış olduğu tecelli.
- Bu ayetde geçen ikinci konuya gelelim.
Musâ (as) ne demişti?
“Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana”
Rabbi ona buyurdu ki; “Beni katiyyen göremezsin.”
Demek ki konuşma doğrudan Musâ (as) içindir. Sadece o bulunan yerde, o konumda, o zamanda.
Ama Allah, “Beni kimse göremez” veya “bana bakamaz” demedi.
Neden?
Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) miracında Allah’ı gördü. Ama nasıl?
Bunu hayal edemezsiniz. Ahiret gününde müminler Allah’ı görecekler, O’nun ile konuşacak ve Nûr’unu görecekler. Bu yüzden Allahu Teâla sadece Musâ (as) için şöyle buyurdu: “Beni katiyyen göremezsin.”
Burdaki nokta çok önemlidir, Musâ (as) ve Seyyidina Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arasındaki farkı gösteren noktadır. Her ikisi de yaşıyor ve Seyyidina Muhammed (as) miractaydı.
O Allahu Teâla’yı gördü, O’nun ile konuştu ve O’na baktı. Biz bu ayetten bunu anlıyoruz.
Bu olabilir, çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) son gönderilen peygamberdir. Allahu Teâla Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ümmetinin inlanlik içinden en iyi ümmet olarak çikarildiğini bildirmiştir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadir: “Benden sonra peygamber gelmeyecek, aksine ilim ve miras gelecek.”
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın mirascıları vardır, Urūc (yükselişe) sahip olacaklar.
Bunu gösteren şudur; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Salatu Mirādschu-l Mu’min” / “Namaz, müminin Mirac’ıdır (yükselişidir).”
Yani müminin ruhu Urūc (yükseliş) yaşar. Mümin ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın arasındaki fark; O (sallallahu aleyhi ve sellem) bir peygamber ve Müslümanlar onun izinden gidenler. Onlar ama ruhlarıyla mirac yapacaklar. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi değil hem beden hem ruh değil.
Allah’ın rahmeti olarak O Subhanu ve Teâla Musâ (as)’ya şöyle buyurdu: “Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin”. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü.”
Burada Musâ (as)’nın ve Seyyidina Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arasındaki farkı gösteren bir nokta daha var.
Musâ (as) dağdaki tecelliye bakinca dayanamayıp baygın düştü.
Nasıl olurda Mütecellî’ye (tecelli eden) bakmayı kaldırabilecekti? Nasıl olur da Allah’ı görmeye dayanabilir oysaki dağdaki tecellisine dayanamadı?
Bir mahlukat olarak daha dağdaki tecelliyi kaldıramadı. Nasıl olurda Halik olanın tecellisini kaldırabilir?
Bu Musâ (as) ve Seyyidina Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arasındaki farkı anlatan çok önemli bir nokta. Demek ki Allah onun (as) makamına, onun insanlığına buldunduğu duruma göre ona rahmetiyle muamele etti. Ne onun üzerine tecelli etti ne de dağın üzerine tecelli etti aksine dağa tecelli etti (incelik burada) ve Musâ (as) dağa baktı ve bayildi.
Eğer Allah bir de doğrudan Musâ (as)’ya tecelli etseydi ne olurdu?
Bu yüzden Musâ (as) miracta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı gördü ve O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinden olmayı istedi. Bu yüzden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o zaman miracta tüm peygamberlere (as) imam oldu Aksa Camiinde. Demek ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın makamı en yüksektedir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) en yüksekte ve Allah Subhanu ve Teâlaya duyduğu sevgi en sevgili (yüksek sevgi).
Demek ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ümmetinde, müminlerde bulunan kalp, Allah katında gök ve arzdan daha büyük ve daha güçlüdür.
Peki ya onun velisi?
Ya da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın ümmeti olan salih ve müminler, peki ya onlar?
Allahu Teâla En-Necm suresinin 11. ayetinde şöyle buyurmaktadir:
“Onun gördüğünü Fuâdı yalanlamadı.”
Fuâd buyurmakta kalp değil, kalp yazılan yerler yanlış tercüme edilmiştir. Doğru tercüme edilmeli ayette Fuâd geçiyor kalp değil.
