Kehf Suresinde insanın 3 Kehfi (mağarası)’nı açacak olan 3 anahtar var.
1) İlim mağarası (Kehfi)
2) Mal mağarası
3) Para mağarası
Bu üç mağara insanları esir ve mahkûm eden hapislerdir.
Ahir zamanda deccalin fitne ve şerlerine karşı üstün olmak için bu üç mağara hapsinden de çıkmak gerek.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘ın Kehfi yani mağarası yoktu. O’nun içerisinde bulunduğu fanus şeffaf olduğu için nurunu dışarı yansıtıyordu. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) evi karanlık mağaralar değil nurani fanustu. Bu nedenle Allahu Teâla ”Nur üstüne Nur.“ Buyurmaktadır.
‘’Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan ne doğuya ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.“ (Nur, 35)
Bu ayette de gördüğümüz gibi Rasulullah’ın(sallallahu aleyhi ve sellem) meskeni karanlık mağara değil aydınlık fanus.
Allahu Teala Isra Suresinin sonunda Resulünün(sallallahu aleyhi ve sellem) hamd etmesini ister:
“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile yücelt. (Isra, 111)
Rasulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) mi’raca yükseltilmiş, her türlü ikram izzet görmüş ve sonuçta Allahu Teala ‘’Hamd et“ demektedir.
İlginçtir ki bir sonraki sure olan Kehf Suresi hemen ‘’Hamd“ ile başlar. Allah’ın bizzat kendi hamdi Fatiha’daki hamddir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘ın hamdi Kehf Suresinin başındaki hamddir. Ve o hamdin açılımları 7 mesani olan 7 surededir.
O halde Kehf Suresi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘ın kehf sahibi olmadığının da bir göstergesidir. Bu surede geçen diğer insanların durumu nedir?
İlim Mağarası (Kehfi)
Musa (as) en büyük ilmin sahibini kendisi sanmaktaydı. Bunun üzerine Allah O’nu (as) Kendi katından ilim verdiği bir kulu ile karşılaştırdı ki aslında ilminin ne kadar da az olduğunu anlasın diye. Bununla Musa (as)‘yı ilmi gururdan kurtardı. Kur’an’da bu hikaye şöyle geçmektedir:
“Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
Adam, şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
“İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
Musa, “İnşallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
O da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın.”
Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Musa, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.” dedi.
Adam, “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.
Musa, “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.
Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Musa, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? And olsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.
Adam, “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
Musa, “Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)” dedi.
Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Musa, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.
Adam, “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.
“O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”
“Çocuğa gelince, anası babası mümin insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”
“Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik.”
“Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. BUNLARI BEN KENDİ GÖRÜŞÜME GÖRE YAPMADIM. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” (Kehf, 65-82)
Bunun üzerine Musa (as) kendisini „İlim Mağarasından“ kurtardı. Önceleri Musa (as) da kavmi gibi Allah’a çok sual ederdi. Hatta birinde „seni görmek istiyorum“ demişti. Fakat mağarasından kurtulunca artık dikkatini irşadına ve ibadetlerine verdi.
*2) Mal Mağarası (Kehfi)*
*3) Para Mağarası (Kehfi)*
“Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, ikisi arasında da ekin bitirmiştik.
Bağlardan ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
Bu adamın başka serveti de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”
Böyle bir inkâr içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, orada bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.”
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, “Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı etmektesin? Halbuki O Allah benim rabbimdir ve ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, ‘Maşallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de Rabbimin bana, senin bağından daha iyisini vereceğini umuyorum; Allah senin bağına gökten afetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelir. Ya da bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez.”
Derken onun serveti yok edildi de çardakları yere çökmüş bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. “Ah, diyordu, keşke ben Rabbîme hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!”
Ona Allah’tan başka yardım edecek herhangi bir topluluk yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı.
İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren yine O’dur.
Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.
Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.“ (Kahf, 32-46)
Bu makalenin hedefi bizleri ilim – mal ve para mağaralarından kurtarmaktır.
Bu konudan elde edilen önemli bir semere: Mürşid yani peygamber veya alim insanları tebliğ ederek Allah’a götürür. Mürşidin tebliğ müfredatı içerisinde ibadet, haram – helal ve muamelat vardır ve bunlar açık ve sınırlıdır ama mürşit tarafından Allah’a götürülen insanın Allah’tan nasıl bir nimete ve ikrama kavuşacağı bilinmez. O sırdır. Muradullah’ın peygamberinin tebliği üzerinden olan kısmı Muradullah’ın bizzat o kuluna bakan kısmından başkadır. Hızır (as) da elbet bir peygamber tarafından tebliğ ve irşad aldı ve Allah’a ulaştı ve Rabbi de O’na katından ledün ilmi verdi.
Öyle ki Hızır (as)‘ın aldığı ledün ilmi ile Musa (as)‘nın ilim mağarasını açtı ve buna rağmen bir ulul azim Nebi onun ilmini anlayamadı.
Allahu Teala hepimizi mağaralarımızdan kurtarsın ve katından ilim versin.
Seyyid Magdy Dawoud