Bizler Fuâd’ın koruyucu yuvarlak dışta duran bir çember olduğunu söylemiştik. Kalp, rûh ve akıl üçlüsünü kapsıyor ve koruyor. Fuâd’ın içerisinde akıl, kalp ve rûh vardır. Akıl ve kalp birdir. Bu o ve o budur. Bu ondan ve o bundan. Akıl kalptendir ve kalp akıldandır.
Bu böyledir.
Allahu Teâla En-Necm suresinin 11. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Onun gördüğünü Fuâdı yalanlamadı.”
Fuâd ile görülmez aksine göz ile görülür, kalp gözüyle görülür. Ve Allahu Teâla burada Fuâd buyuryorsa, akıl, kalp ve kalp gözüyle görülür anlamına geliyor.
Misal senin gördüğün gibi; Muhammed beni gördü. Muhammed diyorum yani bu mecazi bir anlam taşımaktadır. Allahu Teâla şöyle buyuruyor: Fuâd ve Kalbin gözlerini kastediyor.
Aynen senin şunu söylemen gibi “Muhammed beni gördü.” Demek ki Muhammed değil aksine gözler gördü. Muhammed deniyor fakat bununla gözleri beni gördü kastediliyor. Aynı şekilde Allah Fuâd buyurmakta ama kalbin gözlerini kastediyor.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadir:
“Onun gördüğünü Fuâdı yalanlamadı.”
Yani Allah kalbin gözlerini kastediyor aynen açıkladığımız örnek gibi.
Yani Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) gördü, bakmadı, Allah’ı gördü. Evet!
Burada Musa (as) ile Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arasında bir fark vardır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’da durup düşünelim.
Neden mi?
Bu çok önemli yeni bir nokta.
Her peygamber ‘neden’ sorusunu cevaplar. Her peygamber belirli bir zamana ve belirli bir topluma gönderilmiştir. Onlar sadece Allah’a inandıkları için, herhangi bir düzen olmaksızın geldiler. Her peygamberde bu aynıdır. Bir peygamber geldiği zaman ya aynı öğretiyi öğretmeye devam eder ya da diğer peygamberi, onun davetini siler ve kavmine yeni bir davet ile gelir. İsa (as)’ya kadar böyle devam etti. Her peygamber gelir, kendisinden önceki hükmü kaldırır nesh eder, belirli bir zamana kadar. Böylece her peygamber, kavmi için belirli bir zamanda ve belirli bir yere gelmiştir.
Ancak Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)… Onun getirdigi din kıyamete kadar gidecektir.
Demek ki Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in mucizatının kıyamete kadar gitmesi gerekiyor.
Bütün peygamberler (as) gönderildikleri kavimlere başlıca Allah’ın varlığından ve birliğinden bahsederler. Allahu Teala’nın mutlak büyüklüğünü ve yüceliğini, güç, kuvvet ve kudretini anlatırlar. Bu konu “Tevhid İlmi“ konusudur. Buna Tevhid İlminde “Es-Sifat’ı Sem’iyye“ yani “işitilen sıfatlar“ denir.
Evet Allah’ın mutalk varlığı, birliği, kapsayıcı ilmi, heryeşe güçünün yeterliliği konularını duyar ve tasdikleriz, “İşittik ve itaat ediyoruz” deriz ve gerekeni uygularız. Biz de, bizden önceki ümmetler ve peygamberleri de bu şekilde iman etmişizdir. Ayrıcalık sadece Muhammed Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için geçerlidir. Zira O (sallallahu aleyhi ve sellem) herkesin duyarak inandığı Allah’ı görmüştür. O (sallallahu aleyhi ve sellem) herkesin duyduğu ama asla kavrayamadığı, akledemediği hayaliyle bile yakınlarına varamadığı Cenneti ve Cehennemi ve içindekileri bizzat görmüştür. Allahu Teala’nın özel davetlisi olarak miraca çıktığında Allahu Teala’yı da görmüştür. Evet, herkeslerin duyduklarını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) görmüştür.
Rasulullah (ssallallahu aleyhi ve sellem) bunların hepsini gördü ve yaşadı. Evet! O (sallallahu aleyhi ve sellem) yedi gök, melekleri, Cehennem azabını gördü, Naîm Cennetini gördü. Allahu Teâla ile konuştu, O‘na baktı ve gördü.
Peygamberlerimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tüm peygamberler (as) ve tüm mahlukat arasında farklı olan budur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gördü, konuştu veya baktı, kendisi bunları yaşadı.
Diğer mahlukatlar sadece işittiler. Bütün insanlar, bütün peygamberler (as) sırf işittiler ve onların işittiklerini sadece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gördü.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı Allah’ın en kıymetli ve Allah’ın en sevdiği, Allah’ın en sevgili olarak yarattığını nasıl olurda sevmeyiz ve ona uymayız. Bu yüzden o’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) sevmeli ve o’na uymalıyız. Allahu Teâla’nın buyurduğu gibi: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin…”
(ÂL-I İMRÂN, 31])
Ona (sallallahu aleyhi ve sellem) uymak sünnetini yerine getirmektir. Sünneti ise bizlere:
- Detaylı bir şekile Kuran-ı Kerim’de geçenleri anlatır.
- Bizlere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a vahiy ile gelen Allah’ın kanun ve kurallarını anlatır. Yani Kur’an ve Sünnet birlikte İslam Dininin bütününü sağlar ve teşkil eder.
Allah Subhanu ve Teâla’nın kitabına nasıl uymamız gerektiğini Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) öğreniriz. Her ikisi de vahiy olarak Allah’tan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a gönderilmiştir. Yarı yarıya. Her ikisi de birbirini tamamlıyor ve Allah Subhanu ve Teâla tarafından vahiy olarak gönderilmiştir.
Tekrar ana konumuza dönelim: Bu yüzden Allah Musâ (as) için. “Beni katiyyen göremezsin,”..buyurdu yoksa “Kimse beni göremez.”demedi. Eğer Allahu Teala: “Kimse beni göremez“.. deseydi Necm Suresinde bir çelişki olurdu. Fakat Allah, Musâ (as)’ya doğrudan onu kast ederek göremeyeceğini ifade etti genel bir hüküm olarak demedi Subhanahu wa Teâla.
İlk konumuzda şunlardan bahsettik: “Allah’ı görmek
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın miracı ve onun sırları. Mûsâ (as)’ın Allah ile konuşması.”
- Ikinci konumuza gelelim:
Evlilik ile Boşanmanın sırları
İnsanların bugüne kadar bilmediği bazı konular:
Allahu Teâla Er-Rûm suresinin 21. ayetinde şöyle buyurmakta: “Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (RÛM, 21)
Allah’ın bu ayetteki bu “kanunu” gökten ve arzdan daha büyüktür.
Ya Rabbi, nasıl? Allah aranıza sevgi ve merhamet koydu.
Bu Yeni İlim.
Tedebbur yapalım.
Evli bir insan olarak başka bir insana 60 yıl nasıl katlanabilirsin?
Sana yabancı olan yeni bir insan. Bir kadınla nişanlanıyor ve evleniyorsun. Örneğin aramızdan biri nişanlandı ve üç gün içerisinde evlendi. Ancak ikisi de birbirini seviyor ondan önce daha hiç birlikte yaşamadılar. Allah’ın vermiş olduğu sevgiyle 100 sene birlikte ve yanyana yaşayabilirler. Burada kendi içinizde Tedebbur ve Tefekkür yaparsanız Tebessür olarak kendi içinizdekit “tebbesürü” bulacaksınız, çünkü Allah bizim içimize göklerden ve arzdan daha büyünü vermiştir.
Bu yüzden Allahu Teâla Rûm suresi 22. ayetinde şunu buyurdu: ”Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” Allah Allah…
Burdaki “ayetlerindendir” kelimesi mucize anlamına gelmektedir. Erkek ve kadının arasında ki evlilikte olan sevgi “yapması” gök ve arzın yaratılış mucizesinden önce gelir. Bu yüzden Allah müminin kalbine Tecelli eder. Bu yüzden eğer iki kişi evlenirse Allah onların arasına gök ve arzdan daha büyüğünü verir. Allah bu nedenle Kuran-ı Kerim’de çokca kendinize bakın ve kendinizi araştırın buyurmuştur. Eğer kendinizi göremiyorsanız o zaman Allah etrafınıza bakıp tefekkür etmenizi buyurmuştur. Dağlara ve gökyüzüne bakarak tefekkür ediniz yani demek ki kendinizle başlayıp büyükten küçüğe doğru tefekkür yapınız. Evet, kendin ile başlayıp gökyüzüne kadar gidilir. Sıraya göre ilk başta gelen sondakinden daha önemlidir. Bu hitâbetteki i‘câzdandır.
Bu yüzden Allah Rûm suresinin 21. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Size, kendileriyle huzur bulmanız için kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir.” (Rûm, 21)
Ayetin devamında Allah şöyle buyurmaktadır: “Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” (Rûm,22)
Demek ki eşler arasındaki sevgi gök ve arzdan daha büyüktür.
Yaşlısın ve evlisin. Evlendiğin kişiyi sadece üç gün gördün ondan sonra evlendin ve 100 sene onunla birlikte yaşayıp o’na hizmet ediyorsun. Onu koruyor ve ona bakıyorsun o da sana bakıyor. Senden utanmıyor/çekinmiyor sende o’ndan utanmıyorsun veya çekinmiyorsun. Kirli olduğunda veya hasta olduğunda tuvalete gidemiyor, gidemediği için ona yardımcı oluyorsun. Asla babasının, kardeşinin veya annesinin onu tuvalete götürmesine izin vermez ama eşine verir.
Aslında o’nun için bir yabancısın, eşinin ailesinden değilsin ve aynı kanı taşımıyorsun?
Onunla ne birlikte yaşadın ne de onu gördün?
Bir kaç gün gördün ve bir kaç gün veya hafta içerisinde evlendin. O’nunla yaşıyorsun ve o’na adeta yapışıyorsun, ona 60 yıl katlanıyorsun. Bu bir mucize değil mi?
Uyuduğunda horluyorsun ve o senin horlamana katlanıyor ve sende onun horlamasına katlanıyorsun. Her ikisi de birbirine çok zor şartlar altında dahi katlanıyor. Bu acaip bir durum değil mi?
Bir doktor bana şunu anlattı: 80 yaşındaki bir kadın geldi ve eşi ise 85 yaşında. Adam karısına uzanması için yardım etti, ayakkabısını çıkardı ve üzerini örttü. Adam bana şunu söyledi: “Lütfen doktor yardım et hemen ki eşim acı çekmesin… ” dedi. Adam kendisi yerine eşi için endişeleniyordu. Adama baktım ve şöyle dedim: “Subhanallah, nasıl olurda bir adam bir kadına böyle katlanabilir ve 60 sene birlikte yaşayabilir?”
Nasıl oluyor da aralarında böyle güçlü bir bağ ve sevgi oluşuyor?
Nasıl oluyor da birbirlerine böyle katlanabiliyorlar?
Bakınca birilerinin mideleri bulandığı kişilere başka birileri sevdalanıyor ve bir ömür mutlu hayat yaşıyorlar. Gece ve gündüz onun elinden yemek yiyor ve yanında uyuyor. Ondan utanmıyor ve sır saklamıyor. Allah bu yüzden Kuran-ı Kerim’de evliliği göklerin ve azrın yaratılışından daha büyük olarak nitelemiştir. Allahu Teâla Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Birbirinizle beraber olduğunuz halde, üstelik onlar sizden sapasağlam bir söz de almışken onu geri mi alacaksınız?” (NİSA, 21)
Demek ki nikah çok sağlam ve güçlü bir sözleşmedir.
Boşanma konusuna gelelim.
Boşanmanın sırrı nedir?
Allah eşlerin arasındaki sevgiyi çekerse ne olur?
Bazıları birbirine katlanamaz ve birbirlerini görmek bile istemezler. Birlikte yaşadıkları zaman sanki bir ateşin için yaşıyorlarmış gibi olurlar. Adam nafaka ödemek zorunda olduğun için boşanmıyor ve ödemese kadın problem çıkaracak. Birbirlerine katlanıyorlar fakat bir ateşin ortasında yaşar gibi yaşıyorlar. Bazı eşler birlikte yaşıyorlar ve çocukları oluryor ve büyüyor fakat birbirlerine katlanamayıp sonunda boşanıyorlar. Veya bazı eşler birbirlerini sevmiyorlar ama birlikte yaşayıp ölüyorlar. Veya yaşlandıktan sonra, çocukları büyüdüğü halde ve torunları bile olduğu halde boşanıyorlar. Birbirlerine katlanamıyorlar, çünkü Allah’ın aralarında yaptığı “mucize sevgi” onlardan alınmıştır. Boşanmak için bir kapı bulana kadar birlikte yaşıyorlar.
Bu bir mucizedir ve Allah’ın yaptığını kimse yapamaz.
Bir adam bir kadın ile evleniyor, kadın kötü, hakkında kötü konuşuluyor, haram işliyor ve namaz kılmıyor. Fakat adam eşini seviyor bu sevgi Allah tarafındandır. Demek ki kalpler ancak Allah’ın elindedir. Normal şartlarda o kadın asla sevilmez.
Bir adam bir kadın ile evleniyor ve aralarındaki sevgi alınmış/çekilmiş. Her ikisi de normal bir arkadaş gibi birlikte yaşıyorlar. Adam başka birini seviyor ama söyleyemiyor, elinden gelen birşey yok.
Bu yüzden eşlerin arasındaki sevgi gök ve arzın yaratılışından daha büyüktür. Bunu hiç kimse yapamaz ve güç yetiremez.
Buna delil şudur:
Kötü bir kadın, hakkında kötü şeyler söyleniyor fakat adam onu seviyor ve boşanmıyor. İnsanlar fitne yapıyor, onunla boşanması gerektiğini söylüyorlar. O kötü…, sana uygun değil… senin eşin şöyle ve böyle…diyorlar ama o hiç oralı değil çünkü seviyor. Normal şartlarda o kadın asla sevilmemelidir, ama kocası bırakamayacak kadar çok seviyor. Çünkü Allah aralarındaki sevgiyi çekmedi. Allah’tan başka kimse bunu yapamaz sırf Allah Subhanu ve Teâla bunu yapabilir.
Bu yüzden ilk olarak bu ayet gelmiştir:
“Size, kendileriyle huzur bulmanız için kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Rûm,21)
Ve ardından bu ayet gelmiştir: “Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” (Rûm, 22)
Evlenme ve boşanma mucizesi gök ve arzın yaratılış mucizesinden daha büyüktür.
Üçüncü konuya gelelim:
Erkek ve kadın arasındaki fark nedir?
Kur’an’da yaradılış amacına uygun davranan erkeğe racul diye hitap edilir. Bu pozitif bir sıfatlandırmadır. Kadın veya eş de Kur’an’ın dilinde bir sıfatlandırmadır. Fakat insan dilinde biz bunu eril ve dişil cinsini belirlemek için kullanıyoruz. Fakat Kur’an burada başka bir şeyi kastediyor ve altını çiziyor. Her zaman positif açıdan erkeği racul olarak ve kadın deyince de yaradılış amacına uygun davranın bir insan olarak ve dolayısıyla da bir sıfat olarak kullanılıyor.
Allahu Teâla Şûrâ Suresi 49. ayetinde şöyle buyurur: ”Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine dişi, dilediğine erkek çocukları verir.”
Miras konusunda Allah erkek, dişinin iki katını aldığını diyor. Yani ismi dişi, sıfatı kadın ve erkek olarak ismin sıfatıda erkek.
Bu yüzden Allahu Teâla şöyle buyurur: ”İman edenlerden erkekler vardır…”
Erkek rical demektir.
Çok pozitif olan sıfatlardır. Kasas suresinin 20. ayetinde bir racul (adam), Musâ (as)’ya şöyle dedi: “Şehrin öte başından bir adam koşarak geldi ve: “Ey Musa, haberin olsun, ileri gelenler seni öldürmek için hakkında görüşme yapıyorlar.” (Kasas, 20)
Allah burada tam davranması gerektiği gibi davranan adamı anlatırken racul diyor veya çoğul olarak ricâl yani erkekler. Kuran’da erkek veya erkekler ismi pozitif sıfatlar olarak anılmıştır. Aynen o şekilde kadın Kur’an’da dişi olarak anılmıştır ve sıfat olarak da kadın denilmiştir. Sözün özü o ki: Kur’an’da erillik ve dişilikten öte her iki cinsten yaradalış amacına uygun davranan erkeler kastedilerek birer olumlu sıfat anlamında erkekler ve kadınlara da kadınlar denmektedir.
Bu böyledir.
Ve Sallallahu ala Seyyidina Muhammed
Vel Hamdulillahi Rabbil Alemîn
Ve Sallallahu ala Seyyidina Muhammed ve ali Seyyidina Muhammed
Seyyid Magdy Dawoud